“MÜSLÜMANLAR”IN İSLÂM’I REHİN ALAN BASİRETSİZLİKLERİ VE KÜRESEL KÜFÜR -

ABDULLAH PAMUK

VAN 26.11.2014 13:04:47 0
“MÜSLÜMANLAR”IN İSLÂM’I REHİN ALAN BASİRETSİZLİKLERİ VE KÜRESEL KÜFÜR -
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Müslümanların büyük bir çoğunluğunun kafası hala karışık. Dolayısıyla bir kısmı “Ilımlı İslam” projesi çerçevesinde yeni bir Ortadoğu inşâ edileceğini zannedip söz konusu projenin “model ülke”si Yeni Türkiye’nin çizgisini önemsemekteler. Diğer bir kesimi de El-Kaide, Boko Haram, IŞİD, vb. örgütlerin dönemsel çıkışlarından etkilenmekle, bu çizginin Müslümanları nereye doğru sürüklediğini düşünecek bir görüntü vermemektedirler. Bu iki çıkmaz yolun dışındaki Müslümanların büyük bir çoğunluğu da “düşünsel ve siyasal duruş”ta ki netlik ile ötekileştirmeyi, bir hastalık olan tekfiri birbirine karıştırdığından söz konusu iki çizgiye karşı net bir tavır geliştirememekteler.
 
Son zamanlarda bölgemizde yaşananlar, fetret döneminden geçen değişim sürecinin tüm özelliklerini, komplikasyonlarını ve süreci kontrol etmek isteyen odakların bu coğrafya ile ilgili hesaplarını ortaya koymaktadır. En önemlisi de değişim sürecinin tüm aşamalarında “Müslümanlar” adına hareket ettiğini iddia eden örgütler/güçler, Nebevi örnekliklerle bağdaşması mümkün olmayan bir görüntü vermektedirler. Tabiatıyla bu durum küresel odakların İslam/Müslümanlar ile mücadelelerinde onlara “kullanışlı veriler” sunmaktadır. Tüm olumsuz manzaraya karşın, Kur’an referanslı, arı-duru/net bir İslami anlayışı temsil edenlerin görünürlükleri ve dolayısıyla etkinliklerinin yeterli düzeyde olmaması da sürecin daha çok Müslümanların aleyhine evirilmesine neden olmaktadır. Yanlış anlaşılmasın, değişim sürecinin tâ başından bu yana “Müslümanlar”ın büyük çoğunluğunun üzerinden hareket ettikleri “Ilımlı İslam” projesinin gelinen aşamadaki zorluklarından söz etmiyorum. Tam tersine, yaşanan geçiş döneminin sofistike yöntemlerinin karşısına çıkarılan kaba, itici ve “ilkesiz şiddet”i/tedhişi yöntem olarak benimseyenlerin, tam bir kaos, kavram kargaşasına neden olmasından bahsediyorum. Ve bu manzara, bahse konu iki sapkın çizginin İslam’ı rehin alması görüntüsüyle dünyayı baş başa bırakmasının vahametinden, tarihteki örneklerinde olduğu gibi yine birilerinin “İslam’a rağmen ‘İslamcılık’” yapmalarından söz ediyoruz. Nitekim gelişmelere bu bağlamda baktığımızda 21. yy’ın “Müslümanların yılı” olacağı söylemlerin ne anlama geldiği hususundaki muğlaklığın yanı sıra söz konusu nutukların ikiyüzlülüğünü de (jonus yüzlülüğü de) tespit edilebilmemiz mümkün olabilecektir. Ama tüm bu olumsuz olgular, “Müslümanlar”ın bir şekilde dahil edilmediği bir ortadoğudan, bir dünyadan söz edilemeyeceği gerçekliğini değiştirmemektedir. Müslümanların gelişmelere dahil oluş perspektifleri ve yöntem tercihleri, bölgenin yeniden inşâ sürecindeki belirleyiciliğini devam ettirmektedir. Ama ne yazıktır ki ortaya çıkan tüm göstergeler, Müslümanların, tarihin bu kırılma noktasına, yaşanan sürece hazırlıklı olmadıklarına işaret etmektedir. Az bir kesimin aksi yöndeki ısrarlarına rağmen düşünsel ve siyasal duruşta netliğe ulaşamamış insanımız, birilerinin açtığı alanlarda, “sistem-içi” mücadele yöntemi ve/veya zalimleri meşrulaştırıcı bir işleve sahip “terör”/tedhiş yolunda ısrarlı gözükmektedirler. Kendi medeniyetlerine yönelik yegane tehdit/alternatif olarak gördükleri İslam’a karşı mücadele eden küresel güçler de bu iki sapkın çizginin ortaya koyduğu vasatta, birinin diğerinin alternatifi olduğu algısını hep kullanmaktadırlar. Zaten küresel küfrün yeni “düşman konsepti” de “İslam’a karşı İslam” stratejisinin bu iki yüzünü insanlığın önüne koymayı ve “Ilımlı” versiyonun tercihini öngörmekte değil midir?
İslam/Müslümanlar ile mücadeleyi kendi gelecekleri için hayati önemde gören malum güçlerin başarılı olabilmek adına yaptıkları planlamalar, ortaya koydukları projeler ve stratejilerin bu iki çizgiye dayandığı da artık bir sır değil. Yaşanılan iletişim çağında konunun taraflarının, özelliklede Müslümanların bunun farkında olmaları elzemken ne yazık ki Müslümanların büyük bir çoğunluğunun kafası hala karışık. Dolayısıyla bir kısmı “Ilımlı İslam” projesi çerçevesinde yeni bir Ortadoğu inşâ edileceğini zannedip söz konusu projenin “model ülke”si Yeni Türkiye’nin çizgisini önemsemekteler. Diğer bir kesimi de El-Kaide, Boko Haram, IŞİD, vb. örgütlerin dönemsel çıkışlarından etkilenmekle, bu çizginin Müslümanları nereye doğru sürüklediğini düşünecek bir görüntü vermemektedirler. Bu iki çıkmaz yolun dışındaki Müslümanların büyük bir çoğunluğu da “düşünsel ve siyasal duruş”taki netlik ile ötekileştirmeyi, bir hastalık olan tekfiri birbirine karıştırdığından söz konusu iki çizgiye karşı net bir tavır geliştirememekteler. Bu psikoloji, onları da “duygusal” bir zemine çekmekte ve sorunun kaynağını sadece dış güçler olduğu yolundaki kanaatlerini tahkim ederek bahse konu iki çizgiden birinin etki alanına girmektedirler. Oysa yaşanan gelişmelerin belirleyici/oyun kurucu aktörleri bellidir. Ve bunlar, yerli işbirlikçiler olmadan başarılı olamazlar. Dolayısıyla reaksiyoner çıkışlardan güç alan malum örgütlerin, insanımızı, kapasitelerini aşan hedeflerinin peşinde sürüklemeleri ve samimi ama bilinç düzeyi düşük gençlerimizi motive etmeleri doğru okunmalıdır. Söz konusu örgütlerin dönemsel olarak önlerinin açılıyor olması ve işlevleri sona erdikten sonrada farklı bir düzlemde tekrar yapılandırılmaları yeni bir durum olmadığı gibi samimi insanımızın gerçeği görmesi için önemli bir ibret vesikası olduğunda da şüphe yoktur.
Değerlendirmemizin bu safhasında şu soruları sormamız sanırım kapalı olan birçok hususun açıklamasına vesile olabilecektir: Bölgedeki değişim ve dönüşüm süreci hangi “ideolojik eksen”de yürütülmektedir? Küresel küfrün zulümlerine karşı savaştıklarını iddia edenler, İslami ilkelere rağmen “reaksiyoner” bir anlayışla hareket etmelerinin sonuçlarını Müslümanlar nasıl yaşamaktadırlar? İslam algısının zalimlerin istediği doğrultuda oluşturulmasında “İslam’a rağmen ‘İslamcılık’ yapanların” katkısı ne kadardır? Hiç düşünülmekte midir!? Oysa bu dinin kaynağı; düşünmeyi, akletmeyi, ibret almayı, yanlışları tekrar etmemeyi ve doğru arayışını hiç terk etmemeyi emretmiyor mu?
“Arap baharı” diye nitelendirilen bir değişim ve dönüşüm projesinin bir geçiş dönemine girdiği günümüzde, sapkın, uzlaşmacı, hoyrat yaklaşımların daha çok görünür hale gelmesi kaçınılmazdır. Önemli olan Müslümanların, yaşananların hangi ideolojik eksende geliştiğini ve neyi hedeflediğini bir şekilde kavramaları ve bugüne nasıl evrilindiğini unutmadan bunu yapabilmeleri dir.
“Mezhepçi yaklaşımlar”-“IŞİD”-“Kobani”
 
Bu bağlamda çok gerilere gitmeden, yakın geçmişte yaşananların bir kısmını hatırlayalım…
Suriye’deki değişim sürecinin değişik gerekçelerle önünün kesilmesi ve bu coğrafyada “vekaletler savaşı” da denilen bir iç savaşın başlatılması, savaşın devamı ve giderek derinleşmesinde stratejik çıkarların dışında “ahlaki ve ilkesel” hiçbir kaygının taşınmaması doğru okunmalıdır. Son zamanlarda yaşananların ise özellikle Irak-Suriye ekseninde ki gelişmelerden rahatsızlık duyan güçlerce tetiklendiği de iyi bilinmelidir. Şüphesiz bunda, yeni bölge dengeleri oluşturulurken İsrail’in güvenliği ile ilgili yeni mekanizmanın kurulamaması, bunun yanında “eski düzen”den beslenen bazı güç odaklarını kaygılandıran gelişmelerin yaşanması etkili olmaktadır. Nitekim Suriye’den başlayarak Mısır, Tunus vd. coğrafyalarda değişim sürecinin bir fetret döneminden geçtiğini gösteren gelişmeler yaşandı. Ve bu geçiş döneminin komplikasyonları günümüze kadar gelen olaylar zincirini tetikledi. Bölgedeki gelişmelerin mantığı dikkatli bir şekilde irdelendiğinde de görülecektir ki IŞİD’i ortaya çıkaran vasat adım adım oluşturuldu. Bu gelişmeleri farklı bir şekilde yönlendirebilecek küresel unsurlarda, ya gelişmelerin bu doğrultuda olmasında kendilerinin de dönemsel yararı olduğu düşüncesiyle hareket ettiler yada içinde bulundukları şartlar nedeniyle farklı yönde inisiyatif oluşturamadılar. Zaten değişim sürecinde gelinen aşama itibarıyla günümüzü hazırlayan gelişmeleri gözden geçirdiğimizde malum doğrultuda algı oluşturulmasında çıkarları olan küresel ve bölgesel güçlerin kimler olduğunu tespit etmek zor olmasa gerektir. Bu açık gerçekliğe rağmen şimdilerde çeşitli nedenlerle köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Yeni Türkiye ise; yeni konumu ve misyonunu gerektirdiği gibi davranarak IŞİD’i doğuran sürecin destekçisi olmamasına rağmen malum küresel odaklar ve onların bölgedeki işbirlikçilerince hedef alınmakta, suçlayıcı, uydurma haberler yapıp çeşitli kurgulara başvurularak bir algı oluşturma yolunda çaba sarfedilmektedir. Bu algı oluşturma gayretleri AKP düşmanlığı üzerinden muhalefet yapmaktan öte marifeti olmayan içerideki muhalif unsurlar tarafından da, ülke menfaatlerine ters olduğu çok açık olmasına rağmen, bu coğrafyaya taşınmaktadır. Bunların Bir sonraki aşamasında ise, dış ve iç odaklar, hepimizin Kobani’ye odaklanmamız için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Elbirliğiyle bölgenin geleceğinin, dolayısıyla Çözüm Süreci’nin geleceğinin Kobani’nin geleceğiyle doğrudan bağlantılı olduğu yolunda bir algı oluşturmaya gayret ettiler. Oysa, bölgeye baktığımızda, birilerinin yapmaya çalıştıkları gibi IŞİD’den başka bir örgüt görülemiyorsa meseleyi anlamak imkanı yok demektir. Halbuki IŞİD’in hangi süreç sonunda doğduğu, bu örgüte taban oluşturulan sosyolojinin nasıl köşeye sıkıştırıldığını bilmekteyiz. En mühimi de ortaya çıkması için her şey yapılan IŞİD vb. örgütlerin önlerinin açılması ve onlarla mücadele gerekçesiyle hangi küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarlarına kurmak ve kendilerine yeni alanlar açmak peşinde koştukları gündeme getirilmemekte, dikkatler başka taraflara yönlendirilmektedir… Son zamanlarda Irak-Suriye ekseninde yaşananlara sadece görülen boyutlarıyla bakılmaması, arkasında ki “stratejik akıl”ların amaçlarının ne olduğununda kestirilmesi gerektiğinde şüphe yoktur. Aksi takdirde gelişmeleri tüm boyutlarıyla anlamamız mümkün olmadığı gibi birilerinin yaşananları Kobani merkezli okunması yönündeki algı operasyonuna çanak tutulmuş olur.
Bilindiği gibi Kobani, Suriye sınırları içinde bir yer. Ve Kobani ile ilgili gerek PKK ve türevleri ve gerekse de onlara dönemsel destek veren küresel güçler, aldatıcı, gerçekleri ters yüz edici propagandalarla farklı bir algı oluşturmayı başardılar. Oysa konuyla ilgili herkesin bildiği bir şey var: Coğrafi olarak birbiriyle kopukta olsa Kobani’nin de içinde yer aldığı bölge bir süredir gündemde tutulmakta. Hatırlanırsa Suriye deki “vekâletler savaşı”nın olağanüstü şartlarında Esad tarafından PYD’ye devir edildi bu bölge. Tabii bunun karşılığında da PYD, muhalif güçlerle birlikte hareket etmeyerek Esad güçlerinin yanında yer aldı. PYD’nin dönemin şartlarından yararlanarak konjonktürel fırsatçılıkla elde ettiği bu yerler, yine dönemsel gelişmelerin doğurduğu IŞİD’in hamleleriyle tehlikeye girdi. Böylelikle PYD’nin otonom bölge olarak isimlendirildiği coğrafyada ki kontrolü de tehlikeye düştü. Bölgedeki inisiyatifi devam ettirmek adına 16 Kürt örgütünü sürdüğü ve Barzani’yi bile istemediği bu yerleri koruyamayacağını anlayınca koalisyon güçlerinin hava ve lojistik desteğinin yanı sıra Türkiye üzerinden Peşmerge’nin yardımına muhtaç hale geldi. Şunu da hatırlatmalıyız ki aslında Rojava’da PKK’nın Suriye uzantısının kontrol etmek istediği bölgelerin Esad yönetiminin Yeni Türkiye’ye yönelik taktik hamlesi olduğu dikkate alındığında günümüzdeki sıkıntılarının küresel ve bölgesel uzantıları daha doğru anlaşılacaktır. Bu bağlamda Kobani merkezli tartışmalara baktığımızda konunun küresel ve bölgesel muhataplarının, aslında manipülasyonlarla lehlerine bir kamuoyu oluşturmak, bahse konu kaos ortamından yararlanılarak kendi pozisyonlarını güçlendirmek istedikleri çok net olarak görülebilecektir. Durum bu kadar açık ve bölgede IŞİD’in ortaya çıkmasında neredeyse en az sorumlu Yeni Türkiye olduğu bir gerçek iken PYD ve ona destek veren iç ve dış malum unsurların Türkiye’den Kobani ile ilgili kendilerinin çizdiği bir çerçevede risk almasını istemeleri ve bölgede nasıl kurulduğu bilinen PYD kontrolünü tahkim etmesini beklemeleri absürt bir yaklaşımdır. Çözüm süreci’nin geçtiği bu kritik aşamada tam anlamıyla bir “şark kurnazlığı”ndan başka bir anlam taşımamaktadır. Yeni Türkiye’ye “ideolojik ekseni” itibariyle muhalefet etmek, onun hiçbir ayrım yapmadan bölgeye her türlü insani yardımı yapmakta tereddüt etmemesini görmezden gelmek anlamına gelmez. Hatta Yeni Türkiye, PYD’li yaralıların tedavilerinin bile bu ülkede yapılmasını dahi kabul etmesine karşılık, aleyhte her türlü propaganda, manipülatif haberler devam etmektedir. Dönemsel hesaplarla yapılan bu algı yönetimi kısa vadede Türkiye aleyhine bazı sonuçlar doğursa da orta ve uzun vadede bu haksız yaklaşımların sahiplerinin alyhine dönecek gibi gözükmektedir. Kandil’in, HDP’nin provokasyonlarıyla gündeme gelen 7-8 Ekim olaylarının, korkunç katliamların, vandalizmin bölge insanındaki yansımalarının zamanla ortaya çıkacağında ise şüphe yoktur.
Son olaylarda Öcalan’ın örgütüne hâkim olma amaçlı açıklamaları bir yana Çözüm Süreci konusunda İmralı ile sık sık ters düşen, Öcalan’a rağmen açıklamalar yapan Kandil’in dönemsel şartlardan yararlanarak bazı küresel ve bölgesel güçlerin etkisiyle hareket ettiğine dikkat çekmek gerekir. Zaten bir süredir Çözüm Süreci karşıtı örgüt içi ve dışı odakların Öcalan’ı tasfiye etmek istedikleri de bilinmektedir. Bunların, aynı zamanda, CHP ile HDP arasında ciddi mutabakatlar oluşturmak için çalıştıkları da sır değildir. Ancak, tüm bu dönemsel riskler ve Çözüm Süreci’ne yönelik sabotaj çalışmalarına rağmen Yeni Türkiye için çok önemli olan bu sürecin, orta ve uzun vadede kendi çıkarlarının da gereği olduğunun farkında olan ABD tarafından ilkesel düzlemde de olsa desteklendiği bilinmektedir. ABD Başkanı Obama’nın Pentagon ile ilişkilerinin iyi olmaması ve Cumhuriyetçiler tarafından etki altında tutulmasının bölgeyle ilgili ABD’nin tavrını konjoktürel olarak etkilediğini de hatırlatmak gerekmektedir.
Sonuç olarak, “Ilımlı İslam” projesi açısından, bölgede yaşanan geçiş döneminin tüm olumsuz şartları mevcuttur. Ve bunlar Yeni Türkiye’nin bölgesel ilişkilerini ve Çözüm Süreci’ni etkilemektedir. Hatta Yeni Türkiye’nin stratejik müttefiki ABD ile gerek Suriye’deki iç savaşın bitirilmesi ve gerekse de Irak-Suriye eksenindeki gelişmelerin ürünü IŞİD’in arkasındaki “stratejik akıl”ın hamlelerine karşı konulmasında öncelik farklılıkları bulunmaktadır. Lakin tüm bu gerçekliklere karşın Yeni Türkiye’nin bölgesel sorunlar karşısında yeni konumu ve misyonuna uygun pozisyonunu korumasındaki ısrarını doğru anlamak gerekmektedir. Bu yönde çok boyutlu politikalarını sürdürmeye çalışan Yeni Türkiye’nin, bölgedeki krizin sona erdirilmesinin mutlaka “Ilımlı Laiklik” ekseninde ki demokratik unsurların, daha da “ılımlı” bir konuma evrilerekte olsa desteklenmesinde gördüğünde tereddüt yoktur. Bunun içinde, öncelikle yeni güç dengesinin netleşmesi ve ABD’ndeki “değişimci unsurlar”ın Suriye’de Esad’ın gidişi yönünde ciddi bir irade ortaya koyması gerektiğininde farkındadır.
Önceki dönemlerde Esad yönetimi ile aynı cephede yer almış IŞİD ile YPG/PKK’nın karşı karşıya geldiklerinde küresel ve bölgesel güçlerin bir kısmının; birini terörist, diğerini ise, terörle mücadele eden bir örgüt olarak değerlendirmeleri manidardır; Doğru okunmalıdır. Zira tek başına bu algı yönetimi bile nasıl bir dönemden geçildiğini, “oyun kurucu” güçlerin “terör” ve “terörist” tanımlarının nasıl pragmatist mantığa dayandığını bize göstermektedir. Aynı zamanda, bir gücün “terör”ü desteklemesinin arka planında siyasi bir hedef olabileceği gibi çok daha kapsamlı bir “ideolojik savaş”ı meşrulaştırıcı bir unsur olarak kullanılması da mümkündür. Böylelikle hedef kitleyi zihnen kuşatma/yeniden inşa etme yolunda “terör” işlevsel bir rol oynayabilir.
Kendilerini oyun kurucu sanan kimilerinin, “İslam’a Karşı İslam” stratejisinin değişik versiyonlarının etkili olduğu coğrafyamızdaki oyuncuların nasıl bir parçası olduklarını doğru okumak durumundayız. Bu tür dönemlerde kimilerin hangi oyunları kurduklarını görebilen, düşünsel ve siyasal duruşlarını ilkeleri üzerine oturtabilenlerin, ancak gelecekleri/ahirlerinin “olumlu” olacağını unutmamalıyız.
.iktibasdergisi.