MÜSLÜMANLARIN “BOY AYNASI” FİLİSTİN

ABDULLAH PAMUK

VAN 19.09.2014 11:38:32 0
MÜSLÜMANLARIN “BOY AYNASI” FİLİSTİN
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Yeni Türkiye’nin, gerek Filistin politikasında gerekse diğer politikalarında, bazıları anlamamakta ısrar etseler de, belirleyici unsur yeni konumu ve misyonudur. Her ne kadar (Ilımlı) Laik-Demokratik Türkiye’yi yöneten siyasal aktörlerin tarihi ve kültürel arka planları davranışlarını etkilese de bunların temelilkeler/politikalar içinde tolere edilebilir düzeyde kalmasına hep dikkat edildi. Buna uygun bir dil kullanıldı… ve iddiaların aksine Yeni Türkiye’nin dış politikasının kurgulandığı değerler sistemin, pek çok uluslararası metinde karşılığı bulunan evrensel normlara dayanmaktadır.
Son günlerde Gazze’de katledilen çocukların anaları-babaları ve değişik coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar; gözyaşlarıyla acılarını aktarırken, aynı zamanda dualarıyla, inançlarıyla ayakta kalmaya çalışıp bir çıkış aramaktadırlar. Ancak dosdoğru bir yol üzere yürümek yerine tarihsel ve dönemsel rüzgârlardan etkilenmelerinin, Nebevi yöntemin ilkesel boyutlarını önemsemeyip kısa yoldan hedefe varabilecekleri zannına kapılmalarının tüm tezahürlerini ve açmazlarını yaşamaktadırlar ne yazı ki! Buna karşın Filistinli çocukları katleden terör devleti İsrail’in askerleri ise uzaktan saldırılarından sonraki kutlamalarının görüntülerini sosyal medyada paylaşıyorlar. İsrail yönetimi, öğrenci askerlere burs vb. teşvikler veriyor, uluslararası bir kozmetik firması da katil İsrail’in bayan askerlerini “makyaj seti” ile ödüllendirmektedir. Ve tüm bu hunharlık ve iğrençlikler karşısında çağdaş dünya/”modern” Batı, çıkar ortağı terör devleti İsrail’e desteğini sürdürmektedir. Algı yönetimi teknikleri kullanılarak zalimi mazlum, mazlumu zalim gösterme çabalarının açık ortakları olduklarını gizlemiyorlar…
Tüm bu gelişmeler, Müslümanların “doğru arayışı”nı terk ettiği, ulaşılan doğruların dönemsel savrulmalarla terk edildiği zaman dilimlerinde hep yaşana gelmekte. Ne var ki Müslümanlar, ibret almak, kendi sorumluluklarını yaşananların kendilerine tuttuğu “boy aynası”n dan görerek hatadan dönmek yerine konjonktürel-dönemsel yaklaşımlar sergilemeye devam etmektedirler. Malum masalda olduğu gibi kendisini aldatmaya devam etmekte ve sık sık “Ayna ayna, söyle bana benden ‘güzel’i varmıdır?” diye sormaktadırlar. Oysa yaşanan musibetler, Müslüman’a “boy aynası” işlevi görmekte, dönemsel çıkış arayışlarının aldatıcılığından kurtularak ilkesel mücadelenin hayati önemi her defasında hatırlatılmaktadır. Sorunlu düşünsel duruşlarının ne anlama geldiğini, siyasal duruşlarının sözde mücadele ettiklerinin iddia ettikleri küfür-şirk düzenini meşrulaştırdığını her defasında göstermektedir. Lakin büyük bir çoğunluk kendi gerçeklerini fark etmek yerine, ileri teknoloji ve iletişim çağında “boy aynaları”na sofistike ayarlar yapmaya devam etmektedirler. Yani bir taraftan kendilerini aldatırlarken diğer taraftan da gelişmeleri Müslüman’ca okumamakta ısrar etmektedirler. Gerçeklerden kaçarak bir yerlere varacaklarını zannetmeye devam etmektedirler. Düşünsel ve siyasi duruşlarıyla olayların seyrini belirleyici bir misyona sahip olması gereken Müslümanlar, aksine birilerinin dizayn ettiği gelişmelerin estirdiği rüzgârların önünde savrulmaktadırlar.
Bu arada dünyadaki değişimlere paralel olarak bölgemizdeki gelişmeler, dönemsel iniş-çıkışlarla kendi “ideolojik ekseni”n de ilerlemektedir. Bazı dönemsel gelişmelere ve algılara karşın bölgemizdeki yeni düzen arayışı devam etmektedir. Her ne kadar yaşanan geçiş döneminin ortaya çıkardığı handikaplar, bazılarının kafasını karıştırsa da süreç kendi mecrasında yol almaktadır. Bölgedeki yeni düzen arayışı sürecinde küresel ve bölgesel güçlerin hassasiyetleri ve dönemsel duruşları bazı soru işaretlerini gündeme taşısa da bunlar sürecin ana eksenini değiştirmemektedir. Ve iddiaların aksine, sadece bölgemizde değil, Balkanlar’da, Kafkaslarda, Orta ve Uzak Asya’da ve Afrika’da yeni düzene yol alınmaktadır. Hiç şüphesiz bu önemli gelişmeleri doğru okumak gerekir. Bunun içinde dönemsel gelişmelerin aldatıcılığı ve yıkıcılığından sıyrılarak konuya yaklaşmak elzemdir. Oyunun kurucu güçlerin/bu aktörler arasındaki ittifakların/belirleyici niteliğe sahip “stratejik akıl”ların projelerine, projelerin “ideolojik eksen”lerine, bunlar arasındaki ayırt edici farklılıklara dikkat etmek büyük önem arz etmektedir.
Bilindiği üzere, değişen dünya ve bölge gerçekleri iki ekseni/”stratejik akıl”ı ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu iki “stratejik akıl”ın; ideolojik eksenleri, dolayısıyla bölgeye bakışları, gelecek beklentileri ve hassasiyetleriyle doğru okunmaları gerekmektedir. Aynı zamanda bunların stratejik öneme sahip enerji hatları ve bu hatların güvenliğiyle ilgili politikalarının dikkate alınması zorunluluğu vardır.
Bu bağlamda, öncelikle bölgemizde yaşanan değişim ve dönüşüm sürecini doğru analiz etmek; sürecin yaşadığı fetret döneminin nedenlerini anlamak durumundayız. Sonrasında Suriye’de ve Mısır’da yaşananları doğru bir şekilde okumalı, keza Tunus ve Libya’daki gelişmeleri de benzer bir değerlendirmeye tabi tutmalıyız. İsrail’in Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla ilgisini, İsrail’inde dâhil olduğu tarafın, Irak-Suriye ekseni başta olmak üzere bölgeyle ilgili hesaplarını ve kaygılarını, Azerbaycan ile Türkiye’nin öne çıktığı ve bölge stratejik öneme sahip Güney Doğalgaz Koridoru’nun sonuçlarının belirli çevrelerde ortaya çıkardığı rahatsızlıkları doğru yorumlayabilmeliyiz. Aksi takdirde, “duygusal ve reaksiyoner” yaklaşımlarla havanda su döver, içimizden birileri Batı’ya demokrasi dersi vererek gelişmeleri açıklamaya çalışmalarını önemsemeye devam edilir. Dolayısıyla yine aynı çevrelerin, değişen dünya ve bölge dengeleriyle konumu ve misyonu değişen Türkiye gerçekliğini tüm boyutlarıyla anlamadan insanımızı yanlış yönlendirmelerini seyrederiz. Yeni Türkiye’nin “ideolojik ekseni”ni, ona destek veren, onunla birlikte “Ilımlı İslam” projesinin başarısından gelecek bekleyen küresel güçleri hesaplarını ıskalarız halbuki çok tedirgin bir şekilde doğrular yerine ütopik bir Yeni Türkiye profili çizilmekte ve yaşanan değişimin süreci, kendi mantığı ve “ideolojik ekseni”nin ötesinde bir algı oluşturacak şekilde sunulmaktadır. Yani bölgede ve dünyada yaşananları, bahse konu stratejik eksenler zemini yerine önemli siyasi aktörler üzerinden okumayı yeğlemektedirler. Nitekim Müslümanların, kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların “boy aynası” işlevi gören, onların zilletlerini, açmazlarını yansıtan, adeta bir ibret vesikası Filistin özelinde de benzer hatalı okumaların tezahürlerini görmekteyiz.
Neymiş efendim; bölgedeki zalimlerin insan hakları ihlallerine, bölge ülkelerinde demokratik süreçlerin devam etmesine kasteden darbecilere, çifte standart uygulayan küresel güçlere karşı Yeni Türkiye, ilkesel ve ahlaki duruş sergileyen tek ülkeymiş… Evet bu doğru. Ama bu karşı koyuş, “sistem-içi” muhalif ses, bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecinin ideolojik eksenini oluşturan sözde evrensel/Batılı değerler düzleminde bir anlam taşımaktadır. Yani Yeni Türkiye, yeni konumu ve misyonunun açtığı alan içinde hareket etmektedir. Bu çıkışlarını tarihsel ve kültürel hassasiyetlere yaslanarak yaptığı, kendi “ekseni”n de hareket ettiği sürece de bazı odaklarca tolere edilmeye devam edilecektir. Zira yeni misyonu çerçevesinde Türkiye, “yumuşak gücü” ile etkili bir bölgesel güçtür. Bu çerçevede, öncelikle belirtelim ki değişen dünya şartlarında bölgemizde yeni bir denge inşa edilmeye çalışılırken Müslümanların kontrolüne yönelik projelerde Yeni Türkiye stratejik öneme sahip bir aktördür. Yeni Türkiye’nin yeni konumuna ve misyonuna uygun davrandığında da bir şüphe yoktur. Yeni Türkiye’nin mevcut uluslararası sisteme yönelik içeriden eleştirilere rağmen uluslararası sistemin bir parçası olduğu da bir gerçeklik. Ve uluslar arası sisteme derinden eklemlenmeye sürecini büyük oranda tamamlanmış bölgesel güç olarak küresel sistemin güvencesi altındadır. Değişim ve dönüşüm süreci yaşayan sistemin eksenlerinden birinin stratejik bir unsurudur. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, zaman zaman reel politiğin dışına çıktığı algısı oluşturulmaya çalışılan Yeni Türkiye’nin çıkışları sistenim sınırları içindedir. Ancak bu çok açık gerçekliğe rağmen ısrarla yapılan manipülatif okumalar, özellikle kendilerini Müslüman olarak tanımlayanların bilinç düzeylerini ve hasseten siyasi duruşlarıyla ilgili bir “boy aynası” işlevini görmektedir. Bu “boy aynası”nın, Filistin özelinde, insanların, toplumların, örgütlerin ve devletlerin nerede durduklarını, Siyonist-neocon eksenin merkezde olduğu projeler, stratejiler ve hamleler karşısındaki pozisyonlarını ortaya koyduğu da çok açıktır…
 
Türkiye’nin Dış Politikası ve Filistin
Yeni Türkiye’nin dış politikası ve Filistin’de son yıllarda yaşanan katliamlarla ilgili tepkilerinin hangi zeminde şekillendiği ve bu konudaki itirazların sınırlarıyla ilgili değişik yorumlar söz konusu. Ve bu farklı yorumların hangi ideolojik eksende yapıldığını tespit etmekte zor olmasa gerek.
Bir kısım yorumculara göre; bir açık hava hapishanesinde yaşamak durumunda bırakılan Filistin halkına yönelik katliamlara ve her türlü zulme karşı tepki veren, neredeyse tek ülke Yeni Türkiye. Aynı zamanda Yeni Türkiye, sadece tepki göstermekle kalmayıp başta müttefiki ABD olmak üzere uluslar arası aktörleri ve kurumları da eleştiren, mevcut yapının değişmesine yönelik mesajlar veren bir aktör.
Bahse konu çevrelere göre, Yeni Türkiye, Filistin meselesi gibi, kendisinin doğrudan “yaşamsal çıkarları”nı tehdit etmeyen bir konuda uluslararası boyutta bir savunuculuğa soyunmakta. Burada Yeni Türkiye, uluslar arası çıkarlarından ziyade “değer eksenli” tercihlerin belirleyici olduğu bir politika ayrışın da. Türkiye’nin güç ve çıkar kavramları ekseninde şekillendirilen cari siyasi şartları dikkate alan reel politik/gerçekçi politika yaklaşımından ziyade “hak”, “adalet”, “ilke” gibi kavramları dış politika söyleminde öne çıkarması, bazı handikaplar ve meydan okumalarla karşı karşıya gelmesi sonucunu doğurmaktadır…
Oysa İsrail’in hiçbir ilke ve kural tanımayan politikalarına karşı Türkiye, daha evvelde eleştirel dil kullandı. Bu dilin dış politikaya yansımaları oldu. Ancak, değişen dünya ve bölge dengelerinin yeni konumu ve misyonundaki değişikliği belirginleştirdiği bir aşamada Yeni Türkiye, özellikle 2006’dan itibaren daha net söylemlerde bulundu, bölge sorunlarında taraf oldu. Bazı odaklarla ilişkilerinin gerilmesi riskini göze alarak Yeni Türkiye, Hamas’ı İsrail’i tanımaya ve “sistem-içi” mücadele sürecine katılmaya ikna etti. Ve Hamas’ın, seçim başarısının ardından bazı nedenlerle siyasi süreçten dışlanmasına karşı da turalı bir duruş sergiledi. Öncelikle misyonu gereği Hamas’ın Filistin siyasetinde ve uluslararası alanda meşru bir aktör olması yolunda çabalar sarf etti. Lakin 2010 Mavi Marmara’ya yönelik İsrail saldırısıyla bir kırılma yaşandı. Yeni Türkiye, bu saldırıyı, kendisinin yeni misyonuna ve politikalarına yönelik bir cephe alış olarak değerlendirdi; sert tepki verdi. Keza Yeni Türkiye, bölgedeki değişim sürecinin diğer ayaklarında da benzer tercihlerde bulundu. Suriye ve Mısır’da da aynı paralelde duruşlar sergiledi… ve tüm bunlar malum çevrelerce Yeni Türkiye’nin kendine has bir dış politikası, bağımsız bir duruş sergileme yolunda ki önemli adımları olarak nitelendirildi. Ne var ki bu tür iddiaları değişik vesilelerle ortaya koyan malum çevreler, Yeni Türkiye’nin hareket alanını bugüne kadar hiç olmadığı kadar genişlemesi gerçekliğini ve bunun yeni konumu ve misyonuyla bağlantısını görmezlikten geldiler. “Ilımlı İslam” projesi ekseninde ki bu bağlantının, Müslüman’ca bir bakış açısıyla ne anlama geldiğini insanımıza gizlediler. Adeta “Ilımlı İslam” projesi çerçevesinde ki Müslümanlara yönelik stratejik saldırıyı, “ideolojik savaş”ı ‘Yeni Türkiye’nin önderliğinde Müslümanların silkinişi/çıkışı’ gibi pazarladılar…
Yeni Türkiye’nin, gerek Filistin politikasında gerekse diğer politikalarında, bazıları anlamamakta ısrar etseler de, belirleyici unsur yeni konumu ve misyonudur. Her ne kadar (Ilımlı) Laik-Demokratik Türkiye’yi yöneten siyasal aktörlerin tarihi ve kültürel arka planları davranışlarını etkilese de bunların temelilkeler/politikalar içinde tolere edilebilir düzeyde kalmasına hep dikkat edildi. Buna uygun bir dil kullanıldı… ve iddiaların aksine Yeni Türkiye’nin dış politikasının kurgulandığı değerler sistemin, pek çok uluslararası metinde karşılığı bulunan evrensel normlara dayanmaktadır. Dönemsel duruşlar ve hassasiyetlerin ortaya çıkardığı tepkiler bir yana, Yeni Türkiye’nin son yıllarda ortaya koyduğu (“tek başına”) duruşu, uluslararası sistemde, en azındandeğişimci küresel odaklarda kabul görmüş, hatta yeni düzenin/sistemin negatif yapısını oluşturan Liberal-Batılı değerlere dayandığı konusunda genel bir mutabakat oluşmuştur. Bu gerçekliğe rağmen, bir yandan “insan hakları”nı dış politikalarında önemli bir unsur olarak deklere eden Batılı Devletler ve başta BM olmak üzere uluslar arası kurumlar, ihtiyaç duyduklarında, bu ilkeleri, reel politik hesaplarına ve dönemsel zorunluluklarına kurban edebilmekte, kendi yaptıkları putları yiyebilmektedirler. Bu meyanda, uluslar arası sistemden, ABD’nden bulduğu destek sayesinde “terör devleti” İsrail’in elde ettiği “dokunulmazlık”, “müstesnalık”ın ise hala eski düzenin devamı olarak sürdürülüyor olması çifte standardı gündeme getirmektedir.
Sonuç itibariyle, son yıllarda Yeni Türkiye’nin eleştirilerinin, BM’in yetersizliği ve mevcut düzenin lideri konumunda ki ABD’nin gerekli tavrı koymaması hususların da yoğunlaşması karşısında özellikle ABD’n deki “demokrat” kanadın sessizliği manidardır. Yeni Türkiye’nin gerek İsrail de ki yönetime ve gerekse de İsrail’e destekleri nedeniyle bazı uluslar arası kurum ve odaklara gösterdiği tepki de özde Batılı değerler ve İsrail karşıtlığı üzerinden bir reaksiyon değildir. Zira Yeni Türkiye’nin siyasi aktörlerinin bir yandan Yahudi örgütlerinin verdiği ödülü alırlarken, diğer taraftan da İsrail’de ki mevcut yönetimin yeni şartlarla uyumlu olmayan politikalarını eleştirmeleri doğru okunduğunda bu çatışmanın asıl nedeni net bir şekilde anlaşılabilecektir. Dolayısıyla dönemsel şartların siyasi aktörleri söz konusu ödülü iade noktasına taşıması da esasta bir değişikliğe işaret etmemektedir.
Tüm bu gerçekler ortadayken Yeni Türkiye’nin dış politikasını, “Ortadoğu bataklığına sürüklenmek”, “reel politikten sapma”, “ ülke çıkarlarını hiçe sayma”, “Erdoğan/Davudoğlu ikilisinin dış politikasının çökmesi” olarak niteleyenleri ise ciddiye alıp değerlendirmeye gerek yok sanırım. Zira bunlar, hala eski düzenin diliyle konuşmaya devam eden çevrelerin söylemleridir bir fetret-geçiş dönemi yaşadığımız bölgemiz, önemli değişikliklere gebedir. Bazı devletlerin bir “örgüt”, bazı örgütlerin bir “devlet” davranıyor olmaları da bu gerçekliği ortaya koymaktadır. Bahse konu geçiş dönemin de ilkesel gelişmelerden çok dönemsel gelişmelerin öne çıkması kaçınılmazdır. Gerek küresel güçlerin ve gerekse de operasyona maruz kalmış ve/veya kalması muhtemel devletlerin giderek farklılaşan siyasi duruşları da kendi mantığı içinde anlaşılmalı, ama dönemsel duruşlar olduğu gerçekliği unutulmamalıdır.
Yeni konumu ve misyonuyla Türkiye, yeni küresel sistemin stratejik bir unsurudur. Liberal-Batılı değerlerle Müslümanların değerlerini uzlaştıran bir “ideolojik eksen”de hareket ederken, özellikle de dönemsel şartlar gereği bazı küresel ve bölgesel güçleri rahatsız etmesi, bu nedenle de bazı operasyonlara maruz kalması bizi aldatmamalıdır. Bu çok açık gerçekliği görebilmek hiç de zor değildir. Yeter ki “düşünsel ve siyasal duruş”ta netlik olsun. Kısa vadeli hesaplar yerine gelişmelere “Müslüman’ca” yaklaşılsın
iktibasdergisi.