Müslümanlar ne aldıysa Ermeniler de almadan barış gelmez

Ömer Altaş

VAN 24.04.2014 10:49:23 0
Müslümanlar ne aldıysa Ermeniler de almadan barış gelmez
Tarih: 01.01.0001 00:00

Ortak acıdan eşit yurttaşlığa Ermeni davasında İslamcıların sorumlulukları

Kötü bir devletin neleri tükettiğini en iyi betimleyen, ‘kötü baba’ metaforudur.

Kötü bir baba, çocuğuna karşı öz sorumluluklarını yerine getirmez buna rağmen açığı kapamak için her ‘değeri’ evladının üzerine boca ederek takdir almak ister.

Baba; ihtiyaçtan fazla parayla, her fırsatta tepeden yaptığı nasihatla, eğitmen tutarak, sinemaya ‘ göndererek’, buzdolabını kat kat doldurarak ve benzeri maddi düzlemdeki her istediği yaparak sorun çıkmayacağını düşünür.

Ama oğul bir türlü tatmin olmamakta, düzelmemektedir.

Çocuğuna karşı bir babanın sorumluluğu onun gözlerinin içine bakmaktır, kanından olduğunu hissettirmektir. Çocuğun istediği tek şey ise oğul” (yurttaş) muamelesi görmektir, o da sadece gözlerde bir ruh olarak kendini göstermektedir.

Kötü bir baba çocuğunu kınaya kınaya psikopat yapar sonra alır onu hastanelere götürür, tedavisiyle ömür boyu uğraşır dururlar.

Toplumda bu şekilde kötü ebeveynlerin ruhlarını çiğneyip bıraktığı sayısız çocuk vardır.

Kötü bir devlet vatandaşına karşı sorumluluğunu yerine getirmez sonra bu nedenle oluşan sorunlara karşı şiddet kullanır. Kötü baba metaforundaki fasit daire devasa mekanizmasıyla devlette işler. Kötülük, kendi içinde kompakt bir düzen kurar. Kimse sisteme müdahale edemez, zaman içinde fasit daire bir tanrı, herkes bu tanrının kölesi olur.

Fasit daireyi durdurmaya sadece bir şeyin gücü yeter: Devrim

Türkiye’de devlet dört toplumsal ana unsuru tutumlarıyla “psikopat” yaptı:

Müslümanlık, Kürtlük, Alevilik, Ermenilik.

Aynı coğrafi sınırlar içinde yaşayan bu unsurlar, bir oğul gibi var olmak, kimlik kazanmak için bin bir yol denediler.

Silahlı mücadeleden sivil itaatsizliğe, göçten kriptoluğa ve asimilasyonu kabullenmeye kadar oluşan tüm süreçler aslında bu milletlerin aynı amaca hizmet eden itiraz biçimleriydi, refleksleriydi.

Toplumun neredeyse tamamını oluşturan bu unsurların tek istediği “yurttaş” olmaktı.

“Sıradan yurttaş.”

Yurttaşlığın ötesinde paye alan ‘Beyaz Türkler’ gibi bile değil, onlar ayrıcalıklı olsunlar, bu katlanılabilir ama en azından kendileri de “sade bir yurttaş” olsunlar.

Düne kadar bir asır boyunca Müslümanlar devletin kendilerini yurttaş olarak görmesini istedi.

Aleviler devletin kendilerini yurttaş olarak görmesini istedi.

Ermeniler devletin kendilerini yurttaş olarak görmesini istedi.

Kürtler devletin kendilerini yurttaş olarak görmesini istedi.

Devlet “yabancı” üstelik “gavur” olduğu için bunların tamamına itiraz etti. “Nankörler daha ne istiyorsunuz dedi. Neyiniz eksik dedi. Devlete karşı gelinir mi? Hepimiz kardeşiz. Sizi kovan mı var? Eski zamanlardan beri bir arada yaşamaya alışmışız niye başkaldırıyorsunuz” dedi.

Devlet kilitlenince toplum ayağa kalktı. Türkiye’de “halk devrimi” gerçekleşti.

Bu süreçte Müslümanlar devleti dize getirdi. Kürtler devleti dize getirdi.

Devlet Alevilerin önünde de dize gelmeli.

Devlet Ermeniler önünde de dize gelmeli.

Burada yeni Türkiye’nin iki kurucu unsuruna (Kürtler ve Müslümanlar) sorumluluklar düşüyor, öncelikle onlar büyük bir basiret göstermeliler. Yeni Türkiye’yi inşa ediyor, bıçak sırtı devlete yerleşiyorlar ve devletin netameli dilini kullanıyorlar.

Bu süreç boyunca unutulmamalı ki Aleviler ve Ermeniler aynı mağduriyetten geliyorlar. Unutulmamalı ki Aleviler ve Ermeniler toplumun Müslümanlar ve Kürtler gibi kadim temel unsurları, adalette azlık çokluğa bakılmaz, hiç farkları yok!

Bu nedenle Müslümanlar ne aldıysa, Kürtler ne aldıysa; Aleviler de tamamını almalı, Ermeniler de tamamını almalı.

Bugün yeni iki kurucu büyük unsur (Kürtlük-İslamlık) devletleşiyor.

Haklarını ve ödevlerini yerine getirmediği halde eski devlet gibi/empatisiz, hoyrat, kaba bir aşık gibi “hepimiz kardeşiz daha ne istiyorsunuz, hadi bir an önce helalleşelim bitirelim, her şeyi unutalım” mantığı ve hülyasında olurlarsa devrim tamamlanmaz.

Ermeni ve Alevi toplulukları asla tatmin olmazlar, “düzelmezler.”

Her ikisi için barış şartları konuşulmadan “kardeşlik olmaz.” Güven koşulları gerçekleştirilmeden “helalleşme olmaz.”

Öz ve temel sorumlulukları yerine getirilmeden atılacak her adım boşa düşer.

Sessiz devrimin öncüsü İslamcılık, kendisinin artık devlet olduğunu düşünürse büyük yanılgı yaşar, bu toplumdan kopuşun ilk adımıdır. En büyük devrim devlet yok toplum var demektir.

Devlet olgusu bir fantezidir. Olmayan ama olduğu ile ilgili yoğun spekülasyon yapılarak topluma ayar verildiği Demokles’in kılıcıdır. Değerli entelektüel Ahmet Özcan’ın belirttiği gibi devlet bir “evhamdır.”

Devlet diye bir şey yoktur, hiç olmamalıdır. Toplum vardır, sonsuza kadar da böyle kalmalıdır. İslamcı gelenek bunu başardığında kalıcı olabilecektir.

Devrim devleti ele geçirmek değil, bu Fethullahçılıktır, fitnedir, fesattır, haysiyetsizliktir. İslamcılık en büyük sınavını Fethullahçılığı yıkarak vermiştir. Benzer bir hatayı kendileri tekrar etmemelidir. Devrim devleti topluma teslim etmektir, başka bir ifadeyle devleti “toplumun içinde” kurmaktır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 23 Nisan 2014 günü, 1915 Ermeni olaylarının yıldönümüne (bugün) ilişkin Cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştiren, ulusal ve uluslararası kamuoyunu derinden sarsan iyi hazırlanmış yazılı mesajı bu anlamda umut verdi.

Ancak Başbakan’ın Ermeni olaylarının yıldönümü münasebetiyle ne söylediğinden çok MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu mesaja karşı söyledikleri daha dikkat çekti.

Tam kötü tam iyinin varlık sebebidir. Türkiye’nin dönüşüm sürecinde MHP tam bir düşman gibi davranıyor. Hırçınlık ve öfkede İşçi Partisi’ni bile geride bırakıyor. İlginçtir ve nedense Yeni Türkiye olgusunun içinde ne varsa bir kaşık suda boğmak istiyor.

Bahçeli’nin şu açıklamasına bakar mısınız?

TBMM'nin 94'ncü kuruluş yıldönümünün kutlandığı önemli ve tarihi bir günde Başbakan'ın yalana dayalı '1915 Olayları'na ilişkin köhne mesajı milli vicdanlar tarafından şaşkınlık ve öfkeyle karşılanmıştır. Türkiye'nin milli meselelerine bu denli yabancılaşmış, tarihi hakikatleri çarpıtarak pusuda bekleyen mihrakların eline bu kadar koz verme merak ve amacında olmuş ikinci bir siyasi şahsiyete rastlanmamıştır"

Devamı da şaşırtıcı: “Başbakan'ın, sözde soykırım çetelerine ikramda bulunmasının, milli tez ve iddialardan taviz vermesinin bedelini ödeyeceği günler uzak değildir.”

Şimdi bu nedir? Kötü devlet tam da budur. Fasit dairenin kurbanı olmak, köhneye sarılmak, kötü devlet adamı olmak da budur. Bahçeli’den burada da makuliyetini göstermesi beklenir.

Artık yeni Türkiye’nin inşa sürecinde toplum devlet iç içe geçmelidir.

Bu da toplumu oluşturan unsurların tamamının “eşit yurttaşlık” temelinde buluşmasıdır.

Türkiye Ermeni bir bakan, Reha Çamuroğlu’nun ifadesiyle Alevi bir Ak Partili il başkanı görmeye hazırlanmalıdır.

Milli İrade, Milli Mücadele, Millet, Mili Dava tanımlarında yolun başı, kat edilecek çok mesafeler var.

Bir Alevi, bir Ermeni, bir Müslüman, bir Kürt bu toprakların asli unsuru olduğunu yüreğinde hisseder ve bu duygu anayasal olarak da güvence altına alınırsa ancak toplumsal barış yeşerir.

Öyle görünüyor ki, toplum ve devlet olarak en büyük görev, sessiz devrim süreci kazanımlarını ve daha fazlasını garanti altına alacak “devrim anayasasının” yapımının ne pahasına olursa olsun gerçekleşmesi için gece gündüz çalışmaktır.

omeraltass@gmail.com