Müslümanlar Batıdaki insanî damarla buluşmalı

Irak işgaline karşı Londra’da, Paris’te, New York’ta milyonlarca insan yürümüştü. İşte bu insanlık damarıyla bir şekilde buluşmak, ortak insanlık ideallerini paylaşmak mümkündür diye düşünüyorum'

VAN 13.05.2013 11:25:24 0
Müslümanlar Batıdaki insanî damarla buluşmalı
Tarih: 01.01.0001 00:00
Ahmet Özcan

Türkiye büyük bir darboğazdan geçerken öbür taraftan üzerindeki eski devlet alışkanlıklarını terk ediyor. Bu zor ve çetin yolda Türkiye’nin dikkat etmesi gereken pek çok şey var. Biz de bu hafta Türkiye’nin içinde bulunduğu dünyadaki değişimin geriplanını Yazar Ahmet Özcan’la konuştuk. Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilişi, Derin Devletin ve Muhalefet Geleneği gibi kitapların yazarı olan Özcan, Ortadoğu’da yaşananları Batı’nın iç savaşının uzantısı olarak okuyor…

İslâm Dünyasında yaşanan kaosun müsebbibi olarak Batı gösteriliyor. Siz buna katılıyor musunuz?

19. yüzyıldaki sömürge savaşları ve 20. yüzyıldaki iki büyük dünya savaşı, Batı’nın kendi içindeki paylaşım savaşlarıydı. Ve bu savaşların galipleriyle mağlûplarının hesaplaşması hâlâ devam ediyor. Sömürge paylaşımı temelinde yürütülen bir savaşta tabiî ki sömürgeciler arası paylaşım kavgası olur. İslâm dünyası, özelde Osmanlı, bu anlamda Batının hiçbir zaman rakibi olmadı. Dolayısıyla Batı’nın iç savaşının tarafı değil, mağduru pozisyonunda oldu. Osmanlıyı yıkan I. Dünya Savaşı, 1907 Ravel Buluşması ve sonra 1916 Sykes-Picot anlaşmalarının da gösterdiği gibi, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’yu paylaşma amacına matuftu. Bu savaşlarda taraflar Almanya ile İngiltere ve bağlaşıklarıydı. Avrupa, ister Katolik-Protestan diye bakın, ister Anglosakson-Germen diye bakın, kendi içinde bölünmüş bir güçtür ve 20. yüzyılın ilk iki yarısında bu iki kampın sebep olduğu tahribat sonrası aralarındaki hesaplaşmayı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa dışına taşımışlardır.

Yani İslâm dünyasında yaşanan karışıklıklar da Batı’nın iç çekişmesinin bir sonucu mu?

Avrupa’nın genel güvenliğini sağlayarak, başkalarının topraklarında ve başkalarının çocukları üzerinden kavga etme tekniği geliştirdi. Soğuk savaş boyunca Batı dışı dünyada gerçekleşen bütün çatışmalar ve iç savaşlar bu tekniğin ürünüdür. Örneğin 1970’lerde Türkiye’deki sağ-sol kavgası, tamamen Batının iç savaşıydı. Kürt sorunu da bir yönüyle aynı savaşın bir uzantısıydı. Ortadoğu’daki Filistin sorunu da öyle… Osmanlı mülkünde petrol olmasaydı, bu topraklar bu kadar acı çekmezdi.

Siz yeni ve adalet temelli bir düzen için Batılı insanların kendi ülkelerindeki sisteme itiraz etmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Müslüman dünya bu insanları nasıl kazanabilir?

Biz Müslümanlar Allah’ın ruhundan üflediği insanın aziz olduğuna inanırız. Ve Allah, herkesin Rabbi olarak kimseye ayrıcalık yapmamıştır. Dolayısıyla insanlık tözü Batılı halklarda da geçerlidir. Her zaman sistemlerle halkları ayrı düşünmek gerekir. Bence Batıda insanlık adına, vicdan ve adalet adına çok güçlü bir damar hâlâ yaşamaktadır. Ama Batı içinde her tür haksızlığa, sömürgeci savaşlara bu damardan itiraz gelmektedir. En son Irak işgaline karşı Londra’da, Paris’te, Newyork’ta milyonlarca insan yürümüştü. İşte bu insanlık damarıyla bir şekilde buluşmak, konuşmak ve ortak insanlık ideallerini paylaşmak mümkündür diye düşünüyorum. Bunun için ortak insanî değerleri, adalet, özgürlük ve ahlâkı üstün tutan bir evrensel mücadele diliyle konuşmalıyız.

Ortadoğu’da varolan sömürgeci düzenin Osmanlı toprakları üzerine inşa edilmiş gecekondular olarak tanımlıyorsunuz. Sizce bu gecekondulara iskân mı verilecek yoksa tamamen mi kaldırılacak?

Batının son haçlı seferi olan I. Dünya Savaşı sonrasının İslâm dünyasında sebep olduğu en önemli tahribat, kendimize olan güveni yıkmaktı. Hâlâ bu yıkım sürüyor. Bugün, hem Türkiye’de hem Arap devrimleriyle bütün Ortadoğu da yaşanan değişim işte bu güveni yeniden tesis etmenin fırsatı olarak görülebilir. Dolayısıyla Osmanlı mülkündeki sahte gecekondu devletçikleri birer birer yıkıp, yerine yeniden sahici bir İslâm uygarlığı inşa etmenin hedefiyle konuşmalıyız. Artık Batılı sömürgecilerin kendi aralarındaki kavganın malzemesi değiliz. Ve Şimdi Batılı güçlerle masaya oturan, pazarlık eden bir taraf pozisyonundayız. Bu nedenle 21. yüzyılı, geçen yüzyılın yıkımlarını durdurmak, yaraları sarmak ve tekrar kendimize ait mülkün efendisi haline gelebilmek için iyi değerlendirmeliyiz. Batıyla hesaplaşmanın bu aşamasında öncelikli hedef, sykes-picot haritasını yırtıp atmak, küçük ve sahte tüm devletçikleri ortadan kaldırmak ve Adriyatik’ten Yemen’e kadar bütün doğal vatanımızda sosyal, ekonomik ve kültürel entegrasyonu sağlamak olmalıdır. Siyasî entegrasyon en son nokta olacaktır.

Ortadoğu’da İran’la Türkiye’nin birlikte hareket etmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Kimisi de tarihin Perslerle Osmanlılar arasındaki rekabet üzerine yazılı olduğunu söylüyor…

İran, Safevi döneminden beri kendini bölgeden izole edip, pers döneminden kalma İran-Roma rekabetini Osmanlı’yla sürdürmeye çalışmıştır. Ne zaman bu politikaya yönelse, bölgede istikrarsızlık artmıştır. Ama diğer yandan hem Selçuklu’nun hem Osmanlı’nın kuruluş dönemlerinde, hem de cumhuriyetin başlarında Osmanlı ve Türkiye’nin barış, uyum ve işbirliği içinde olduğu daha uzun dönemler vardır ve İslâm uygarlığı bu dönemlerde gelişmiş, bölgesel barış bu ortamda gerçekleşmiştir. Yani her şeyden önce tarihte İran-Türkiye ilişkisinde barış ve işbirliği dönemlerinin daha fazla olduğunu ve bütün bölge adına bu dönemlerin her iki taraf içinde daha hayırlı olduğunu hiç akıldan çıkartmamak gerekir.

Çatışmalar neden doğmuştur?

Rekabet ve çatışma dönemleri ise genellikle İran’ın kendini bir dış tehdit içinde algılaması sonrası tehdidi kendi sınırları dışında karşılama amaçlı bölgesel istikrarsızlık politikalarından doğmuştur. Bugün de ABD ile olan husûmetinden bir varoluş kaygısı türetip bütün bölgede istikrarsızlığı körüklemekte, bu amaçla Suriye’de Müslüman katliâmına ortak olmaktadır. İran’ın bu varoluş kaygılarını dindirmenin yolu, İran’ı bölgeye entegre etmek, başka topluluklarla birlikte yaşamayı ve geçmişteki savaşların travmalarını atlatmalarını sağlamak olmalıdır. ABD, İran’ın işte bu korkularını kullanarak sürekli bir tehdit pozisyonunda İran’a istediğini yaptırmaktadır. Afganistan ve Irak işgallerinde birlikte hareket etmelerinin nedeni de budur. İsrail-İran ağız dalaşı da aynı oyunun bir parçasıdır. Şimdilerde aynı tiyatroyu Suriye’de oynamaktadırlar. Bu oyun ABD’nin işine gelebilir, ama son tahlilde ABD bölge dışı bir güçtür ve yarın çekip gidecektir. Ama İran, bugün bu tiyatro sayesinde elde ettiği politik kazanımlarını baki zannetmemelidir. İslâm dünyasının nefretini kazanarak elde edeceği stratejik fayda, uzun vadede İran’ı bitirir. Bu manada Türkiye, İranla daima işbirliği içinde olmalı, İran’ı normalleşmeye ve Batıyla oynadığı sahte çatışma tiyatrosu yerine, Türkler ve Araplarla birlikte büyük bir ortak uygarlık havzası inşa etmeye teşvik etmelidir.

Tabiri caizse başımızın belâya girmemesi için bölgedeki karışıklığın Batıya ihraç edilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapabiliriz?

Biz Müslümanız. Hiçbir masum insanın hem de kendisini ilgilendirmeyen çatışmaların malzemesi yapılmasını istemeyiz. Benim kastım şu; örneğin Türkiye ve İran rekabet edecekse, bunu Suriye’de, Irakta, Kürtler üzerinde değil, Avrupa’nın, Batının çıkarlarını da manipüle edebilecek yöntem ve tekniklerle onların tarlasında yapmalıdır. Örneğin ABD’de Hispanikler ve zenciler, bütün Latin Amerika’da yerli halklar, Afrika’da mazlûm halklar, Avrupa’da insanlık ideallerine inanan kesimler, Türklerin, İranlıların ve Arapların tebliğe muhatap kitleleridir. Gidip oralarda böyle bir hayırlı rekabete tutuşmak mümkündür meselâ. Bazı Arap İslâm hareketleri de bu yönde çalışıyor. Yine ekonomik yatırımlar konusunda da artık bu coğrafyalara yönelerek kalıcı hamleler yapmak lâzım. Ama mezhepçi kışkırtmalarla halklarımızı yeni felâketlere mahkûm eden kim olursa olsun, kaybedecektir.

Türkiye şu anda bölgesel bir güç haline dönüştü mü? Kimisi de Türkiye’nin Amerikan politikalarını bölgede yürüttüğünü söylüyor. Katılır mısınız?

ABD, bölgeden askerî olarak çekiliyor. Ekonomik çıkarlarının da salt ekonomik değil, küresel stratejik hedefleri bağlamında bir manası var artık. Örneğin ABD, Avrupa ve Çin’in bölgede güçlenmesini istemez. Bu bağlamda ABD’nin bölgeye dönük maksimum hedefinin, küresel oyunda Ortadoğu’yu rakiplerine kaptırmamak, ama tamamen kendi kontrolünde de tutmamak olduğunu düşünüyorum. Zira Ortadoğu’yu tamamen kontrol etmenin maliyetinin diğer bir çok stratejik havzadaki rekabette kayba yol açtığını gördüler. Bence 21. yüzyılda küresel oyun, daha çoklu, daha ittifaklar içeren, daha değişken bir diplomasiyle şekillenecek. Bu bağlamda, sorunuzda ima ettiğiniz ABD politikalarının yürütücü taşeronluğu gibi mutlak hakim-mutlak taşeron ilişkisine dayalı ilişkiler olmayacak. Çünkü yeni dünyada sınırlar yok. Diyarbakır’ın, Gazze’nin, Tebriz’in, Üsküp’ün bir köyünde internete bağlanıp mal alıp satabiliyor, arkadaşlar edinebiliyorsan, dünya politikalarının da buna paralel bir formata kayacağını da hesap etmelisin.

Bu tabloda Türkiye’yi nasıl okuyorsunuz?

Türkiye, kendi özüne, değerlerine, halkına dayanarak yapacağı her şeyin bereketini fazlasıyla almaktadır, alacaktır. Mesele bu kadar basittir. Kendinize dayanarak, halka güvenerek, insana inanarak yaptığınızı her işin meyvesini Allah nasip eder. Bugün yapılan aslında sadece budur. Ne zekice projeler, ne gizli planlar, ne komplolar olan biteni izah edemez. Sıradan güçsüz mağdur insanlara biraz imkân verilince doğal bir hareketlenme yaşanmaktadır ve tabiî ki böylece kendine güveni gelen toplumlar hafıza tazeleyip özlerine dönmektedir. Aksi halde tarihte var olan koca koca imparatorlukların, firavunların nemrutların basit nedenlerle nasıl yıkılıp toz toprak olduğunu da anlayamazsınız. Bugün tarihin gündönümüdür ve herkes hem imanıyla, hem Allah’la hem de birbiriyle sınavdadır. Türkiye de aynı şekilde bir sınavdan geçmektedir ve doğru işler yaptıkça bunun meyvelerini alacak, sadece bölgesel değil, küresel bir güç olacaktır.

İsrail’le yaşanan son Mavi Marmara ve anlaşma görüşmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsrail, Batı adına Yahudi sorununu kendi dışlarına atarak çözme ve stratejik olarakta Batı işbirlikçisi diktatör rejimlerin varlığını meşrûlaştırma projesinin adıdır. Bugün batı artık bir Yahudi sorunu yaşamamaktadır. Ayrıca Arap baharıyla da Batıcı laik diktalar yıkılmıştır. Dolayısıyla İsrail projesi bitmiştir. Batı adına bir önemi kalmamıştır. Bundan sonra İsrail’in varlık şartı, Türkiye’nin Batıyla ve bölge halklarıyla ilişkilerinin gereklerine bağımlı hale gelecektir. Eğer Yahudiler bölgede huzur içinde yaşamak istiyorlarsa önce buna Türkiye’yi ikna edecekler, sonra bunun gereklerini yapacaklar. Batıdan aldıkları desteğe güvenip, küresel finans güçleriyle eski oyundaki rollerine devam ederlerse, sonları büyük Sultan Selâhaddin’in fethettiği Kudüs veya Osmanlı’nın yıktığı Bizans’ın sonu gibi olacaktır. Mavi Marmara, tıpkı Türkiye’deki, İran’daki, Suriye’deki, Mısır’daki eski düzenlerin adamlarının süreci bir türlü anlayamaması gibi, Yahudilerin bir türlü kavrayamadığı bir eşiktir. Bu eşiği aşmaları için, dünyadaki değişimi, Türkiye’deki değişimi ve halklarımızın yeni bin yıla özgüvenle girme iradesini iyi kavramaları gerekir. Bunu kavrayıp gereğini yaparlarsa bir süre daha bölgede varolabilirler. Aksi halde, bölgedeki her haçlı krallığı gibi ömürleri ortalama 80 yıldır ve İsrail’in ömrü de bu süre dolunca bitecektir.

H. HÜSEYİN KEMAL/YENİ ASYA