Müslüman seçmenin günümüz Siyasetini analizi

Türkiye, dünya ölçeğinde Müslüman bir medeniyetin devamı olan bir ülke. Tarihi ve sosyolojik açıdan bunu herkes kabul ediyor. Özellikle, son onbeş yıldır dünya siyasetinde İslami hassasiyetleri de açıkça dile getiren bir dev

VAN 10.07.2018 09:27:10 0
 Müslüman seçmenin günümüz Siyasetini analizi
Tarih: 01.01.0001 00:00



Afganistan, Filistin, Myammar, Suriye  gibi zulümlere maruz kalan toplumlarda,  askeri ve ekonomik  desteğiyle de büyük  bir  çabayı ortaya koydu.  Ülke içinde de,  müslümaların aşağılanmasına ve yeniden  itibar kazanmasına yol açan bir politika izledi. Mazlum ve mağdur ülkelere, ciddi maddi ve ekonomik ve askeri desteklerde bulundu.  Hükümet, Başörtüsü, din dersleri  ve bazı batıcı  ve  dini  aşağılayıcı konularda da  önemli  düzenlemeler yaptı.

Peki, bütün bu gelişme ve olaylar içerisinde  Türkiye, nasıl bir siyasi gelecek ile yüzleşmek durumunda kalabilir?  Türkiye, Batı'nın  önemli  merkezlerinin veya  yorumcularının söylediği gibi  Osmanlı'yı diriltme çabasında  başarılı olabilir mi?  Veya, Hilafet devleti'ni kurma yönünde  ciddi  çabalar içine girebilir mi?

Bütün bu sorulara, yabancılar veya  günü kurtarma  ve hükümete toz kondurmama  çabası içinde olanlar konuyu geçiştirici veya daha radikal  cevaplar verebilir. Fakat, bir sosyal bilimci olarak  gerek akademik ve gerekse sosyal  dünyada bu konuda çeşitli  düşünce ve  tartışmalara yer vermeyi düşünüyorum.  Dolayısıyla bu görüşlerin, birçok siyasi,  gazeteci veya araştırmacı tarafından da  rahat ve  kolayca  sunulabileceğine de ihtimal vermediğim için, çoğunu samimi olarak ve gerçeklerle bağlantılı olarak gördüğüm bu görüşlerin yetkili merciler tarafından dikkate alınarak değerlendirilmesinin faydalı olacağına inanıyorum.  Bununla hükümetin politikalarını ne tamamiyle karalamak ve ne de tamamiyle onaylamak gibi, bir "taraftar mantığı" içinde  sunmak  niyetinde değilim.

Öncelikle  bu düşünce kaygılar, Müslüman olan kitlenin  okumuş,  düşünen, gelecek  için samimi olarak kaygı duyan kesimlerinden gelmektedir. Bunları dile getirmek, sorumluluk duygusuyla yapılacaktır.

Öncelikle bu kesimler, hükümeti teşkil eden Ak Parti'ye, parti olarak değil; kendi  dini ve ahlaki düşüncesine, yaşama  hürriyetine imkan sağlaması bakımından oy vermiş  gruplar olarak ortaya çıkmaktadırlar.

Bu görüşlerin en baskın olanı, Ak Parti'nin,  sosyal sistemde toplumun çoğunluğunun benimsediği  İslami kuralları pratiğe geçirme konusunda somut bir  tutum ortaya koyamadığını ve  hatta müslüman kesimin temel haklarını dikkate almadığını düşünmektedirler. Bu konuda; eğitim, kültür, medya  ve  ekonomik   sistem konusunda uygulamaların kesinlikle yeterli olmadığını  ifade etmektedirler. Bunun yanında, toplumun değer ve inançlarına aykırı olan kural ve uygulamalara devam edildiğini belirtmektedirler.  Böyle bir tavra, elbetteki  Ak Parti'nin  kendini muhafazakar olarak ifade etmesiyle bir anlamda karşılık verilebilirse de,  müslüman halkın  demokratik sistemde  de olsa,  hristiyan ve museviler gibi  kendi hak ve geleneklerine saygı duyulmasını ve yaşama tarzını  dikkate almaları gerektiğini  söylemektedirler.  Bu kesimler daha ileri giderek,  eğitimde, medyada, dini görevlerin  ve ahlaki  kuralların yaşanmasında  bazı ülkelerdeki azınlıklardan daha az haklara  sahip olduklarını dile getirmektedirler.

Ak Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çeşitli konuşmalarında ifade edilen dini kavram ve kuralların,  eğitim, ekonomi ve hukuk gibi  kurumsal yapılarda  karşılığının olmaması dolayısıyla, bu ifadelerin müslüman kesimi yanında tutmak için  kullanılıp kullanılmadığı   konusunda tereddütler yaşadıklarını belirtmek gerekiyor.  İslamın, bir sistem olarak Türkiye'de kabul edilmesi bir yana,; İslamın olmazsa olmaz bazı kurallarının  yerine, İslam ahlakına ve toplumsal geleneklere  aykırı kural ve uygulamaların her geçen gün  sistemin birçok alanında yer aldığını  üzülerek gören ve  Ak parti'nin  söylemleri ile eylemleri arasında bağlantı olmadığını belirtenler  oldukça fazla  sayıdadır.

Akademisyen, araştırmacı  ve fikir adamı  denilen gruplarda ise,  şöyle bir  eleştiri  ağırlık göstermektedir.  "Biz, İslami değer ve  kuralların  her toplumda uygulanabileceğine inanıyoruz. Fakat,  bu uygulama  hükümet ve onun lideri tarafından gerçekleştirilemiyorsa da, bizim bilgi,  ahlak, aile, hukuk ve  ekonomik hayatla ilgili   değerler ve kurallarımızın ne  zararı var ki, bunların gerçekleşmesine izin verilmiyor?  Ahlaki, ekonomik ve  medya  ve sanat alanlarında her an  inanç, ahlak ve kültürümüze  saldırı ve hakaret varken,  batı'nın bütün  düşünce, sanat ve kültür ürünlerine  alabildiğine destek ve imkan verilirken,  müslümanların  ihtiyaçlarına cevap verilmemesi ve engellerle karşılaşılması, hangi  düşünce ve hukuk kuralı ile izah edilebilir? Ayrıca bu zevat,  İslam tarihinde siyaset alanında çok ilmi ve pratik siyaset kültürü ve uygulaması ortadayken, neden bu  bilgilerden istifade edilemediğini ve basit açıklama ve mantık   oyunları yapıldığını da  sorgulamaktadırlar. 

Bu konuda şöyle bir hatırlatma yapılabilir: Malezya'da, Müslümanlar çoğunlukta olmamalarına rağmen, hükümet  eğitim, ahlak, hukuk  ve ekonomi alanında müslümanların inanç ve ahlak kurallarına uygun bazı düzenlemeler getirmişti.  Bu uygulamalara, sadece müslümanlar değil, müslüman olmayanlar bile olumlu bakmış ve takdir etmişti.

Sonuç olarak Türkiye'de  Müslüman kitle,  Erdoğan'ın liderliğindeki  Ak Parti  hükümetlerinin, oy tabanlarının  yaklaşık % 20'sine sahipken,  bu kitlenin hak ve isteklerinin ne zamana kadar erteleneceğini  ve toplumda  bilgi, kültür, ahlak  ve sosyal değerler konusunda  batı'nın   kurum ve anlayışlarını   nereye kadar sürdürüleceğinin cevabını bekliyor.

Bu arada şöyle bir gerçek var ki, Erdoğan'ın başındaki Ak Parti,  mevcut yapısı, bürokratik kadrosu ve milletvekili niteliği ile  birkaç seçimdir,  müslüman topluluğun  hayati  ihtiyaçlarına ve  taleplerine cevap verememesi sebebiyle  "kerhen" oy  alabilmiştir. Bunda, Ak Parti'nin yüksek kadrolarında kişilerin çoğunda varolan kendini beğenmiş, başkalarına ihtiyaç duymayan bir gurur ve  kendi insanına karşı dürüst olmayan bir tavrın hakim olduğu da çoğu kişi tarafından dile getirilen şikayetlerdir.  Dolayısıyla, her yeni seçimde; yukarıdaki  beklentilerin karşılanmaması, Ak Parti'nin son seçimde  olduğu gibi, başka partilere giden oy kaybının daha fazla artabileceğini ve Ak Parti ile ulaşılmayan hedeflerin, partiyi destekleyenleri  yeni arayışlara yöneltebileceği  ciddi bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır.  Bazı  önemli  kişiler, son seçimde Ak parti 'nin kendisine değil, Türkiye'nin yabancı ellere gitmemesi için  hükümete oy verdiklerini söylemektedirler.

Bütün bunlara ilaveten, dünya ve Türkiye'nin şartları artık siyasi  hareketlerin kişi ve grup dinamikleriyle veya partici  mantığı  ve  sloganlar  eşliğinde ve "kitlelerce taraftarlıkla"  yürümesinin mümkün olmadığını ve güçlü bir siyasi kültür, bilgi  ve ahlaki felsefe  ile toplumla istişare içinde  yürüyen bir yapıya sahip olmasını gerekli  kılmaktadır. Bu tür  temel kriterlere uymayan siyasi hareketlerin, uzun soluklu olamayacağı anlaşılmıştır.

Prof. Dr. Sami ŞENER