Müslüman aydınların kaderi ve Kaşıkçı

Ergün Yıldırım

VAN 14.10.2018 12:38:32 0
Müslüman aydınların kaderi ve Kaşıkçı
Tarih: 01.01.0001 00:00

Cemal Kaşıkçının başına gelenler, bize Müslüman aydınların yaşadıklarını anlatıyor. Çünkü Kaşıkçı hem ülkesinde hem de dünyada tanınan bir aydın. İslam toplumları üzerine düşünen bir zihin. Meselelerle yakından alakadar oluyor. Devletle üst düzey çalışmalar içinde olsa da aydın kimliğini her zaman korumaya özen gösteriyor. Düşünen, okuyan, yazan ve Müslüman toplumların meselelerini çözmek için koşup duran bir şahsiyet.

Kaşıkçı devlet bürokratlarıyla ilişkileri olmasına rağmen bağımsız davranarak düşünmeyi tercih eden bir aydın. Fikirlerini söylemek ve yazmak istiyor. Kendisini muhalif olarak da konumlandırmıyor. “Ülkemde tutuklanan yazarlar, ekonomistler muhalif de değiller sadece bağımsız kafalardı. Kendime de muhalif demek istemiyorum. Ben sadece bir yazarım. Fikirlerimi söylemek ve yazmak için özgür bir ortam istiyorum”. Ancak bu kadar ince bir konumlanmaya bile tahammül edilmiyor. Çünkü İslam dünyasında aydınların bağımsız durabileceği düşünce alanları ve iklimleri çok kırılgan. Kabileye, mezhebe, cemaate, devlete ya da muhalif yapılara eklemlenmeleri onların kaderi. Kolektif yapılara dayanmadan var olmalarına imkan verilmiyor. Hatta son zamanlarda iki seçenek sunuluyor aydınlara: Ya isyancılardan yanasınız ya da diktatörlerden. Üçüncü, ara, alternatif ve tarafsız( hakikate taraflı ama) bir yaşama alanına yer imkan bırakılmıyor. Kaşıkçının başına gelen de budur. Ona diktatörlükten yana olması isteniyor. “Ya bizdensiniz ya da düşmanlarımızdan” tezi dayatılıyor. Aksi halde varlığına tahammül edilmiyor.

Müslüman aydınların iki yüzyıllık trajedisidir bu: Ya bizdensiniz ya da düşmanlarımızdan. Düşünmenin soluğunu kesen bir kılıçtır bu. Kudretin kılıcı. Hakimiyetin ve hükümranlığın kılıcı. Burada aydınların kaderi “müstağripleşmek”ten geçer. Firari aydın konumuna düşer. Ya da diktatörlerin yanında yer almak. En hafif deyimle sürgün hayatını yaşamak zorundadır. Hicret eder topraklarından. Mehmet Akif bunu yaşadı. Kaşıkçı da müstağripleşmeyi aşmak için ülkesinin vatandaşlığını bırakmadı. Hem uzak diyarlarda edindiği çevreyle diktatörlerin müdahalelerinden korunmak istedi hem de ülkesi ile bağlarını sürdürmek. Ne garpzade olmak istedi ne de saray mollası! En zor seçeneği tercih etti. Kendi düşünme yolunu özgürce sürdürme cesareti…En affedilmeyecek yoldu bu. Çünkü düşünen ve bağımsız durmak isteyen Müslüman aydınlara bir yol açıyordu. Onlara yeni bir model sunuluyordu.

Suud Hükümeti, Muhammed B. Selman ile “ılımlı islam” projesini harekete geçirmişti. Radikalizmden, siyasal islamdan ve isyanlardan uzak bir Müslümanlığı temsil etmek istiyordu. Batılı dostlarının korkularını aşan bir Müslümanlık modelini ortaya koymanın peşindeydi. İŞİD’e, El-Kaideye alternatif benim diyordu. Kadınları sembolleştirerek özgürleştirme siyasetlerini uyguladığını batıya gösteriyordu. Bir açıdan “demokratik islam”ın Ortadoğu’daki aktörlüğüne soyunma gösterisiydi bu. Kaşıkçı bunun soytarılık gösterisi olduğunu yazdıklarıyla ifşa ediyordu. Ne radikaldi ne de siyasal İslamcı. Ne El Kaide’den yanaydı ne de diktatörden. Demokrasiyi savunan, liberal demokratik değerleri benimseyen ve İslam hissiyatına da sahip bir entelektüeldi. Bu duruşu ve söylemleri ile Batılı entelektüel ortamda dikkat çekiyordu. Ancak Suud rejiminin soytarı gösterisini ifşa ediyordu. Bu özgürlük açılımlarının demokrasiyle alasının olmadığını Batı kamuoyuna yazıyordu. İslam toplumlarının geleceğinin gerçek hukuk devleti, özgür düşünme ve demokrasi ile bütünleşerek var olabileceğini söylüyordu. Bunlar soytarı gösterisini “büyü bozumuna” uğrattı. Güzel kadınların egzotik çöllerde kırmızı renkli arabalarını hızlı sürerek ürettikleri özgürlük imgelerini ters yüz etti. Arap Kadın Forumu, kadınlara şoförlük hakları… Hepsi de kadınlar etrafında yürüyen pop özgürlükler! Ancak öte yandan alimler ve entelektüeller, muhalifler ve yandaş olmayanlar ya hapisteydi ya da katlediliyordu.

Kaşıkçı, bu iki yüzlü siyasetin reformla alakası olmadığını dünyaya yazıyordu. Maskeyi yırtıyordu. Müslüman aydınlara isyancılar ve diktatörlere yanında yer almadan düşünmenin ve davranmanın cesaretini veriyordu. Batı kamuoyuna M. B. Selman’ın maskelenen “bedevi vahşetini” gösteriyordu. Affedilmez suçtu bu! Müslüman entelektüellerin çağdaş dönemde yaşadıkları affedilmez suçlar… Bu nedenle Gannuşi onlarca yıl ülkesinden uzak sürgün hayatı yaşadı. Abdülkerim Suruş gibi bir filozof hala sürgün hayatında.

Aydın çağının ve toplumunun bilincinde olan şahsiyet. Hakikatle yaşayan ve hakikatle aydınlatan şahsiyet. Gerektiğinde riski alarak milletine seslenen ve onu dirilişe çağıran şahsiyet. Bağımsız düşünmeyi göze alabilen şahsiyet. Ölümüyle, sıkıntılarıyla ve sürgünleriyle milletine ibretler bırakan şahsiyet. Kaşıkçı da bu kervana katıldı. Artık onu yok edenler onu unutulmaz yaptılar.

Yeni Şafak