MUHALEFET

Edilgen bir duruma düşmemiz kaynaklarımızla doğru irtibatı kuramadığımız için aklımızın dumura uğramasından dır! Hakk’a gereği gibi teslim olamadığımız ve hakkı temsil liyakatimiz olmadığı için önümüzde sergilenen temsille

VAN 28.08.2015 10:08:00 0
MUHALEFET
Tarih: 01.01.0001 00:00
Sonraki anlamında ‘halef’, farklılık ve ayrı düşünce anlamında ‘hilaf’, bir fikre ve yapıya aykırı düşünce ve tavır üretme, siyasi çelişki anlamında ‘muhalefet’, dinî terminoloji ile bir türün yaratılarak öncekinin yerine yetkili kılınması ve/ya bir ümmetin iş ve işleyişini yürüten kişi ve kurum anlamında ‘hilafet/halife’ kavramlarını, kullanmakta ve kullanımlarına şahit olmaktayız.

Yazımıza konu olarak ise ‘muhalefet’, daha meşhur kullanımıyla karşılaştığımız, siyasi iktidara, herhangi bir kurumsal iştigal alanıyla alakalı olarak mevcut yapılanmaya, söyleme bir itiraz, karşı çıkış, eleştiri yanlışlama, söylemi ve yöntemi beğenmeme kısaca mevcudu değiştirip yerine yenisini ve farklısını getirme çabalarının genel adıdır.

İslami hareket sürecinde de bu kavram sıkça karşımıza çıkmakta ve fakat bizce, çok da yanlış olarak kullanılmaktadır. Kendi kavramlarımızı kullanamadığımız, kelimelerimizi özgürleştiremediğimiz, özgün ve kuşatıcı bir iletişim dili kullanamadığımız doğrudur. Bunlar doğru olmayınca kimlik ve kişiliklerimiz de doğru oluşmuyor. Eklektik ve reaksiyoner, müdahaneci, özür dileyici, alttan alıcı, dayatılan kavram ve gündemlere onlara bağlı ve bağımlı bir karşılık, tepki verme durumuna düşüyoruz. Bize bunları dayatanların istediği şekilde mücadele, -eğer sürüyor sayılırsa-onların kuralları ile onların sahasında, onlarca belirlenen sınırlar dâhilinde sürüyor!

Kelimeler kavramlar rengini nereden alırsa o tarz rengi muhataplarına yayarlar, bulaştırırlar. Kelime ve kavramların kendilerine ait bir anlam dünyaları vardır. Hayata, olay ve olgulara o gözle bakarlar. Onların içini ‘kendinizce’ boşaltıp doldurmanız neredeyse imkânsızdır. Mümkünlük sınırında olanlar da asla uygun olacak ve genel anlayışa zarar vermeyecek, nötr olarak alınabilecek olanlardır. Bunlar da çok sınırlıdır. Burada genel olarak sıradan bir günlük dili ve araçlarını kastetmiyoruz. Tarz belirleyen, din ve ideoloji anlamında olayı ele alıyoruz.

Orijinal dile vukufiyet, kendi muktesebatına dönük donanım, doğru bir tarih okuması, yaratılışı ve imtihanı tefakkuh etmek, muhatabın özelliklerinin, kapasitesinin, argümanlarının, tezlerinin, dilinin ve referanslarının farkında olmak kendi ayakları üzerinde durmak, etki oluşturabilmek adına önemlidir.

Hayat hep bir ‘mülk’ ve ‘iktidar’ eksenli olarak akıp gitmektedir. Her fikir ve ideoloji hâkimiyet kurmak, güç sahibi olmak, iktidarı elinde bulundurup olaylara vaziyet ederek, yönetmek, kontrol etmek iddia ve ideali taşır. Bu gerçek ve tartışılmaz yegâne din olarak İslam’ın da amacıdır. Burada hak olanla batıl olan, gerçek olanla sahte olan, ilahi olanla beşeri olan, tartışılmaz olanla göreceli olan, hakikat olanla nefsi ve zanni olan, aşkın olanla adi/süflî olan, değerli olup değer kazandıranla fiyatı/ ederi olan şeklinde bariz ve kıyas edilemeyecek derecede nitelik farkı olduğu aşikârdır.

Beşer kaynaklı olana, nicel olana, insan ilişkileri anlamında muamelat ve maslahata dayalı, insanın iradesine, çekip çevirmesine bırakılmış alanlarda ‘muhalefet’, eleştiri ve itiraz elbette mümkündür, olağandır, anlaşılabilir. Lakin ana hatları belirleyen, kırmızı çizgileri çeken, hayatı imtihan merkezli yaratıp insanları iradeleri ile donatıp elçi ve vahiyle de kılavuzlayarak başı boş bırakmayan külli ve aşkın irade, yaratıcı ve işleri tedvir eden, kayyum olan Allah ve buyrukları asıl olandır. Bunlara muhalefet edilmez! Bunlara muhalefet edene tavır alınır!

İslam asıldır! Kaynağı ve muhtevası itibarıyla aşkındır! Ona muhalefet, ilkin şeytan çıkışlı olduğu için şeytani bir tavırdır. Muhalif dil şeytana aittir. Müslüman’ın dili hak olana uygun olarak o hakkı hâkim kılmaya yönelik, asıl olanı savunma ve salık verme içeriklidir. Biz muhalefet etmeyiz, muhalif olmayız hak edince, layık olunca muhalefette görülürken dahi iktidardayız.

Hayatta en başında Allah’ın kanunları çerçevesinde başlamıştır. İnsan iradesi ile asıl olana muhalefet ederek yoldan çıkmış, istikametini kaybetmiştir. Müstağni ve müstekbir davrandığında, azmış, azdırmış, şeytanın adımlarını izleyerek muhalif olmuştur. Peygamberler tarihi bu yoldan çıkarıcı muhalefeti izale ederek yeniden mecrasına döndürme, kanalına kanalize etme mücadelesinin adıdır. Arızi olanı giderip asıl olanı ikame etmek, batılı yok edip hakkı hâkim kılmak mücadelesi…

Batıl Batının neyine muhalefet edeceğiz? Bir değer mi ortaya koymuş, bir medeniyet mi tesis etmiş, hak ve hakikatten bir kırıntı mı taşıyor ki ona değer verip kale alalım?! Beğenmediğiniz, cahiliye diye tesmiye ettiğiniz bedevilerin dahi bir iç hukukları (Hukuk diyoruz, neticede öncesinde İsmail ve İbrahim peygamberlerin izleri var!), ilkeleri, erdemli dayanışmaları, eman müesseseleri var! Şöyle veya böyle! Bugünkü batıl da esasen o cahiliyyenin bir uzantısı, çağdaş versiyonudur, olsa olsa! Her değeri fiyatla ölçerek nicel hâle getirmiş, matematik/sayılar ve nicelikler, çıkar konusu kılmıştır. Hakkın gücünü inkâr ederek ‘gücün hakkını’ talep eder ve dayatır olmuştur! Bunlar ıslah ve ihya edilmez, asla icra için imhası gerekir! Ekin/kültürü ve nesli bozan, nesneleştiren, sömürüye alet kılan bozguncuların neyine, ne adına muhalefet edelim! Bu ihtilaflar, ayrıntılar kabilinden değil ki! Ufak tefek şeyler değil ki! Yenilir yutulur cinsinden, affedilir, görmezden gelinir zelleler değil ki! Kastı mahsusa ile büyük cinayetler, katliamlar, cürmü meşhudlar ile karşı karşıyayız! Biz aslımıza uygun hareket eder, değerlerimizin farkında olursak ihlas ile hareket edersek batıl bize yaklaşamaz! Bizi etkileyemez, bozamaz! Tabi bu söylendiği kadar kolay olmasa gerektir! Öze dönüp kaynaklarla doğru irtibat kurmak, Allah’ın bak dediği yerden bakmak, sorumlulukları kuşanmak gerekmektedir.

İçteki ‘ihtilaflar’, ‘Ümmetimin ihtilafında rahme vardır!’ sözünün karşılığı muamelat, fıkhî ayrıntılar noktasında olduğunda pek sorun olmaz ve bunda rahmet de umulabilir! İşte vacipler, sünnetler mesela namazda elleri bağlama, teşehhütte parmak kaldırma gibi ayrıntılar ihtilaf sayılmaz, ayrıntıdır ve işin/ibadetin aslı ile ilgili bir sorun oluşturmaz. Burada okumaların, coğrafi mekân ve zaman şartlarının etkisi, değişkenliği söz konusudur. Ancak bu sözü şablon olarak alıp her türlü itikad, iman ve amelin, ahlakın sınırlarına şamil kılarsanız buradan rahmet değil, zahmet çıkar, batılın çıkarlarına alet olunduğu, tuzağa düşüldüğü sonucu çıkar, tam manasıyla ‘tefrika’ çıkar!

‘Muhalefeti’ bir eleştiri olarak alabilir ve bunu kendi içimizde, birbirimizi ‘uyarma/ikaz’ şeklinde uygulayabiliriz. İstişarelerde, ‘muhalefet şerhi’ koymak, fikrini açıkça ifade etmek, ‘acaba’ ve ‘ne derler’ demeden net tavır koymak olarak alabiliriz. ‘Halef’ kelimesi itibarıyla sözün bir sonraki versiyonu/başka ihtimali, başka bir ifadesi, farklı bakış açısı ile bir yenisi, ‘sözün üstüne söz’ anlamında bir doğru arayışı, test süreci, teati olarak olumlu anlamda kullanabiliriz belki! Neticede demokratik usulle, niceliğin gücü sayılacak çoğunluk ve parmak hesabı yapmayacağımıza göre, bir ‘ikna’ süreci, fikirlerin teatisi, meselenin enine boyuna, tüm ayrıntıları ile masaya yatırılması, farklı bakış açılarının değerlendirilmesi, sonucun/kararın sıhhati açısından çok önemlidir ve klasik anlamı ile muhalefet de sayılmaz. Neticede belki de o muhalefet görülen, aykırı gelen, azınlığın dillendirdiği fikir süreç içinde öne çıkıp önem kazanabilir ki, bizler haksızlık karşısında susmayı ‘dilsiz şeytan’, zalim idareci/sultan karşısında hakkı söylemeyi, hakikati haykırmayı ‘en büyük cihat’ olarak vasfetmiş bir muktesebata sahibiz. Keza, beşeri ideolojilerin zanni ve nefsani, dünya ve çıkar odaklı, fikriyat bile sayılamayacak herzelerine karşı elbette bir eleştiri, onu çürütme ameliyesi, doğrusunu ispatlama, en güzel şekilde sunma çabası elzemdir. Bu bir ‘eleştiri’, insanları yanlışa karşı bir ‘uyarı’ ameliyesi olarak görülmelidir. Bir ‘tezin’ ne ‘sentezi’ ne de ‘anti tezi’ olarak görülemez! İddialı olarak söylüyoruz bizim onları ‘tez’ olarak görmemiz davamıza ters! Tez elden bu kompleks durumdan sıyrılmalıyız! ‘Batı’nın coğrafi yön ifadesinden başka, insanlığa sunduğu hiçbir artı değer yoktur! Olamaz! Batılın mümessili Batı, bugün şeytanın cismani uzantısıdır! Hoş, şu an diyeceksiniz ki bu ifadenin mefhumu muhalifi ile ‘doğu’ denilen kesimlerin de şu anki mevcut hâli zül melalleri bir farklılık ifade etmiyor, bir değer üretmiyor! ‘Elhak’ ve elân doğrudur! ‘Doğu’ şu an, sadece coğrafi yön farkını ifade ediyor ve ‘güneşin doğudan doğduğu gerçeği’, ilim, medeniyet, hikmet buralardan insanlığın üzerine doğmuyor, ışımıyor! Lakin bu atalet ve meskenet, bir ‘kader’ değil! Bir ‘sonuç’! Elindeki nimetin, rahmetin, nur ve şifanın, beyan ve furkanın, hidayet ve hikmet kaynağı Kur’an’ın farkında olmayanların, ‘yitiğini yitirdiği yerde aramayanların’ uğramaları mukadder olan bir kader bu! Arızi bir durumdur aslında! Biz tekrar öze dönüp hayat pınarımıza, dirilik muştumuza yeniden dönüp yinelenebilirsek aslımıza rücu edersek yeryüzüne yeniden vahyin ışığı dolacaktır! Batıl, biz hakkın yetkin bir şekilde şahitliğini yaparsak yok olacaktır! Biz, Hakk’a hakkıyla teslim olup onu, ona uygun bir şekilde temsil edersek hak kaim, batıl zail olacaktır! Biz, ‘düz/düzgün’ olursak, işler düzelecektir. Biz değişirsek değişim istendik şekilde sürecektir! Biz çalışırsak Hak, hikmet verecek, sonuçlarını takdir erecek, yaratacaktır!

Bugün bizim teslimiyet ve temsiliyette kusur ettiğimiz Yaratıcının, hakkını gereği gibi takdir de edemediğimiz için onun adaletinin tecellisinin hikmetini kavrayamıyoruz. O çalışana veriyor; ‘İnsan için çalıştığından başkası yoktur!’ diyor. Rahmeti de çalışıp hak edene yağıyor! Biz de ‘tevekkül’ sığınısı ile ‘iman ettik’ demenin peşin ödemesini, avansını istiyoruz! ‘Hak ediş’ olmayınca bir tahakkuk da gerçekleşmeyeceğini, biliyoruz ve fakat hâlâ aymazlık içinde, ‘gökten meleklerin/mehdinin gelmesini’ bekliyoruz! Buradaki ‘bilmek’ de ‘iman ettik’ demenin anlamından uzak bir savruluşu ifade ediyor!

Batıl, emanetleri hiçe sayarak sadece ‘vahşet’ üreterek ve fakat ‘çalışarak’ bir güç elde etmiştir! Bizim buna muhalefet etmekten çok, kendi dilimizi kurmamız, kendimizin ve değerlerimizin farkına varmamız, farkı fark ettirecek çabalar içine girmemiz gerekiyor! Şimdi o gücün ezikliğini hissedip güçsüzlüğümüze mazeret arayacağımıza; gerçek ve yegâne güç sahibinin Allah olduğuna salimen ve yeniden ‘iman’ edip ayrıldığımız dosdoğru yolu yol edinmeliyiz!

Asıl olan İslam’dır! Bu imtihan için yaratılmış dünya hayatına rengini verecek olan da yalnız İslam’dır! Diğer renkler solmaya mahkûmsuni ve kimyasal, hastalık yapıcı, geçici, makyaj kabilinden sentetik olanlardır! Hayata ilkin ilkelerini sunan ve insana iradesini yükleyerek iki yol/tercih sunan (hak ile batıl), fıtrata bunların kodlarını yükleyen (takva ve fücur) ve fakat bunu ‘hak’ lehine vahiy ve elçilerle kılavuzlama yaparak yola işaret taşlarını, uyarı levhalarını, tehlike ikazlarını da yerleştirip hak ve takva yolunu aydınlatan, öne çıkaran, dinimize ‘İslam’ bizlere de ’Müslüman’ ismini layık gören yaratıcımız Allah’tır. Mesele bu dine ve Müslüman ismine ne kadar layık olduğumuz, bu isimlendirmeleri sıfata, hâl ile kal bütünlüğüne dönüştürüp dönüştüremediğimizdir! İşte biz ısrarla dinimizin ana ilkelerini vurgulamak, altlarını kalın ve kırmızı çizgilerle çizmek durumundayız! Dinimizin tekliflerinin net ve açık bir vurgusunu, savunusunu ve hatta ‘emri bil maruf’ biçiminde mücadelesini vermeliyiz. Muhalefet ederek bunları yapamayız! Muhalefet yapacak varsa zaten bu, şeytanın temsilcisi olarak batılın işidir ve İslam’a’dır! Bizim dilimiz, dinimiz gibi ‘muhalefet dili ve dini’ olamaz, ‘orijinal dil ve din’ olmalıdır!

Yalnız iletilmiş dinin içerden mi dışarıdan mı pek ayırt da edilemediği biçimde(!), farklı kılıflar ve maskeler altında ‘üretilmiş’, Ali Şeriati’nin deyimiyle ‘dine karşı din’ tarzında bir farklı ‘muhalefet de söz konusu! Bu en az gerçek batılın muhalefeti kadar bozucu, yıkıcı ve yakıcıdır! Sonuçları itibarıyla daha tahripkârdır! Daha öncelikli ve önemli sorunumuzdur! Ormanı kesen balta gibi sapı ‘Biz’dendir en azından öyle bilinmekte öyle görülmektedir! Burada da bir muhalefet sorunu ile karşı karşıyayız! Biz bu tarza da muhalefet edecek durumda değiliz! Lafı eğip bükmeden, kınayanın kınamasından çekinmeden, hakikati gizlemeden, bu noktada bir maslahat kaygısına da düşmeden sözü açık ve anlaşılır biçimde, eksiltmeden, artırmadan, dinimizin gereğince, dilimizin döndüğünce haykırmalıyız! Burada asla muhalefete müsamaha söz konusu olamaz! Su dökülecekse dökülsün, bardak kırılacaksa kırılsın! Buradaki iç çekişme batıla da bir koz vermekte, değirmenlerine su taşımaktadır, neticede! Tabii ki münasip bir lisanla, elbette ki güzel bir üslupla bunu yapmak gerekiyor. Lakin uçuruma doğru giden birini, söz fayda etmediği zaman, belki üstüne atlayarak, yere yıkarak, bu arada kendisinin yaralanmasını göze alarak engellemeye çalışmak da bir yöntemdir. Bu yapılan bir muhalefet değil, Hakka dayanan hakkın açığa çıkması, üzeri küllendirilen ateşin(nur) alevlendirilmesi, üstü örtülenin aşikâr kılınması, üretilmiş olanın iletilmiş olana tevdi edilmesi anlamında aslî faaliyettir. Vucubiyettir! Bu arada, aynı hassasiyeti ‘alternatif’ kelimesinin kullanımında da göstermeliyiz. İslam insanlıkla yaşıttır! ‘İnsani olan İslami’dir’ değil ‘İslami olan insanidir’ cümlesi doğrudur. Zira insandan ‘ünsiyet’ de hâsıl olur, ‘nisyan ve isyan’ da! İslam insanlıkla yaşıttır! İnsanlık tarihinin başında İslam her şeye damgasını vurmuş, rengini vermiştir. Şeytanın Âdem ve eşinin ayaklarını kaydırması ile arızi olan sapma başlamış, nefis ve heva devreye girerek dünyevileşme ve buna kaynaklık eden beşeri düşünce icat edilmiştir. O da hadsizce alternatif olma, muhalefet etme cürmünü işlemiştir! İslam Hak’tan gelmesi itibarıyla hak bir yol olarak, hakikat kaynağı olduğu için hiçbir şeye alternatif değildir; hiçbir şey de İslam’a alternatif olamaz!

Edilgen bir duruma düşmemiz kaynaklarımızla doğru irtibatı kuramadığımız için aklımızın dumura uğramasındandır! Hakk’a gereği gibi teslim olamadığımız ve hakkı temsil liyakatimiz olmadığı için önümüzde sergilenen temsillere kanıyor, aldanıyoruz! Sahteyi gerçeğinden ayıramıyoruz! Çünkü gerçeğin farkında değiliz; Furkan olan kitabımıza dört elle sarılmıyor! Alternatif yollar var ve bu yollar aynı yere çıkıyor zannediyoruz! Farkımızı fark ettirecek yetkinliğimiz yok; dolayısıyla bir etki de oluşturamıyoruz!

Anlam arayışımız, anlamsız, çünkü yitiğimizi yanlış yerlerde, kendini muhalif ve alternatif olarak yutturan, kuzu postuna bürünmüş kurtlarda arıyoruz! Ne dostumuzu tanıyoruz ne düşmanımızı! Aslında her şey açık ve net de bizler net ve nitelikli mi değiliz ne!

(1)- Sadi Şirazi
(2)-İ.Eliaçık
(3)- Konfüçyus
(4)- ahzap 21