MODERN ZAMANLAR VAHŞİLİĞİNDE MÜSLÜMANLIĞIMIZI YENİDEN HATIRLAMAK!…

Batı’nın demokrasi ve İnsan Hakları diye putlaştırılan değerleri Ortaoğu’da kurşuna, bombaya dönüşerek yağmur gibi üzerimize yağıyor. Ne tuhaftır ki Batı’nın bu demokrasi, insan hakları söylemlerini putlaştıranlar, onlara me

VAN 29.09.2016 10:02:34 0
MODERN ZAMANLAR VAHŞİLİĞİNDE MÜSLÜMANLIĞIMIZI YENİDEN HATIRLAMAK!…
Tarih: 01.01.0001 00:00
Haber 10/Muaz Ergün
Sosyoloji, Antropoloji, Psikoloji, iktisat, istatistik vb… bilimsel disiplinlerin ortaya çıkış süreçlerinde Batı’nın emperyalist siyaset anlayışının etkisi büyük olmuştur. Kendi dışındaki toplumları özellikle doğu toplumlarını ötekileştiren, insan olarak görmeyen, onları birer laboratuvar kobayı olarak kullanmayı amaçlayan Batı mantalitesi bu işe bilimsellik adıyla kılıf bulmuş ve yüzyıllarca kendi dışındaki insanlara istatistiksel bir veri olmanın dışında herhangi bir değer vermemiştir. İnsana değer verilmediği gibi doğaya da değer verilmemiş ve çatışmacı bir paradigma hayata geçirilmiş.
Aslında her türlü teorinin, yazılı metinlerin ötesinde Batı’nın bu kirli, merhametsiz, canavarlaşmış yüzünü her dem bizatihi tecrübe ediyoruz. Yaşayarak ve görerek…  İnsan Hakları, Çocuk Hakları, Çevre Hakları, Hayvan Hakları gibi yazılı metinlerde mükemmel olarak yer alan hak ve hürriyetlerin pratikte maalesef ırzına geçiliyor.
Batı’nın demokrasi ve İnsan Hakları diye putlaştırılan değerleri Ortaoğu’da kurşuna, bombaya dönüşerek yağmur gibi üzerimize yağıyor. Ne tuhaftır ki Batı’nın bu demokrasi, insan hakları söylemlerini putlaştıranlar, onlara meftun olanlar kurşunları, bombaları yiyenler. Bizer, Müslümanlar, Doğulular… Kendi celladına âşık olan bir idam mahkûmuna benziyoruz aslında. Hep dayak yiyoruz bu küresel canavarlardan ama bunları da kutsamaktan geri durmuyoruz. Onların bizi muhatap almaları dehşet bir haz veriyor. Legal olsun illegal olsun siyasetimizin bütün dayanağı bunlarla aynı masaya oturabilmek, aynı karede görünebilmek…
Hani Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir mısraı “Ne içindeyim zamanın ne de tam dışında” der ya biz de bedenimizle, aklımızla lanet bir çevrimin içindeyiz. Gönlümüz, ruhumuz bu çevrimden kaçma peşinde. Yani ne tam içindeyiz bu düzenin ne de tam dışında. ABD’si, Rusya’sı, İngiltere’si, Fransa’sı biliyoruz bunların hepsinin eli kanlı. Bizim kanımız var ellerinde. Ve bu kanlı ellerle el sıkışıyoruz…
İnsanlık haysiyetinin ve onurunun kirli savaşlarla aşağılandığı zamanlardayız. Çocukların kanlarına, annelerin çığlıklarının karıştığı… İnsanlığın kan karşısında yenildiği, kötülüğün galibiyetini ilan ettiği… Hepimiz korkak, konformist, ahlaksız, yaşamı mutlaklaştıran bir yığına dönüştük. Kötülük karşısında tepkisizleştik… Gerçi bırakalım kötülüğe karşı tepkisizliği bazen kötülüğün safında yer almaya can atar hale dönüştük. Acaba kötülüğün açtığı alandan nemalanabilir miyiz diye düşünmeye bile başladık!…
Evet, dün Endülüs’te, Kafkasya’da, Kırım’da, Doğu Türkistan’da yakın zamanda Bosna’da, Afganistan’da bugün Irak’ta, Suriye’de, Şam’da, Halep’te ve daha adını saymayı unuttuğumuz bir çok yerde zulmün, gavurluğun, acımasızlığın, ölümün en berbat, en çirkin yüzünü gördük. Dünyanın bir kez daha kör ve sağır olduğunu gördük. İsmail Küçükkılınç şöyle haykırıyor acıyı, hüznü, çaresizliği: “Halep’te öldürülenler nesli tükenmeye yüz tutmuş herhangi bir hayvan da değil tavşan, sincap, kedi, köpek olsaydı bile dünya daha çok tepki gösterirdi. Ancak hâlâ Müslüman’ın insan sayılmadığı, Müslüman ölülerinin sadece rakam, sayı ve istatistik olarak kabul edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Parçalanmış bebekler, çocuklar acaba bize öbür dünyada ne diyecekler? Galiba ahiret inancı olmayanlar çok rahat. Anlayamadığımı ise bu inanca sahip olan insanların yani Müslümanların rahatlığı. Pratik inkar, pratik inançsızlık değil mi? mahvımıza bu rahatlığın, vurdumduymazlığın yol açması kuvvetle muhtemel.”
Evet, İsmail Abi bütün ayıbımızı, kusurumuzu yüzümüze vuruyor. Yanı başımızda kardeşimiz, dostumuz, komşumuz en aşağılık muamelelere maruz bir şekilde ölüyor. Bizler Batı’nın bizi sömürmek, yok etmek için icat ettiği sosyolojik, antropolojik, psikolojik teori ve unvan peşindeyiz. Bizi bitirmeyi göze almış adamlardan medet umuyoruz ve sonra da ‘niye böyle niye şöyle’ diye soruyoruz? Adamlar bizi bombalıyor. Biz onların bize yardım etmesini bekliyoruz? Var mı böyle bir çelişki?!…
Büyük salonlarda, gösterişli konferanslarda, BM Kurullarında, lüks otellerde, sahile sıfır kongrelerde dünyanın ırzına geçiliyor. Özellikle de Ortadoğu’nun… Akademik unvanlar, güvenlik stratejileri, heybetli makam koltukları… Bir yanda steril, tertemiz, kandan ve göz yaşından uzak bir dünya kurulurken bir yanda paramparça edilen, ciğeri sökülen, sofralardaki ekmeğe kan doğranan dünya… Ve o steril, yapay dünyada yer almak için çırpınan Müslüman görünümlü münafıklar… Saf saf Batı’dan yardım bekleyen gafiller… Bize yapılan zulmün kurgulayıcılarından ve uygulayıcılarından yaptıkları kötülüklerin kınanmasını ve mazlumların yanında yer almalarını beklemek safdilliği… Aslında çelişkimiz bu… Bir türlü kendimiz olamamak… Ya da kendimizi düşmanın tanımladığı gibi görmek…
Evet, Müslüman olarak her zaman ve zeminde her sakallıya dede demememiz gerektiğini bilmenin vakti geldi. Âşık Veysel’in dediği gibi bizi yakan bizim ateşimiz. Bu ateşi yakacak da biziz söndürecek de… Başkalarını beklersek kıyameti bekleriz… Müslüman olarak onun bunun adamı değil, onun bunun vekili değil hakkın, hukukun, insanın vekili olacağız. Doğrunun, dürüstün yanında saf tutacağız, herhangi bir maslahatın değil… Mış gibi yaşamayacağız ve yapmayacağız. Ciddi olacağız ve insanları da ciddiye alacağız.
Arınacağız bütün kirlerimizden. Hangi gruba, cemaate bağlı olursak olalım istismara, kullanıma açık alanlar bırakmayacağız. İnsanı yücelteceğiz ki biz de yücelelim. O zaman Batı’nın da batılın da bize müdahalesi için mazeret kalmayacak. İnancımızın soyluluğunu her türlü dünyevi hesap ve hırstan beri tutacağız. Pislikler, kötüler içimizde barınamayacak. Yenilmişlik duygularımızı kimsenin kullanmasına izin vermeyeceğiz. Nefreti değil varlığı sevmeyi, her türlü zalime karşı durmayı yeniden şiar edineceğiz.
Müslümanlığımız bizim tutunduğumuz ve tutunacağımız tek dalımız. Muhammedi ruh… Dünyada hiçbir canlı bizim için istatistiki bir veri değil. Hepsi bizim için değerli… Biz Allah’ın yeryüzündeki temsilcileriyiz. Kan dökücü yamyamlar değil… Bakmayın Batı’nın sinema platformlarında ürettiği nefret simgelerine… Batı’ya insanlığı biz öğretmiştik yine öğreteceğiz…  Gittiğimiz yerde hayat kurumayacak aksine yeniden canlanacak iyilik…
Başka dünya yok. Başka biz yok!…