Mızrak ve Mucize

Ömer ALTAŞ

VAN 21.09.2016 12:48:24 0
Mızrak ve Mucize
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Hicret’ten birkaç yıl önce..

Mekke ileri gelenlerinin neşesi yerindeydi:

Hz. Peygamber’i iyiden iyiye çembere almışlardı. Davasının tamamen bitmesi, son darbeye bakıyordu.

O yıllarda kılıç sesleri duyulacak kadar yakında, yarımadanın kuzeyinde iki imparatorluk savaşıyordu.

Yapılan son savaşlarda Romalılar rakibine art arda yeniliyordu.

Sasaniler, her zafer kazandığında nedense Mekkeli müşrikler sevinç çığlıkları atıyor, müminlerle alay ediyordu.

“Bizimkiler sizinkileri yine yendi.

Rumlar bir daha belini doğrultamayacak.

Biz de sizi burada yok edeceğiz!

Yeryüzünde iziniz kalmayacak” diyorlardı.

Bizimkiler dedikleri Sasanilerdi; pagandılar, Zerdüşt’tüler, ateşe tapıyorlardı.

Sizinkiler dedikleri Romalılardı; Hristiyan’dılar, onlar da ehli kitaptı, tek tanrılı bir dine mensuptular.

Mekkeliler, sahabeleri işte böyle fiili ve psikolojik baskıyla yıldırmaya çalışıyordu.

Doğrusu rasyonel koşullar muvacehesinde, Mekke’de, Hicret’ten kaç yıl önce İslam için umut yoktu!

“Zahiri şartlar”; bu yeni davanın tükenişine işaret ediyordu.

Bazı peygamberlerin ve Ashab-ı Kehf’in başına gelen onların da başına gelmek üzereydi.

Rum suresi, tam bu ortamda nazil oldu.

Sure, siyasal içerikli küresel bir mevzunun gelecekte ne olacağını anlatıyordu.

Daha önemlisi, yaşamın aslında nasıl yorumlanması gerektiğini öğretiyordu.

Surede, gaybın sahibi, gayba ait bir perdeyi insanlığa aralıyordu.

Rumlar güçlenecek, Persler hezimete uğrayacaktı.

Alay eden müşrikler kahrolacak, hüzünlenen müminler sevineceklerdi.

Ayetlerin işaret ettiği gibi parçalanmakta olan Roma, 10 yıl dolmadan toparlandı, ayağa kalktı ve Sasaniler’e karşı üstünlük elde etti.

İki büyük güç, birbirini hırpalamaya kaldıkları yerden devam ettiler.

Bu süreçte, Jeopolitik şartlar müminler lehine değişti.

Hüzünlü günler geride kaldı.

Tarihin en büyük iki imparatorluk coğrafyasının tam ortasında, bir avuç inanmışinsan; hiçbirinin fethetmeye tenezzül etmediği, ‘tanrının unuttuğu’ derinlikteki, çorak, kavruk topraklardan gelerek iki güce birden karşı koyacaktı.

Her iki imparatorluk da sosyal, siyasi bu yeni dinamiği, fark ettikçe küçümseyecek, küçümsedikçe zaafa düşecek, hamle yaptıkça da enine boyuna büyütecekti.

Çöl-politikte bir imkânsız daha tebarüz ediyordu.

Siyaset biliminin alışagelmiş yasalar alt üst oluyordu.

Daha önce bir şehir kuramamış, iki kabilenin bile anlaşamadığı bedevi halklar, kısa sürede çelik bir medeniyet inşa ederek üzerinde güneşin batamadığı derin imparatorlukları hidayete çağırıyordu.

Ne stratejik ne de jeo-politik bir değeri olan topraklarda baş gösteren bu yeni güç engellenemiyordu.

Son çare; Şah ve İmparator anlaşıp Medine Devleti’ne karşı birleşti.

Sasaniler’in ikna etmesiyle, Doğu Roma ve diğer Hristiyan Arap birleşik güçleri ittifak yaptı.

Orduları, Irak’ta yer alan, Mezopotamya vadisindeki Firaz bölgesinde konuşlandı.

Halit b. Velid komutasındaki küçük Medine ordusu ise Fırat’ın Batı yakasında onları bekliyordu.

Gözcüleri, Halit b. Velid’in ordusu için ittifak komutanlarına “bir avuç asker” diyecekti.

Bizans generali mağrurdu.

Önce komuta ettiği devasa orduya sonra elindeki “kutsal mızrağa” baktı. Gülümsedi.

Mızrak onu maziye götürdü:

Elindeki mızrak; Longinus’un mızrağıydı. İsa peygamber çarmıha gerilmiş, ölümü yavaş olsun diye bacakları kırılacak, günlerce can çekişecekti. Bir Roma askeri olan kalpsiz Longinus, İsa’nın zamanından önce öldüğünü ispat etmek için mızrağını göğsüne sapladı. Sonra yıllarda Hristiyanlar o mızrağı kutsal kabul ettiler. Sahibine mucizevi yetenekler bahşettiğine inandılar, mızrak kimdeyse savaş meydanında asla yenilmezdi! O artık sıradan bir savaş mızrağı değil, Kutsal Mızrak’tı.

Aynı mistik inanç, sonraki yüzyıllarda da devam etti; Roma hükümdarları ve tüm Haçlı komutanları o kutsal mızrakla motive oldu, ordularını da böyle galeyana getirdiler.

En son geçen hafta ABD, Suriye topraklarındaki operasyona ön alma telaşıyla mesaj dolu işte bu ismi verdi:

“Kutsal Mızrak Operasyonu”

Bizans generali kendine geldiğinde hâlâ “asil mızrağın” sivri ucunu yokluyordu.

Müslümanların komutanına kibirli bir mesaj gönderdi:

“Koşulsuz teslim ol!”

Ulağın Halid b. Velid’den aldığı yanıt yol boyunca kulağında çınladı:

“Cevabı savaş meydanında vereceğim!”

İttifak için, sonucu “yüzde yüz belli olan” Firaz muharebesi başladı.

Halit b. Velid, gelmiş geçmiş en ferasetli komutanlardan biriydi. İttifak orduları Fırat’ı tamamen geçtikleri anda saldırdı.

Fırat’ı kendine kalkan yaptı. Çoğunu nehre döktü.

İttifak bozguna uğradı.

Bölgesel, psikolojik üstünlük tek seferde Müslümanların eline geçti.

Tarih, beklenmedik gelişmelerin ve mucizevi olaylar dizinidir.

Vuku bulduğunda mucize normalleşir, sıradan olur.

İnsan ise, genelde olayların görünen yüzüne bakar.

Korkularını, ümitlerini böyle var eder.

“Onlar, dünya hayatının ‘zahirine’ bakarak hüküm verirler” (Rum suresi)

Oysa olan biteni kavramak için sadece zahire bakmak yetmez.

Sosyal ve siyasal reel şartlara bakıp mutlak hükümler vermek en azındanmüminlere yakışmaz.

Bir süredir, bu topraklarda ‘ilahi bir muradın tecellisine’ yakinen tanık oluyoruz.

Bu ulûhiyetten kendimize en küçük bir pay çıkarmak o tecelliyi anlamamaktır!

“Emr ve hüküm sadece Allah’ındır!”

Olası ki, şu soruda hadsizlik yoktur:

Bu topraklar üzerinde ne meşum planları var ki ilahi bir el onların oyunlarını bozup duruyor?

Ve yasalarla değil de mucizelere muhatap oluyoruz.

Hayatımıza, nice “mümkün değil!”ler giriyor!

Doğu’nun, Suriye’nin, Türkiye’nin, milletin ve ümmetin bu en sıkışmış zamanında, muktedirlerin tam ortasında, BM genel kurulunda, ezilenler, sömürülenler, mustazaflar ve III. Dünyalılar adına devrimci itirazlar yükseltilmesine burun kıvıranlar var; küçümseyen ve alay edenler var.

“Biz kim küresel güçler kim?!”

Şimdi onlar dönüp tarihe baksınlar.

Bir insanın, bir tezin, bir kararlılığın, bir şecaatin nereden nereye ulaşabildiğine ve nelere kadir olduğuna dair şaşırtıcı tarihi evreleri görsünler.

Değilse izlemeye devam etsinler!