MEZHEPLER TEVHİDİ, TEVHİD FİTNEDEN UZAK DURMAYI GEREKTİRİR

A. ARAF ARAT

VAN 15.08.2014 11:02:48 0
 MEZHEPLER TEVHİDİ, TEVHİD FİTNEDEN UZAK DURMAYI GEREKTİRİR
Tarih: 01.01.0001 00:00

 A. ARAF ARAT  

İslam dünyası Ortadoğu’da yaşanan enerji savaşlarının mezhepler arası gerginliği artırdığını, İslam dünyasını kendi içinde yüzyıllar boyunca sürecek bir iç çatışmanın eşiğine getirdiğini ve bu gelişmelerin çok daha etkili yeni bir fitne ortamına zemin hazırladığını konuşuyor. Bununla birlikte İslam dünyası birikmiş tarihsel sorunlarını vahyin koyduğu ölçülere göre çözemediğinden bu süreci atlatacak donanıma ve tecrübeye sahip görünmüyor. Özellikle siyasi ve fıkhi meselelere çözüm getirme noktasında mezheplerin içtihatlarını fitneye dönüştürme gayretinde olan, daha çok muhafazakâr ve uzlaşmacı anlayışın meşru kabul edildiği zihinsel bir coğrafyanın etkisinde yaşıyor. Akıl almaz bir zihinsel kriz yaşayan İslam dünyası hiçbir alanda çözüm üretemediğinden içine düştüğü bunalımın tetiklemesiyle kendi içinde her an patlayabilecek bir stres birikimi yaşıyor. Öyle gösteriyor ki şeytan ve bölgesel dostlarının Ortadoğu’da yaşanan mezhepler arası gerginliği kaşımaları, karşılıklı kin ve nefret tohumlarını yeniden filizlendirmeleri bütün bu durumu fırsat olarak görüp bu durumdan yararlanmak istemelerindendir. İslam dünyasının bu durumu küresel küfrün iştahını kabartıyor. Kendi nefsindekileri vahyin öngördüğü şekilde Kur’an’ın içindekilerle değiştirebilme kararlılığını ve potansiyelini henüz yakalayamamış görünen Müslümanların bu zaafı elbette ki kâfirlerin dikkatini çekiyor ve bu zaafı kullanma noktasında ellerinden geleni arkalarına koymayacaklarını da firavunlukları gereği hiç çekinmeden açıkça ilan ediyorlar. Böyle bir süreçte Müslümanların tevhidi anlamdaki Kur’an’a dönüş sürecini nasıl başlatabileceklerine yoğunlaşmak yerine, mezhebi taassupları yüzünden hangi mezhep daha makbul, hangi mezhep makbul değil tartışmasıyla kırmızı çizgilerini daha da derinleştirip bu oyunun nesneleri hâline gelmeleri gerçekten üzüntü verici bir durum. Bu durumun nedeni temele inildiğinde anlaşılacaktır ki asırlarca katılaşmış inadıyla ziyan içinde yaşayan bir ümmetin Kur’an’ı ve onun uygulaması olan Resulullahın sahih sünnetini terk etmesinde yatmaktadır. Mezheplerini ön plana çıkaran Müslümanlar, mezhepler arasındaki farklılıkların, Kur’an’la sağlaması yapılmamış daha çok rivayet kültürüyle yoğrulmuş anlayış ve güncellenmemiş yorumlardan kaynaklandığını görmezden gelmektedirler. Hatta daha ileri giderek İslam’ı anlamak için bu kaynakların temel kaynaklar olduğuna mensuplarını inandırma noktasında gayrette sarf etmişlerdir. Kur’an’ın ayetlerine yaklaşırken Allah’ın rızasını kazanmak amaç olmaktan çıkmış, her mezhep kendisini meşru kılma adına kendi mezhebi taassubuna göre ayetleri yorumlamaktan çekinmemiştir. Müslümanlar ümmet kavramına nasıl ki Allah’ın hoşuna gitmeyen ve tevhidi olmayan bir algıyla yaklaşıyorsa Müslümanların mezhep konusundaki anlayışları da aynı şekilde Allah’ın hoşuna gitmeyecek bir saplantıyla yaşanır olmuştur.
Kur’an Müslümanların kendi arasındaki anlaşmazlıkları/sorunları Allah’a ve Resulüne götürmeleri gerektiği konusunda bir yöntem öngörmüştür. Bu yöntem Müslümanlar için ahlaki bir ilkedir. Buna uygun yaşamak Kur’an’ı ahlak edinmek demektir. Mezheplerin daha çok rivayete dayalı, fıkhi meselelerin konuşulduğu tali konulara yoğunlaşması, hayatın içindeki var oluş nedenlerine etki etme potansiyeli güçlü olan sosyal, siyasal, ekonomik, hukuk ve adalet gibi alanlardan Müslümanları soğutup bu kavramlara ilgisiz kalmalarını sağlamıştır. Bu durum, bu alanların tevhit ekseninden uzaklaşmasına ve toplumsal alanda Müslümanların müstağnileşmesine neden olmuştur. Hayatın atar damarı olan bu alanlarda tevhidi anlamdaki var oluşu hissettirmek, Allah’ın razı olduğu bir yaşamı arzu etmek demek olup aynı zamanda hayatın her alanında fitneyi ortadan kaldırmak ve yalnızca Allah’ın razı olacağı bir hayatı istemek demektir.
Müslümanlar vahyin ölçülerini, değerlerini, ilkelerini, mesajlarını yaşamlarında terk ettikleri için, Allah’ın nimeti olan vahyin öğrettiği akıllarını kullanmayı, düşünmeyi, siyaset üretmeyi, iktisadı, hukuk kavramını, adalet kavramını ve anlayış farklılıklarını fitneye dönüştürdüler. Mezhepler üzerinden işleyen fitne asırlarca devam ederek günümüze kadar sürdü.
Resulullah döneminde Müslümanlar tarafından uygulanan ve Müslümanları kâfirlere karşı üstün kılan siyaset vahyin belirlediği siyaset olup günümüzde de uygulanabilir niteliktedir. İslam’ın siyaseti değişmediğine göre Müslümanlardaki siyasi anlayış değişti ve fitneye dönüştü. Kur’an’ın siyasi anlayışı Müslümanların nebevi basirete sahip olmaları noktasında bir nimetken Müslümanlar bunu gereğine uygun anlamaya çalışmadığı ve yerine göre kullanamadığı için fitneye dönüştü. İslam tarihindeki mezhepler arası çatışmalarda daha çok fitne kavramı belirleyici rol oynadı.
Mezhep farklılıklarının zamanla Müslümanlar arasında kan ve kine dayalı bir çatışmaya nasıl dönüştüğünün anlaşılabilmesi için Fitne kavramını iyi anlamak gerekir. Mezhepler Tevhidi bir anlayışı, tevhit ise fitneden uzak durmayı gerektirir. Rağıb el–isfehani Fitne kelimesinin Kur’an’da; şirk, bela, imtihan, azap, günah, küfür, katl ve helak, dalalet, illet, delilik ve gaflet anlamlarında kullanıldığını söyler. Fitne kullanıldığı anlamlara bakıldığında hayatın çok geniş bir alanını kuşatıcı özelliğiyle dikkat çekicidir. Yeryüzündeki kötülüklerin temel nedeni olarak görülen ve tüm kötülükleri kapsayıcı anlamda kullanılan fitne Müslümanların çok iyi anlaması gereken bir kavramdır. Fitne: Müslümanların şeytan tarafından aldatılmalarının, oyununa getirilmelerinin, tuzağına düşürülmelerinin, yoldan çıkarılmalarının diğer adıdır. İslam dünyası asırlar boyu süren fitneyi görebilmiş değildir. Bir şeyi görebilmek onu tanımaktan, bilmekten geçer.
Daha önce bilmediğimiz, tanımadığımız, görmediğimiz bir şeyi gördüğümüzü iddia edebilir miyiz? Fitneyi görebilmek için Kur’an’ın bu kavramı nasıl tanımladığına bakmak gerekir. Kur’an insanlar için nimet olan birçok şeyi, Allah’ı razı etmek adına sahip olmayı terk edip Allah’a tercih etmeyi fitne olarak tanımlamıştır. Tevbe Suresi 24. Ayeti bu anlamda Müslümanlara çok önemli mesajlar verir. Malların, çocukların, kadınların, kâr getirmemesinden korkulan ticaretin, dayalı döşeli evlerin nimet olmaktan çıkarak insan için fitne olması, bütün bunların Allah’ı razı etmek yerine tercih edilmesindendir. Kur’an’da birçok kıssada da fitne kavramına vurgular yapılır. Kavimlerin tevhit dininden dönmelerinin temel nedeni yine fitne kavramıyla açıklanır. Fitneye düşenlerin sonu Allah’ın azabına maruz kalmaktır. Hayatın hangi alanı olursa olsun o alanı Allah’ın razı olmadığı eylemlerle yaşamak fitneye düşmek demektir. Fitneden kurtulmak hayatın her alanını ve her anını yalnızca Allah’ı razı etmeye yönelik bir şuurla yaşamakla, Allah’a sığınmakla, onun koruyuculuğunu ve kurtarıcılığını kabul etmekle mümkün olacaktır. Din Allah’ın oluncaya kadar, fitneye karşı fitne çıkaranlarla savaşmayı terk eden Müslümanlar birbirleriyle savaşarak bu işi başarmışlardır. Bugün mezhepler arası gerginliğin temel nedenini burada aramak gerekir. Kur’an dışında farklı anlayışların ortaya çıkması ayrı bir fitne konusu ancak mezheplerin birbirlerine karşı dünyevi iktidarı için mezhep adına kan dökmesi daha büyük fitnedir.
İnsanları heva ve heveslerine göre yaşamaya özendiren sistemler tüm değerleri fitneye dönüştüren sistemlerdir. İslam dünyasının dinî ritüelleri olarak yaşadığı kavramlar içeriği boşaltılmış ve bu hâliyle fitneye dönüşmüştür. Cuma namazlarının kılındığı camiler, mezhebi taassubun zihinlere işlendiği, mezhep üstünlüğünün kodlandığı ve mezheplerin çatışmaya hazır hâle getirildiği fitne hanelere dönüştürülmüştür. Basın ve yayın organları ile tüm medya alanları İslami kavramların içeriğini boşaltarak fitneye uygun yeni anlam içerikleri ile insanların beyinlerini kodlamaya çalışmaktadır. Son günlerde medyada yapılan analizlerde İran ve Suriye üzerinden özellikle mezhebi unsurların ön plana çıkarılması, açılacak olan bir köprünün isminin ne olacağı ile ilgili tartışmaların mezhebi tarihsel semboller üzerinden yapılması dikkat çekici boyuttadır. Bu hazırlıkların Müslümanların zaaflarını kullanmaya ve çıkacak bir fitneye ön hazırlık olarak bilinçli bir şekilde Müslümanları birbirine kırdırmaya yönelik olarak yapıldığına dikkat etmek gerekiyor.
“İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.” {Enfal 8/73.}
Maalesef Müslümanlar Kur’an’ı terk etmenin, vahyin uyarılarını ciddiye almamanın sonuçlarını yaşıyorlar. Bu durum sünnetullahtır. Allah’ın uyarıları bu anlamda boşuna değildir. Uyarılara kulak vermeyen, uyarıları işitmeyen, görmeyen her kavim mutlaka aynı sürecin muhatapları olmuşlardır. Allah Kur’an’da aralarındaki dostluğu, kardeşliği, birliği ve beraberliği inşa etmenin yalnızca vahiyle mümkün olacağı konusunda inananları uyarmakta ve vahyi terk etmemeleri noktasında sürekli öğüt vermektedir.
Allah yukarıdaki ayette müminleri ikaz etmekte ve birbirleriyle dost olmaları konusunda kâfirleri örnek vererek apaçık uyarmaktadır. Bu ayette özellikle kendisini hem mümin olarak tanımlayan hem de birbirlerini dost edinmeyip {Şiilik ya da Sünnilik adına} birbirine düşman olmanın yeryüzünde kargaşa, fitne ve bozguna yol açacağına vurgu yapmaktadır. Eğer yaşadığımız alana kâfirler etki ediyor, Müslümanların hayat alanlarını kısıtlayabiliyorlarsa bunun nedenini Müslümanların birbirlerini dost edinmemelerinde aramak gerekir. Müslümanların birbirlerini dost edinmemeleri 21. yy.’ın en büyük fitnesidir dense yeridir. Şiilik ve Sünnilik üzerinden yapılan tüm söylemler Müslümanları birbirlerine karşı düşman olmaya heveslendiren söylemlerdir. Bu türde konferans, seminer, sunum, hutbe, siyasi analiz vs. yapılıyorsa amaç Müslümanların aklını vahyin uyarısına karşı etkisiz hâle getirmektir. Müslümanlar bütün bu şeytani oyunlara karşı uyanık bir akılla birbirlerini uyarmalı vahyin mesajlarına uygun hareket etmeli ve dostluğu kardeşlik bilinciyle yaşamalıdır. Şiiler ve Sünniler önce Müslüman olmaya çalışmalı, yaptıkları her şeyin sağlamasını kendi mezhep kaynaklarına göre değil, Kur’an ve Resulullah’ın {sav} sahih sünnetine uygunluğuna göre ve Allah’ın razı olacağı şekilde yapmalıdır. Birbirlerine karşı kin ve nefret dolu anlayışları savunan ve bunun çığırtkanlığını yapan imamlarını, mollalarını, liderlerini, rehberlerini terk etmelidirler. Müslümanların dostluğunu, kardeşliğini, birliğini zedeleyen her türlü söylem birbirlerini dost edinen kâfirlerin söylemleridir. Şayet aynı söylemler mezhepleri temsil eden siyasi ve dinî otoritelerce de kullanılıyorsa düşünülmelidir ki bunlar kâfirlerle ortak hareket hâlindedir.
Son olarak merhum Ercüment Özkan’ın mezhep konusundaki kardeşlik vurgusunu yaptığı yazısından bir kısa paragrafı iktibas etmek istiyorum. Şöyle yazmış Ercüment Özkan: “Artık Müslümanların mezhepleri farklı olsa da birbirlerini kardeş bilmeleri ve yalnızca bütün kâfirleri dost bilmemeleri gerektiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Eğer bizleri bu mezhep farklılıkları sebebiyle bir araya getirmek istemeyenler var ise onlara dost değil, bilakis düşman gözüyle ve düşmanın aleti olmuş gözüyle bakmamız ve kazdıkları çukura düşmememiz gerekmektedir.”
Evet, mezhebi ne olursa olsun bütün Müslümanlara: “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar”. {Âli İmran 3/103} diyoruz vesselam.