Makedonya'daki Anadolu

Ömer Naci Yılmaz

VAN 22.08.2017 11:42:12 0
Makedonya
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Balkan turumuzun ikinci adımını Makedonya gezisi oluşturuyordu. Orhan Gazi döneminde bu bölgeye akınlar yapılmış, I. Murat döneminde Balkanlar Osmanlı toprağı olmuştu. 1389’daki Kosova Zaferi ile Balkanlar tümüyle Osmanlı egemenliğine girmiş, 1396’daki Niğbolu Zaferi ile Osmanlı varlığı adeta tescillenmişti. Rumeli iskân siyasetinin gereği olarak II.Kosova Zaferi’nden sonra Anadolu’dan getirilen insanımız buralara yerleştirildi. Bölgenin İslamlaşma süreci böylece başlamış oldu. 1876’lara gelindiğinde Osmanlının Balkanlarda siyaseten zayıflaması sıkıntıları da beraberinde getiriyordu. 1876’daki İstanbul Konferansı’nda Makedonya, ismi geçmeden dış politikada siyaset alanına giriyordu. Avrupalıların Rumeli için öngördükleri reform talepleri Makedonya’yı da kapsıyordu. Bu tarihten sonra bir yandan Bulgarlar, bir yandan Sırplar ve bir yandan Yunanlılar bölgeyi parçalamak için adeta yarışa girmişlerdi. Balkan savaşlarıyla yaşanan süreç bölgenin elimizden çıkmasına neden oldu.

 

 

Başkent Üsküp’deki otelimize gecenin ilerleyen vakitlerinde yerleşmiştik. Sabahleyin ata topraklarındaezan sesiyle uyanmak ötelerden ve atalarımızdan gelen bir sesle uyanmak gibiydi. Bu camiler, bu minareler ve bu ezan sesleri buralardaki asıl mührün ve izlerin kime ait olduğunu gösteriyorken kalbinizde, yüreğinizde, gönlünüzde, gözünüzde ve duyguya dair her hücrenizde izler bırakıyordu. Bu mührün ve izlerin varlığı kulak vermesini bilenlere bir şeyler söylüyordu. Özellikle Reşat Paşa Caddesi buram buram Osmanlı kokarken, Fatih Köprüsü şehrin iki yakasını bir araya getiriyordu. Camiler, hanlar, hamamlar, bedestenler, medreseler ve yüz yıl öncesinde bıraktığımız kardeşlerimiz ilgimizi, sevgimizi, muhabbetimizi ve yeni bir yürek fethi hareketini başlatmamızı beklemektedir. Aslında buraya geçmişte gelen yürek fatihlerinin buraları İslam yurdu yapmalarının gerekçelerini göz önüne aldığımızda ne yapmamız gerektiği bir tablo gibi ortaya çıkmaktadır.

 

 

İlk ziyaret noktamız Üsküp Mustafa Paşa Camii olunca ister istemez başlık bizden bir parçayı içine almalıydı. Malatya’yı, Manisa’yı, Bursa’yı, Bilecik’i, Konya’yı, Kütahya’yı velhasıl Anadolu’yu Makedonya’da gördük. Çarşıları, hatimle vakit namazı kılınan camileri, şadırvanları, hanları, hamamları, sokakları, kapanları, sebilleri Anadolu’muzun bir parçası gibiydi. Bu durum bizi şaşırtmamalıydı; zira daha dün gibi diyebileceğimiz bir zaman diliminde bahsi geçen mekânlar zaten bizimdi. Siyasi ve askeri anlamda bir yol kazası sırasında kaybettiğimiz ata toraklarındaydık. Biz birilerinin Makedonya’sına değil, geçmişte yüz yıllarca idare ettiğimiz bizim Makedonya’mıza, Osmanlı’mızın emaneti olan Makedonya’mıza gitmiştik. Malatya’mıza, Manisa’mıza, Kütahya’mıza, Niğde’mize gider gibi gittik. Bu duyguyla gittiğimiz için de yabancılamadık, şaşırmadık, zira ata diyarına, baba ocağına giden niye şaşırsın ki? Peki, bizi şaşırtan hiç mi bir şey olmadı? Elbette oldu.  Şaşkınlığımız bıraktığımız gibi bulamamaktan kaynaklanmaktadır. Makedonya’mızı öyle bir hale getirmişler ki bize ait değerlerin izlerini örtmek için ellerinden geleni yapmışlar. Putçuluğun Mekke’de kaldığı zannedilirdi. Çağdaş putçuluğun Makedonya’da kol gezdiğine şahit olduk. Osmanlının ve İslam’ın kültürel izlerini tamamen silemediyseler de dikkatlerden kaçırmak için ellerinden geleni yapmışlar, Makedonya’yı devasa

heykellerden oluşan bir açık hava müzesine/put haneye çevirmişler. Devletin kendi ekonomik imkânlarıyla bu heykelleri yapması mümkün görülmüyor. İslam, Osmanlı ve Türk düşmanlığı Avrupalılar için vazgeçilmez bir öncelik olduğu için Makedonya topraklarında bu izleri bertaraf edecek her türlü adımı atıyorlar, Makedonya’ya her türlü desteği veriyorlar. Bu gerçeği görmemek mümkün değildir. Kalkandelen Bektaşi Harabati Baba Tekkesi’ni ziyaretimizde derviş Abdul Muttalip Bekiri’yi ziyaret ettik. Konuşmasının başında bazı isimlerin Allah’ın danışmanları olduğunu söylediğinde kulağımızı da, gönlümüzü de kendisine kapattık. Sonradan öğrendiğimize göre Avrupa Birliği raporlarında Kalkandelen’de “Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Bektaşiler” yaşamaktaymış. Bu ayrı bir bahis konusu,

geçelim. Kalkandelen/Tetova İnsanımızın yoğun olarak yaşadığı bir Makedon şehridir. İsmiyle alakala olarak farklı rivayetler olmakla birlikte birkaç tanesi oldukça yaygındır. Osmanlıların fethi sırasında umulmadık bir direnişle karşılaşılmasından dolayı bu ismi aldığını savunanların yanısıra, fetihten sonra yoğunlaşan yerleşim nedeniyle şehre sonradan gelenlere "kalkan gelen" dendiği ve bunun zamanla Kalkandelen'e dönüştüğünü iddia edenler de var.   En güçlü rivayetse, yöre halkının silah yapımıyla uğraştığı ve ürettikleri silahların etki gücünden yola çıkarak buraya ‘Kalkandelen’ isminin verildiği yönündedir. Kalkandelen’in en güzel mekânlarından birisi de Alaca/Şarena camisidir. İki kardeş olan Menşure ve Hurşide Hanım tarafından 1495 yılında yaptırılmıştır. Kardeşlerin mezarı cami avlusu içindedir. 17. Yüzyıl sonlarında meydana gelen yangında zarar görmüş, 1833 yılında Mutasarrıf Abdurrahman Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır.

 

 

Makedonya’nın en ilginç şehirlerinden birisi de Ohri’dir. Buradan gelen kardeşlerimizin Çanakkale’de şehit oldukları bilgisi hafızalarımızda yerini korumaktadır.

 

Ohri’nin en büyük özelliği sadece gölünden çıkarılan inci değil; 365 tane kilise ve şapeli barındırıyor olmasıdır. Yılın her günü için bir ibadet mekânı yapmışlar. Buna karşın bizim namaz vakitlerinde açılan on iki camimiz var. Ohri’deki Ali Paşa Camisi tadilat nedeniyle kapalıydı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’müz tarafından restore edilen caminin 2018 Ramazan ayına yetiştirileceği bilgisi paylaşıldı.

 

 

Bölge insanının Türkiyeli Müslümanlardan ağabeylik rolü beklediklerini ve tarihi bir sorumluluk olarak devletimizin bu beklentilere karşılık verme adına yaptığı çalışmaları görmek bizleri sevindirdi. İstanbul, İslambol olmadan önce bu toprakları İslam ile buluşturan koca yürekli yürek fatihlerini bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.