Liderlerin Dikkatine

Yaşar Değirmenci

VAN 6.11.2017 08:36:51 0
Liderlerin Dikkatine
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Siyasiler, 2019 seçimlerine Particilikle değil, hizmet düşüncesiyle hareket edilmesi, halkın içinde bulunulması, halktan kopuk olunmaması, vs. tavsiyeleriyle çeşitli toplantılar yapıyor.

 

Dini hassasiyeti olan siyasilerin, İslami idarenin prensiplerini-unsurlarını-şartlarını, özelliklerini bütün faaliyetlerinin içinde görmek en verimli yoldur.

 

Siyasetin içinde ve dışında lider olan, idarecilik yapan, maiyetindekilerden mesul ‘çoban’ olan herkesi ilgilendiren, bu durumda olanları, ‘nefs muhasebesi’ne teşvik eden, ahireti,/hesabı unutturmayan ifadelerle sizleri baş başa bırakıyorum. Belki ‘dünyevileşme’ hastalığından kurtuluruz.

 

İstiğna, tevazu, adalet, inkıyat, hikmet, isar. Güzellikleri toplayan her şey. Bu hikmet ve güzellikleri, hâl lisanıyla yaşayanlar, öyle bir örneklik teşkil ederler. Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimizle ilgili “üsveyi hasene” izini de takip etmiş olurlar. Okuyacak ve düşüneceksiniz, o kadar.

 

Mülk’ün sahibi Cenâb-ı Hak’tır. Müslüman için; mülkiyet mükellefiyet demektir. Farklılık imtihan içindir. Fakirlik de imtihandır, zenginlik de. Elimize geçenlerin ihtiyacımızdan fazlasını Allah Rızası için harcayacağız. Dünya nimetleri, bize Rabbimizi unutturursa kötüdür, unutturmazsa güzeldir.

 

Başarının sırrını anlayabilme istidadına sahip bulunanlar da; kendi önderlerinin rehberliğinde, birbiriyle kenetlenenlerle görüşmeye, buluşmaya, tanışmaya, yardımlaşmaya mecburdurlar. Bu kısır döngü başka türlü kırılamaz. Bunu kıramama vebalini de hiç kimse taşıyamaz. Doğru bilgiler, doğru sözler, daima birbirini teyit eder, tamamlar. Hakikati savunan, birliği ve beraberliği savunmuş demektir. Sıhhatli düşüncenin yegâne yolu, nefsaniyetten arınıp, akıl ve kalp ile düşünmektir.

 

Zorlanmayla geceyi gündüze katmakla, kırk parçaya bölünmekle yürümez bu işler. Önce yakın dostunu seçeceksin. “Ahde vefa”yı küçümsemeyin. Bu haslet, derinleşme kabiliyetiyle birlikte bulunur. Ahde vefa hasletinden mahrum olanlar, dostluktan ve dava adamlığından hiçbir şey anlamaz. Böyleleriyle yola çıkılmaz, böylelerine bilgi-düşünce-duygu tevdi edilmez; böylelerinden, üstün görev şuuru ve idealizm hassasiyeti beklenemez. Devlet adamı, ne kadar meşgul bulunursa bulunsun, okumaya ve düşünmeye vakit ayırabilmeli, okumanın ve düşünmenin hayatının bir parçası olduğunu unutmamalı.

Bugün, Batı’nın düşünen kafaları da İslam’a bakmaktadır. Bir türlü çözülemeyen hatta çözülmek istenirken daha da çapraşık hal aldığı görülen bazı meseleler karşısında, herkes yeni bir bakış açısı aramaya koyulmuştur. En önemli mesele; ‘adam seçmek, adam tanımak ve adamlarımıza sahip çıkmak’ tır. Meselelerin altından kalkabilmenin ve başarıya ulaşabilmenin yegâne yolu; Kim hamaldır, kim “merhabalık”tır, kim dava adamıdır; bileceksin tanıyacaksın.  

 

Devamlı gayret içinde bulunacağız. Bir günümüz bir günümüze eşit olmayacak. Bilgiye, tefekküre, ilme önem vereceğiz. Ya öğreten olacağız, ya öğrenen. İstikamet, gayret, istişare, itidal, yardımlaşma, birlik ve beraberlik vs. Tekâmül esaslarından asla ayrılmayacağız. Bu dünyada, başımıza gelen musibetler, hâlimize göre, ya cezadır, ya kefarettir, ya da mükâfattır. İslam, siyasette piramidik bir modele dönüştürüldü ve namazdaki gibi ‘saf modeli’ yerini üsttekilerin ayağını alttakilerin başı üzerinde durduğu ‘piramit modeline’ bıraktı. Müslümanlar, ahlakî hedefleri olan bir gelecek tasarımı yerine dünyevileşmeyi koydular. Bu iki alandaki çözülme, dini alanda da gerçekleşti ve din; ‘Hıristiyanlaşma ve Ruhsuzlaşma’ya maruz kaldı. Bugün Müslümanların hayallerini ‘iktidar ve güç’ süslemektedir. İlkelerin kaybolduğu, ilkelerin olgulara feda edildiği, dünyevi maslahatın uhrevi maslahata üstün geldiği bir zemin. Uhud’da ganimetlerin sahipsiz kaldığını gören okçular gibi çullandılar üzerine. Mevzilerini, siperlerini terk ettiler. Ve tabi siperlerini terk eden okçular ganimeti de elde edemediler; çünkü savaşı kaybettiler. Hepsinden kötüsü, kendilerini kaybettiler. Şahsiyeti imaja feda ettik. İmajla yetiniyoruz. İnsan olmadan Müslüman olmanın yollarını arıyoruz. Ortada şahsiyet yokken, şahsiyetsiz kadrolarınız, o kadrolarla oluşturduğunuz kurumlarınız varsa, işiniz zor demektir. Onun için de; birçok noktada tabiri caizse çoğalıyoruz. İddialı çıktığımız birçok alanda elâleme gülünç oluyoruz. Kemiyetten keyfiyete geçemedik.

   

Düşmanımıza olan nefretimizin içi boş. Çünkü onu dengeleyecek olan, dostunuza olan derin muhabbetinizdir. O olmayınca, nefretimizin ne kadarı düşmanımıza karşı duyduğumuz hayranlıktan kaynaklanmaktadır, o belli değil. Vardığınız noktada, düşmanımızın çok kötü bir kopyası olmayacağımızı kimse garanti edemez.

 

İslam, aslî hayatın ta kendisidir ve öyle yaşanmalıdır. Nefes nasibinin bir zerresini dahi ziyan etmeyen bir heyecanla, dolu-dolu yaşanmalıdır. İslam, hayatın yaması olmamalı. Hıristiyanlık gibi, zulmet sürüklenişinin ardından gelip onun pisliklerini temizleme durumunda bırakılmamalı. Kendi dinini bilmeyenden, o yolla hakikatin bütünlüğüne yönelik bakış açıları oluşturamayandan, dünyanın hiçbir yerinde “aydın” olmaz, “düşünen adam” olmaz, “yetişmiş adam” olmaz.

   

Bütün meselelerimizi cesaretle, ilim ve tefekkür zeminine bütün açıklığı ile götürmeden, usül şartlarına tam riayetle serbestçe konuşup yazmadan zaruretleri aşamayız. Yol gösterici, ufuk açıcı, yön verici olmak vazifesini hakkıyla ifa edemeyiz. Yeni bir tahammül ve cesaret çığırı açmalıyız. İlmi-fikri sahada yeni bir tefekkür hamleciliği başlatmalıyız. Bunu başaramazsak; yoğunlaşmanın, biriken dertlerin önünü açamayız. Kendi hasretimiz, kendi ruhumuzu bunalıma düşürmeye başlar. Aynı mecrada buluşan besleyici nehir kolları gibi, bir izahlar manzumesi halinde bütünleşip her türlü tıkacı fırlatıp atan gürül gürül bir akışın sıhhat şartlarını tesise mecburuz. İslam, bütün zamanların ve mekanların hakikatidir. “Evrensel” tâbiri yetmez. Bir tarih dönemi gösterilemez ki “İslam’sız” izah edilebilsin. Bir değişim gösterilemeyecektir ki “İslam’sız” izah olunabilsin. Bu şuurdan ve bu istikametten yükselecek mesajları bekliyor dünya, insanlık, acılar, hasretler, tezatlar içinde kıvranıyor. Sesli ve sessiz çığlıklar içinde.

   

Doğru izahın ışığı hep aynı yerden gelmiştir. Öyle de gelecektir. İslam’dan uzaklaşmaların ve yakınlaşmaların çok yönlü bir haritasını çıkarınız, insanlığın medeniyet atlasını elde edersiniz. Şunu iyi bilmeliyiz ki; dolaylı-dolaysız hakikatin bütünlüğüne bağlanmayan ve ondan nasip almayan hiçbir fikir, insanları tatmin edemez. Huzur veremez, geçici teselliler ve yardımlar dahi sunamaz. Müslümanlar İslam’ı kimden öğrenmişlerse onun İslam anlayışını tevarüs ediyorlar. Bugünkü İslam anlayışının hemen birçok rengi, İslam’ın ana renginden az ya da çok farklılıklar içeriyor. Eğer Peygamber Efendimiz kabrinden kalkıp gelebilseydi, sanırım günümüzde “Ben Müslümanım” diyen birçoklarını İslam’a davet ederdi. Bugünü yaşarken, dünü hatırlayıp yarını düşünen bir hassasiyet içinde bulunmazsak; sadece sürükleniriz. Yaşadığımız hayatı şekillendiremeyiz. Yönlendirme gücü, hep belli mihrakların tekelinde kalır.

   

Meselemiz önce mânevidir, ahlakidir. Sistem-mistem sonraki iş. İnsan çürüyor ise, çürümüş ise; sistem ne yapacak? İyi sistemin ruhu, insanın ruhuyla yaşar. O yok ise; her şey biçimden sözden, boş kalıplardan ibaret kalır. Tersi de doğrudur. En kötü sistem içinde bile imanlı- şuurlu insanların yapabileceği çok şey vardır. Ve o şeyler yapıldıkça sistematik iyileşme de kendiliğinden gelir.