Laik Düzende Cum’a Namazı Sorunu

Cundullah Avcı

VAN 19.09.2014 11:11:26 0
 Laik Düzende Cum’a Namazı Sorunu
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Laik Düzende Cum’a Namazı Sorunu

Mezheplerde Cuma namazının farz ve sahih olması için bazı şartlar koşulmuştur. Hanefi mezhebinde de Cuma namazının kılınmasının farz olması için bazı şartlar koşulmuştur. Bu şartlardan birisi de Cumayı kıldıracak olan imamın sultan veya görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Şafii Mezhebinde ise Cuma namazının sahih olması için gereken şartlar şunlardır: Cuma namazı, merkezî bir alanda kılınmalıdır. Cuma namazı kılacakların sayısı, Cuma'nın kendilerine farz olduğu 40 kişiden az olmamalıdır; yani erkek, baliğ, mukim ve hür olan 40 kişi bulunmalıdır ki Cuma sahih olsun. Cuma namazı öğle vaktinde kılınmalıdır. Aynı şehirde, mümkün olduğu takdirde bir yerde Cuma namazı kılınmalıdır. Şafii Mezhebine göre Cuma namazının farz olması için gereken şartlar ise; Cuma namazının kılındığı yerde ikâmet etmek. Sıhhatli olmak. Erkek olmak, Hür olmak, Akıllı olmak. Baliğ olmak. Müslüman olmak. Görüldüğü üzer Şafii Mezhebine göre Cumanın farz ve sahih olması için bir sultanın veya sultanın görevlendirdiği bir şahsın olmasını gerekmez.  Türkiye gibi laik ülkelerde bazı şahısların olayı tam kavramadan bilmeden üzerinde tefekkür etmeden, ilim sahibi olmadan kendi heva ve heveslerine göre bilerek veya bilmeyerek uyarak, ilim sahibi olmadan ahkâm kesmeye çalışanlar Laik düzende bazı farzların sakıt olacağı (yani farzdan düşeceği) gibi düşüncelere kapılmaktadır. Türkiye’deki bazı kesimlerin  “Türkiye laik bir ülkedir. Burada devlet başkanının Cuma namazını bizzat kıldırması söz konusu değildir. Cuma namazı İslâmî egemenliğin bir simgesidir. Fakat laik yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.” şeklinde iddiaları bulunmaktadır. Bu iddianın tutarlılığı tartışmaya açıktır.

Allah’ın emrini yerine getirmekten başka arzusu olmayan ve çoğunluğu gençlerden oluşan kardeşlerimizden bir kısmı bu görüşün doğru olduğuna inanmışlardır.  Günümüzde, bu sebeple Cuma namazını kılmayan ve bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan bir cihat olarak düşünen insanların varlığı vakıadır.

Bir konu hakkında hüküm verebilmek için bir usul sahibi olmak gerekir. Ve Fıkıh usulüne vakıf olmak gerekmektedir. Usul bilmeden verilen her hüküm batıldır. İddialar ayet ve hadisler ile desteklenmelidir. Ayet ve hadis olmadan hüküm verilemez.

Hanefi Mezhebinde sultanın şart olmasının sebeplerini ise kendi kaynaklarından görmek gerekmektedir. Hanefi Mezhebinde sultanın şart olmasının sebebine geçmeden önce Cuma namazı ile ilgili ayeti görelim.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey Müminler, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, Allah’ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”(Cuma, 62/9)

Dikkat edilirse ayette namaz kıldıracak kişinin durumuyla ilgili hiçbir hüküm yer almamaktadır. Cuma için davet yapılan ve ezan okunan her yerde iş, güç ve alım satım bırakılarak namaza koşmak icap eder. Ancak gerek namazın özelliği ve gerekse Peygamberin uygulamaları sebebiyle Cuma namazı için bazı özel şartlar koşulmuştur. İşte Hanefî mezhebinin, sultanın bulunmasını şart koşması böyle özel bir şarttır. Ancak bu ayette o şarta gerekçe olacak bir ifade yoktur. Ayet umum ve emir lafzı ile geldiğinden ve aynı zamanda tevile ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık olmasından dolayı getirilen diğer her şart sadece İmamların hadislerden çıkardıkları, peygamberin uygulamaları sonucu vardıkları sonuçlar olmak ile beraber, ayette Cuma namazı için özel herhangi bir şart belirtilmemiştir. Daha sonradan ortaya çıkan şartlar ise müçtehit alimlerin içtihadı olup, insanların daha rahat ve kolay bir şekilde amellerini yerine getirmelerini sağlamak amaçlıdır.

Hanefî Mezhebinin Görüşü

Maslahat, bir işin iyi ve hayırlı olmasına sebep olan şeydir. Karşıtı mefsedettir. İslam, koyduğu hükümlerinde maslahatları hep dikkate almıştır. Bu sebeple İslam’ın her hükmü hikmete uygun, yani daha iyisi olamayacak şekilde yerli yerindedir.

Maslahat, kamu yararı olarak tercüme edilebilir. Buna göre Cuma namazını Sultanın veya sultan tarafından görevlendirilecek bir kişinin kıldırmasında kamunun yani Müslümanların yararı vardır. Şöyle ki, Cuma namazı, bir yerleşim bölgesinde, erginlik çağına girmiş bütün Müslüman erkeklerin bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Bu namazı kıldıracak kişi önceden belli olmazsa aşağıda daha açık olarak belirtileceği gibi insanlar bu hususta anlaşmazlıklara ve ölümle sonuçlanabilecek çatışmalara girebilirler. Okunacak hutbe, insanları fitne ve fesada düşürebilir. Ayrıca yetkili makamlar tarafından önlem alınmaması halinde iç ve dış düşmanların namaz sırasında baskın yapıp Müslüman erkekleri katletmeleri mümkün olabilir. Ama Cuma namazı yetkili makamların denetimi altında kılındığı takdirde bu problemler olmaz. Bu sebeple Cuma namazında sultanın bulunmasını şart koşmak maslahata yani kamu yararına uygundur.

Böyle bir maslahata uyulmasının zararı da yoktur. Çünkü Cuma imamı, imamlık için gerekli asgari şartları taşıyorsa onun işgal ettiği veya tayin edildiği makamın kusurları namaza mani olmaz. Sultan veya onun yerine geçecek bir kişi bulunmadığı zaman Müslümanların kendi aralarında belirleyecekleri bir imamın arkasında namaz kılmaları mümkün olduğuna göre sultanın şart koşulması Cumanın terk edilmesine de sebep olmaz.

Cuma namazını hayatı boyunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kıldırmıştır. O, hem bir peygamber hem de devlet başkanı idi. Ondan sonra da merkezde halifeler, taşrada oranın en yetkili yöneticileri kıldırmıştır. Dolayısıyla sultan şartının getirilmesi öteden beri var olan uygulamanın tespiti mahiyetindedir.

Bu şartları ihtiva eden bir maslahat, Hanefî mezhebine göre şer’î delillerden sayılır ve ona dayanılarak hükümler konabilir. Cuma namazı ile ilgili sultan şartı bu şekilde konmuştur.

Aşağıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi sultan, cuma namazı kılınan yerin en yetkili amiri demektir. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Eğer yetkili kişinin olmaması yahut anarşi ve terör sebebiyle yetkili amirin yetkisini kullanamaması söz konusu ise o zaman Müslümanlar kendi aralarından birini imam seçerek cuma namazını kılarlar.

a- el-Mebsût

“Bize göre sultan Cumanın şartlarındandır. Allah ondan razı olsun, İmam Şafiî bu görüşte değildir. O, Cuma namazını diğer farz namazlara kıyaslayarak sultan ile halkı bu konuda aynı kabul etmiştir. Bizim delilimiz Cabir’in (r) rivayet ettiği‘Zalim veya adil bir imamı (başkanı) olduğu halde Cumayı terk eden…’ ifadelerini taşıyan hadisidir. Bu hadiste Peygamber (s), Cumayı terk edenin cezayı hak etmesi için imamının yani başkanının olmasını şart koşmuştur. Eserde (yani sahabeden veya seleften birine ait bir sözde) dört görevin yöneticilere ait olduğu, Cumanın bunlardan biri bulunduğu  belirtilmiştir.

Bir de insanlar cuma namazını kılabilmek için küçük cemaatleri bırakarak bir yere toplanırlar. Eğer sultan şartı koşulmayacak olursa fitne çıkar. Çünkü bazı kimseler önceden camiye gelip kendilerince geçerli bir maksatla cuma namazını kılabilirler. Bu durumda arkadan gelen cemaat Cumayı kaçırmış olur. Burada gizli olmayan bir fitne vardır. Bu sebeple Cuma namazı işi, insanların işleri ve onların arasında adaletli davranma görevi kendisine verilmiş olan imama ( başkana) bırakılmıştır. Çünkü bu, fitnenin yatışması için daha uygun olur.”

İmam Şafiî sultanın şart olmadığını söylemiştir. Ona göre Cuma farz bir namazdır, diğer namazlarda olduğu gibi bunun kılınması için de sultanın varlığı şart değildir.

Bir de Cuma namazının edası için sultan şartı koşulmasaydı fitne çıkardı. Çünkü Cuma, büyük kalabalıklarla kılınan bir namazdır. Şehrin bütün halkının önüne geçip namaz kıldırmak bir şeref, itibar ve saygınlık kabul edilir. Saygınlık kazanma ve başkan olma hevesinde olanlar cumayı kıldırmak için birbirleriyle yarışa girerlerdi, bundan dolayı aralarında çekişme ve anlaşmazlıklar çıkardı. Bu da ölümle sonuçlanacak çatışmalara yol açardı. Onun için bu görev valiye bırakılmıştır ki, Cumayı ya kendi kıldırsın ya da bu iş için yetkili gördüğü bir kimseyi tayin etsin. Bu durumda ya valinin emrine uymayı vacip gördüklerinden veya cezalandırılma korkusundan dolayı bazı kimseler imam olmak için niza çıkarmaktan kaçınırlar.

Görevin sultana bırakılmaması halinde, ya camiye gelen her grup, namazı ayrı ayrı kılarak Cumadan beklenen faydanın kaybolmasına yol açar. Çünkü Cuma namazı, faziletin tam olarak elde edilmesi için insanların bir araya gelerek kıldıkları bir namazdır. Ya da namaz sadece bir kere kılınır, bu sefer de önceden kılanlar kılmış, arkadan gelenler cumayı kaçırmış olurlar. Bu sebeplerle cumayı kıldırma görevinin sultana bırakılması yerindedir. Sultan, bütün cemaatin gelmesinden sonra uygun bir vakitte cumayı ya bizzat kıldırır ya da görevlendireceği bir kişiye kıldırtır.

Anarşi veya ölüm gibi bir sebeple imamın (en yetkili kişinin) bulunmaması veya yeni valinin henüz göreve başlamamış olması halinde, İmam Kerhî, halkın kendilerine namaz kıldıracak bir kişinin imamlığı üzerinde anlaşmalarında sakınca görmemiştir.El-Uyûn adlı kitapta İmam Muhammed’in de bu görüşte olduğu kaydedilmiştir. Çünkü Osman’ın etrafı anarşistler tarafından sarılınca halk Ali’ye gitti, o da onlara Cuma namazını kıldırdı.

b- El-Hidâye

 “Cuma namazını sultan veya onun görevlendireceği kişiden başkası kıldıramaz. Çünkü bu namaz büyük bir cemaatle kılınır. Böyle bir cemaatin önüne kimin geçeceği, kimin cumayı kıldıracağı hususunda ya da başka hususlarda anlaşmazlık çıkabilir. Dolayısıyla Cuma namazının tam olarak kılınabilmesi için bu şartın yerine getirilmesi kaçınılmazdır.”

Dikkat edilirse sultanın şart koşulmasının gerekçesi olarak bir ayet veya hadisten bahsedilmemekte sadece anlaşmazlık çıkmasına mani olmaktan yani maslahattan söz edilmektedir.

Eskiden camilerde görevli imamlar yoktu, namazı cemaetten biri kıldırırdı. Bu sebeple Hanefî mezhebinin görüşünü anlayabilmek için görevli imamların olmadığı bir ortamı düşünmek gerekir.

c- İbn Abidîn

 “Kâfir valilerin yönetimi altında olan beldelerde Müslümanların Cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir.”

Sultanın şart koşulmasının sebebi bir fitne çıkmadan Cumanın huzur içinde kılınması olduğuna göre Cuma imamını tayin eden makamın Müslüman olmasının şart koşulmaması normaldir. Çünkü böyle bir sultanın tayin ettiği imamın görevine de kimse mani olamaz. Böylece Cuma namazı huzur içinde kılınır.

Türkiye’de Cuma namazı kılmayanlar, pek de tarihî-ilmî dayanağı olmayan bir gerekçenin arkasına sığınmaktadırlar.

Bu gerekçeyi kabul edecek herhangi bir fakih bulmak mümkün değildir. Yukarıdaki ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Cuma namazı bir ibadettir. Bu ibadetin yapılmasının bölgenin en yetkili amiri ile alakası kendi özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bir araya gelmiş olan topluluklar kolayca tahrik edilebilir, kolayca bir fitne çıkabilir. Otoritenin müdahalesi sadece bu fitnenin çıkmasını engellemek içindir.

Zaten kâfir bir yönetim altında Cuma ve bayram namazlarının kılınacağı kitaplarımızda açıkça ifade edilmiştir:

“Kâfir valilerin yönetimi altındaki beldelerde Müslümanların Cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir.”

“Cuma namazını kıldıracak imamı görevlendiren sultanın Müslüman olması şart değildir.”

Maliki Mezhebi

Bir yerde ilk defa Cuma namazı kılınacaksa İmamdan (oranın en yetkili amirinden ) izin almak müstehaptır. İzin istendiği halde vermezse bakılır, eğer ona karşı kendilerini güvende hissediyorlarsa cemaatin Cuma namazını kılmaları farzdır. İmam Malik şöyle demiştir: “Allah’ın yeryüzünde bir kısım farzları vardır, orda bir valinin olması veya olmaması bu farzları bozmaz. ” İmam Malik bu veya bu mealde bir sözü söylerken Cuma namazını kastediyordu.

İmam Malik’in konuyla ilgili görüşleri şöyledir:

“Evleri birbirine bitişik bir köyün valisi (muhtarı) olsa da olmasa da Cuma namazı kılmalarının gerekli olduğu kanaatindeyim.”

Cuma namazı kılınan yerler ayarında bir köy veya şehrin valisi yerine vekil bırakmadan ölse ve İmamsız kalsalar bu halk ne yapar diye sorulunca İmam Malik şöyle cevapladı: “Cuma vakti gelince içlerinden birini öne geçirirler, onlara hutbe okur ve Cumayı kıldırır.”

Görüldüğü üzere Hanefi Mezhebinde Sultanın şart olmasının yegâne sebebi maslahattır. Maslahat icabı Sultanın şart olması Sultan olmadığı zamanlar ya da laik düzende yaşandığı zaman bir farzı farz olmaktan çıkarmaz. Yine her Müslümanın üzerine farzdır ki kâfir bir devlette yaşayanların Cuma kılıp kılamayacağına dair yukarıda bir fetva da bulunmaktadır. Müslümanlar şartları zorlaştırmak yerine ellerinden geleni yapmalı ve şunu da hiçbir şekilde unutmamalıdır ki hiçbir farz eğer ayet ile belirtilmemiş ise veya farz olmasının sebebi belli şartları bağlı değil mutlak olarak bir farziyeti gerektiriyorsa o farz hiçbir şekilde farziyetlikten düşmez. Müslümanlar ellerinden geldiğince şartlarını olgunlaştırmalı, ideali yakalamalıdır. Müslümanlar Dar’ül Harb- Dar’ül İslam gibi kavramlara sıkışıp kalmamalı ve bilmeli ki bu kavramlar hiçbir zaman mutlak kavramlar değildir ve bu kavramlar farzları düşürmez. Bu kavramlar, zamanında Müslümanların sosyal hukuklarını ve devlet hukuklarını düzenlemek veya düzenlemeleri kolaylaştırmak için icat edilen kavramlardır.

Allah’tan dileğimiz bizi Sahih İslam anlayışına ulaştırması ve ulaştırdığı dosdoğru yolda ayağımızı sabit kılmasıdır. Kur’an’ın kendini ifade ettiği gibi; “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz olan bir kitaptır.”[1]