Kürtler ve Milli Görüş-1

Müfit Yüksel, Yeni Şafak'taki köşesinde 'Kürtler ve Milli Görüş' başlıklı bir dizi yayınlamaya başlamış. Dizi yazının birinci bölümü:

VAN 1.09.2012 17:58:54 0
Kürtler ve Milli Görüş-1
Tarih: 01.01.0001 00:00

Osmanlı döneminde Kürt bölgeleri ile ilgili bugüne gelen sorun, 19. yüzyıldaki reform-modernleşme ve batılılaşma hareketleri ile paralel olarak gelişti. 17. yüzyıl sonlarında baş gösteren peşpeşe yenilgiler, Rumelideki toprak kayıpları ve sürekli kan kaybı; coğrafi keşifler ve Rönesans sonrası Batı Avrupa'nın yükselişi: zaman içinde Osmanlı Devleti'nin, Batı Avrupa karşısında zayıflayıp yenilgilere mahkum hale gelmesine yol açmış, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren de kendi başına, ittifaklara girmeden ayakta kalma yeteneğini yitirmeye yüz tutmuştur. Sultan II. Mahmud devrinde hızlanan yenileşme hareketleri,yeniçeriliğin kaldırılması ve Mehmed Ali Paşa-Mısır meselesi sonrasında, 1255/1839'da Tanzimatın ilanı ile Batılılaşma hareketinin iyice yerleşmesi sonucunda tedricen bir imparatorluktan, Fransız İhtilali sonrası etkilerle, ulus-devlete dönüşme eğilimine girmesi birçok etnik sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu aynı zamanda İslam'dan, İslam medeniyetinden gelen tüm geleneksel yapı ve müesseselerin de çözülmesi ile neticelenmiştir.

Geleneksel yapı ve müesseselerin çözülmesi olgusu Kürt bölgelerine de yansıdı. Bunun yansıması Osmanlı'nın merkeziyetçileşme siyaseti neticesinde bölgede yüzyıllardır var olan kendine bağlı mirlik ve beylikleri hem bu siyaset hem de batılı Düvel-i Muazzama'nın müdahaleleriyle bir bir kaldırmaya yönelik uygulamaları bölgedeki geleneksel yapı ve dengeleri sarstı. Sultan İkinci Mahmud devrinde ve Tanzimat sonrasında ,1238/1822-23 ve 1263/1847'deki Osmanlı-İran Erzurum anlaşmalarına kadar Kürdistan bölgesi asırlardan beri Osmanlı idaresine bağlı olarak irili ufaklı mirlik ve beyliklerle yönetilmekteydi.(Bu andlaşmalarla ilgili olarak bakınız: Muâhedât Mecmuâsı, Cilt.3, Sıra,1-5; Ceride-i Askeriye Matbaası, İstanbul, 1297; Derviş Paşa, Müzekkire, tahdîd-i Hudûd-i İrâniye, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1286; Mehmed Hurşid Paşa, Seyahatnâme-i Hudûd, Tıpkıbasım Ve Çevimyazı: Alaeddin Eser, Simurg, İstanbul, 1997) Gerek Erzurum anlaşmasının sonuçları, gerekse, Tanzimat sonrasında, özellikle 1856'daki Islahat Fermanı ile Fransız modeli merkeziyetçi bir yapıya dönüşme eğilimi gösteren Osmanlı merkezi yönetimince tedricen bu mirlik ve beyliklere son verilmişti. Revandızlı Mehmed Bey, Babanlı Abdurrahman Paşa,Babanlı Mahmud Paşa,(Babanı Mahmud Paşa ile ilgili bakınız: BOA, HAT, 811/37228) Cizre Mütesellimi Mîr Bedirhan Bey, (Cizre Mütesellimi Bedirhan Bey ile ilgili bakınız: BOA, A.MKT, 55/9) Zerrakî/Zırkî beyleri, (Zırkî/Zerrâki beylerine ait Edirne kabristanlarında birçok kabir bulunmaktadır) Şirvanlı İzzeddin Şir,(Şirvân beyi İzzeddin Şîr ile ilgili bakınız: BOA, İ.MVL, 462/20856) Hakkarili Nurullah Bey (Hakkarili Nurullah Bey ile ilgili bakınız: BOA, A.MKT.MHM, 13/54) vak'aları bu süreçte gelişmişti. Tanzimat devrinde kaldırılan mirlik ve beylikler ile bunların bağlı olduğu, Van ve Diyarbekir beylerbeylikleri yerine merkezden belirlenen Kürdistan valiliği kurulmuştu. Ancak merkezden atanan vali ve kaymakam gibi mülki amirler, mirlik ve beyliklerin kaldırılması ile Kürdistan'da oluşan otorite boşluğunu dolduramadılar. Bölgede oluşan otorite boşluğu ciddi sorunları da beraberinde getirdi.

Ancak, Miladi 19. Asır başlarında Kürtlerin Caf aşiretinin Mikâilan koluna mensup bir aileden gelen Mevlana Hâlid-i Şehrezorî' Hazretlerinin (Vefatı: Şam 1242/1827) Nakşibendiliğin Halidiyye kolunu tesis etmesi ve bu tarikatın, tekke-medrese birlikteliği oluşturarak kısa zamanda müşarunileyh hazretlerinin 200'ü aşkın hulefası aracılığı ile, Kürdistan başta olmak üzere yaygınlaşması ve kök salması ile, Kürdistan'da oluşan Nakşibendi-Hâlidî şeyh aileleri bu boşluğu doldurarak, otorite boşluğu son buldu.

Nehri Seyyidleri (Seyyid Taha En-Nehri ailesi ve hulefası), Basret şeyhleri, Tavila şeyhleri,Septîler,Çan Şeyhleri, Arvasiler ,Fursaf şeyhleri, Barzan Şeyhleri, Ankâf Şeyhleri, Aktepe şeyhleri, Norşin, Çokreş ve Ohin Şeyhleri gibi oluşan Nakşibendi-Hâlidî şeyh aileleri Kürdistan'da yeni aristokrasiyi teşkil ettikleri gibi, hem dini-manevi hem de yerel siyasi ve idari otoriteyi birlikte ellerine aldılar.

Osmanlı Devletinde bu süreçte, Seyyid Taha'nın oğlu Şeyh Seyyid Ubeydullah, Barzanlı Şeyh Muhammed (Mesud Barzani'nin Kadiri şeyhi olan dedesi) olayı gibi olaylar cereyan etse de hiçbirinde kırılma veya kopuş yaşanmamıştı. Tüm bu 19. Yüzyıldaki olayların en önemli yönü Osmanlı idaresinin bölgede asla siyasi idama başvurmamasıydı. Revandızlı Mehmed Bey,Babanlı Abdurrahman Paşa-Mahmud Paşa olayından başlayarak tüm sorunlar en fazla sürgün ile sonuçlanmakta idi. Ancak İttihat-Terakki'nin yönetime gelmesi sonucunda bu durumda ciddi değişiklik sözkonusu oldu. Bu dönemde, Molla Mustafa Barzani'nin ağabeyi ve Nakşibendi şeyhi Şeyh Abdüsselam'ın, Süleyman Nazif'in Musul valiliği sırasında bazı müritleri ile birlikte idam edilmesi Kürdistan'da siyasi idamların başlangıcı oldu. Ardından Bitlis'te vuku bulan hadisede de, Gençli/Uğnutlu ve Arvasilere bağlı Molla Selim'in (Molla Selîm Uğnut nahiyesinin Hacılar köyünden Molla Mahmud'un oğlu olup aynı zamanda Erzurum'daki Taşkesenli Nakşibendi şeyhi Şeyh Ahmed'in kardeşi, Gavs-i Hizânî lakaplı Şeyh Seyyid Sibgatullah El-Arvâsî'nin oğlu Şeyh Seyyid Muhammed Nur'un damadı idi.) ve yanısıra Kamran İnan'ın dedesi Seyyid Ali'nin Şeyh Şihabuddin, Muhammed Şirin adlı iki kuzeni ile birlikte toplam 30 insanın idam edilmesi bu süreci hızlandırdı. Ancak İttihat-Terraki dönemindeki tüm bu olaylara karşın Kürtler bir-iki istisna hariç tümü Birinci Cihan Harbi'nde Osmanlının yanında yer alarak savaşlara katıldılar. Hatta Erzurum ve Sivas kongrelerine destek vererek yer aldılar.

1923'te Lozan sonrasında Cumhuriyetin ilanı, ardından peşpeşe gelen Cumhuriyet inkılapları, hilafetin kaldırılması ve bu çerçevede müslümanlık ve Kürt kimliğinin dışlanmasına dayalı bir resmi ideolojinin gelişip kök salması bu anlamda tam bir kopuş ve kırılmaya yol açtı. Oysaki, özellikle hilafet kurumu kopuş ve kırılmanın önünde, birlikteliği sağlayan en önemli kurumdu. Kürtlerde, Mervânî, Eyyubî devirlerinden beri var olan Abbasi hilafet geleneğine bağlılık ve bu geleneğin, Memlüklülerin ardından Osmanlılarca tevarüsü ve devam ettirilmesi bunun en başat dinamiğiydi.