KUR’AN BİZE NEDEN HİDAYET ETMİYOR?

ERHAN AKTAŞ

VAN 21.09.2014 12:13:40 0
KUR’AN BİZE NEDEN HİDAYET ETMİYOR?
Tarih: 01.01.0001 00:00
Eğer bugün adına İslam âlemi denilen âlem, başta düşünce ve inanç karanlığı olmak üzere, karanlıklar içindeyse; eğer Batı Dünyası’nın kölesi konumundaysa, eğer gırtlağına kadar cehalet batağına batmışsa; her alanda geri kalmışsa, zalim ve despot krallıklarla, diktatörlüklerle; uşak ve kukla yönetimlerle yönetiliyorsa; kan deryasında boğuluyorsa, dilencilik yapıyorsa; eğer onurunu yitirmişse, bunun nedeni, suçlusu ve sorumlusu, sahip olduğu dindir.   İslam âleminin, Kur’an’la bağlarını koparma sürecine girmesinin üzerinden on üç asır geçti. O günden bu güne; din diye, Kur’an adına uydurulmuş, Kur’an’la ilgisi olmayan bir dini yaşıyor.  Diğer bir anlatımla, bin üç yüz yıldır “Sünni saltanat teolojisiyle, Şii imamet mitolojisini” vahiy dinin yerine geçirmiş bulunuyor. Peki, bu durumdan kurtulmak mümkün müdür? Yeniden Allah’ın gönderdiği dini, din edinebilir miyiz? Çok iyi bilmek zorundayız ki: Kur’an’ın dininden, saltanat dinine geçmeye neden olan aktörleri ve faktörleri anlamadan, nedenini doğru kavramadan, şirk dininden kurtulmamız, tevhit dinine dönmemiz kesinlikle mümkün olmayacaktır. Ne gariptir ki, gırtlağına kadar şirke batmış; şirk deryasında yüzdüğü halde, halen kendisini Müslüman ve Mü’min olarak gören bir toplumla karşı karşıyayız. Bir buçuk milyarlık bir âlemden oluşan bir toplumdan söz ediyoruz. Büyük bir yüreklikle, açık sözlülükle, net ve yalın bir duruşla; haykırırcasına ve hiçbir şeyden korkmadan söylenecek şey şudur: Ey Mü’minler! Allah’ın hatırı; her hatırdan daha üstündür, daha büyüktür ve daha önemlidir. Allah’ın hatırı, her hatırın üzerindedir. Din, hatır gönül konusu edinilecek bir şey değildir. Birilerini kırmamak adına, ilme saygı adına, edep ve hayâ adına veya yerilip kınanmamak adına yanlışları görmezden gelemeyiz. Haricilikle, mealcilikle, tekfircilikle, cahillikle, sapkınlıkla, inkârcılıkla suçlanacağız diye, insanların kınamasından çekinirsek; Allah’ın dinini sahiplenmede, gerekli netlikten ve hassasiyetten yoksun olursak, gerekli özeni göstermezsek, bunun hesabını Allah’a verebilir miyiz? İnsanların kınamasından çekinmek yerine,  Allah’ın kınamasından çekinmeyi dikkate almamız gerekmez mi? Kuşkusuz ki, hassasiyet ve netlik adına geçmişin tamamını silmek, ne var ne yok kaldırıp çöpe atmaktan söz etmiyoruz. Elbette ki geçmişte ortaya konmuş; doğru, iyi ve güzel ne varsa bizimdir. Bu konuda duyarlı olmak zorundayız. Geçmişimize nankörlük edemeyiz. Ama kimden ve nereden geldiğine bakmaksızın, Kur’an’a uymayan ne varsa, onları kaldırıp çöpe atma netliğinden mahrum olanlar, şirkin ve hurafenin bir parçası olarak kalacaklarını bilmek zorundadırlar. Allah’ın kelamı yanında, başka bir kelamı referans almak, Allah’ın yanı sıra başka ilahlar edinmek olduğunu; Allah’ın dininin yanı sıra o kelamı da din edinmek anlamına geldiğini anlayıp kavramadan bu şirk ve hurafe batağından, “atalar dinine” bağlılıktan kurtulmak mümkün olamaz. Bugün, Müslüman olduğunu söyleyen veya Müslüman olarak adlandırılan âleme, Kur’an’ın hidayet etmediği apaçık ortadadır. Bunun nedenini doğru belirlemeden, Kur’an’ın yeniden yol göstericimiz olmasını sağlamamız söz konusu olamaz.  Adına İslam denilen âlem, Kur’an’ın yol göstericiliğinden mahrum kaldığı için; karanlık bir dünyada, zulümle yönetilmekte, sömürülmekte, yoksulluk batağında kıvranmakta, çaresiz, güçsüz, onursuz, kişiliksiz ve zavallı bir durumdadır. Bu âlem, o kadar kişiliksiz ve onursuz bir durumdadır ki; kâfir olarak nitelediği, küfür olarak gördüğü âlemin, neden kendisini kurtarmadığını, neden kendisine yardım elini uzatmadığını, neden İsrail’e sesiz kaldığını veya dünyanın aç ve susuz insanlarına neden sahip çıkmadığını şikâyet konusu etmektedir. Neden beni kurtarmıyor diye düşmanını suçlamaktadır. İçinde bulunduğu bu zavallı, bu acınası, hatta tiksinti verici durumunun suçlusu olarak, düşman ve küfür olarak tanımladığı âlemi görmektedir. Ben, neden aydınlık bir dünyada, adil bir yönetim altında, barış ve kardeşlik içinde, özgürce kendimi ifade edebildiğim bir hayatı yaşamıyorum? Ben, neden güçlü değilim; ben, neden dünyanın adalet dağıtıcısı, sahipsizlerin sahibi, zalimlerin korkulu rüyası değilim diye kendisini suçlayacak yerde; ABD’yi, İsrail’i veya Avrupa’yı; diğer bir deyimle, küfür ve kâfir olarak gördüğü âlemi suçlamaktadır. Düşünmüyor ki, “insan eşek olursa, semer vuranı çok olur!” Biz, gereği gibi Müslüman olabilseydik; biz, gereği gibi insan olabilseydik; bu gün, bu  rezil durumda olur muyduk? Zalimler, zulmedebilirler miydi? Mazlumlar, sahipsiz kalırlar mıydı? Suçluyu dışarda aramak, kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir. Evet, suçlu, İsrail Terör Devleti değil, biziz. Birkaç kişi bir adamı yakalamış ve dövmeye başlamışlar. İki kişi, adamın koluna girmiş, diğeri de sürekli adamın karnını ve midesini yumruklamaya başlamış. Adam, karnına yumruk yedikçe, “ah belim, ah belim!” diye bağırmaya başlamış. Dayak atanlar, merak etmişler: “Ulan! Biz senin karnına vuruyoruz, sen, “ah belim, ah belim!” diye bağırıyorsun demişler. Dayak yiyen: “Eğer belim (arkamda gücüm) olsaydı, siz bana vurabilir miydiniz?” “Karnıma yumruk yiyorsam, arkamda desteğim olmadığındandır,” demiş.  Evet, bizim hikâyemiz de buna benzemektedir. Eğer biz, biz olabilseydik, başka iplere tutunacağımıza Allah’ın ipine tutunabilseydik, şimdi bu durumda olur muyduk? Eğer bugün adına İslam âlemi denilen âlem, başta düşünce ve inanç karanlığı olmak üzere, karanlıklar içindeyse; eğer Batı Dünyası’nın kölesi konumundaysa, eğer gırtlağına kadar cehalet batağına batmışsa; her alanda geri kalmışsa, zalim ve despot krallıklarla, diktatörlüklerle; uşak ve kukla yönetimlerle yönetiliyorsa; kan deryasında boğuluyorsa, dilencilik yapıyorsa; eğer onurunu yitirmişse, bunun nedeni, suçlusu ve sorumlusu, sahip olduğu dindir. Bu dinin adının İslam olması kimseyi yanıltmasın; bu dinin,  Allah’ın dini olan İslam’la kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur. Adı İslam da olsa, adından başka İslam’la hiçbir ilgisi olmayan bu din; gerçekte cahiliye dinidir, şirk ve hurafe dinidir, tasavvuf ve mezhep dinidir. Evet, on üç asırdır, İslam âlemi denilen âlem, Kur’an’la bağlarını koparma sürecini yaşamaktadır. Diğer bir deyimle Kur’an ikinci plana itilmiş durumdadır. Kur’an, artık, kendilerine Müslümanız diyenlere hidayet etmiyor. Zira Kur’an’ın  “hidayet etme” koşulu, kendisine uyulmasıdır. Kur’an, kendisine uymayanlara hidayet etmeyeceğini söylemektedir. Eğer Müslümanlar, Kur’an’ı terk etmemiş olsalardı, onun aydınlık yolundan gidiyor olsalardı, yani Kur’an, hidayet etmeye devam ediyor alsaydı; şimdi Müslümanlar; dünyada onurlarıyla yaşayan, güçlü sözü dinlenen, barış, kardeşlik, huzur ve güven içinde yaşayan; yeryüzüne adalet dağıtan, bilgili, mazlum halkların umudu, güçsüzlerin gücü, muhtaçların yardım eli, zalimlerin korkulu rüyası insanlar olurlardı. İçinde bulunduğumuz durum bunun aksine ise, bilinmelidir ki, Kur’an Müslümanlara! Hidayet etmiyor. İsrail’e dur diyecek birileri yok mu derken, ABD neden Ortadoğu’da kan akıtıyor veya neden akıtılan kana engel olmuyor; Mısır’da, dikta neden insanları zindanlara dolduruyor, neden insanları katlediyor, Suriye neden kan deryası, neden İslam coğrafyasında bunca katliam yapılıyor, neden Müslüman coğrafyada kadınların ırzları kirletiliyor? Neden, neden, neden… Bu ve benzer soruları sorarken, biraz olsun utanmak gerekmez mi, biraz olsun yüzlerin kızarması gerekmez mi? Hangi hakla bu soruları sorabiliyoruz ki? Bütün bu olup bitenlerin suçlusu ve sorumlusu kendilerine Müslüman’ım diyenler değil mi? Sen Kitap’ını terk edeceksin, “atalar dinini” din edineceksin, Cahiliye’yi yaşam tarzı edineceksin; cahil, tembel, sahtekâr, yalancı ve ahlaksız olacaksın; Allah’ın dinini az bir değer karşılığında satacaksın; Allah yerine; efendilere, şehlere, evliya ve ulema dediklerine, mezheplere ve tarikatlara kulluk edeceksin, ondan sonra da ben neden bu durumdayım; kâfirler neden beni ayakları altında eziyor, zulmediyor diye şikâyette bulunacaksın? Bilesin ki: Kur’an’ın deyişiyle, “Başına gelen bütün kötülükler, kendi ellerinle yaptıklarındandır.” Evet, bunun nedeni o kadar açık ki; bunun nedeni, uydurduğumuz dinin; aklımıza, yüreğimize, ruhumuza ve bedenimize geçirdiği cahiliye prangasıdır. Ve “uydurulan dini” bir kenara bırakır, yeniden “gönderilen dine” dönersek, kurtuluşa ermiş oluruz. Kur’an, yeniden bize hidayet etmeye başlayacak ve Kur’an’ın deyimiyle “fevz’ulazim’e” (büyük kurtuluşa) ermiş olacağız. Kur’an’la aydınlanma, onunla bilinçlenme; onu yaşantı ve ahlak edinme; onun değerlerini yaşantımızın her alanında söz sahibi yapmak kurtuluşumuzu sağlayacak tek yoldur.  Kur’an, dünün de bugünün de yarının da en doğru yol göstericisidir. Onun gösterdiği yoldan giden, her türlü cehaletten kurtulmuş olur. Yok etmeyi değil yaşatmayı, zorlaştırmayı değil kolaylaştırmayı, kendisi için istemediği bir şeyi başkası için de istememeyi, adalete boyun eğmeyi, zulme isyan etmeyi, nefreti değil sevgiyi, tek başına da kalsa haktan ve doğruluktan ayrılmamayı, güçten yana değil, haktan yana olmayı ahlak edinmiş olur. Kur’an’ın hidayet ettiği kimselerin, yalnız kendilerinin değil, bütün bir insanlığın da kurtuluşunu sağlayacak gücü elde edeceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Kur’an’ın insanlığı dirilteceğine inanmayanın, yeniden diriltileceğine inanmayandan bir farkı ola bilir mi? Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki: Kur’an yalnızca kendisine tabi olanlara hidayet etmektedir. Kur’an’a tabi olmak ise, onun gösterdiği yoldan gitmekle mümkün olur. erhanaktas@hotmail.com    İKTİBAS DERGİSİ