Kudüs özerk olmalıdır çünkü…

ÖMER LEKESİZ

VAN 9.11.2014 11:42:29 0
Kudüs özerk olmalıdır çünkü…
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Kudüs özerk olmalıdır çünkü…

'Dünya Siyonist Teşkilatı'nın (1897) kurucu başkanı sıfatıyla Theodor Herzl (1860-1904) 'vadedilmiş topraklar'da bir Yahudi devleti kurmak için Sultan Abdülhamid'le 1901 ve 1902 yıllarında yaptığı iki görüşme sonuçsuz kalınca İngilizlerden devleti Uganda'da kurması yönünde bir teklif alır.

Teşkilat, Theodor Herzl'in İngilizlerden getirdiği bu teklifi kabul etmez çünkü o devlet 'taşıma usulü'yle kurulacağı için, oraya taşınacakların dini bir idealizmi gerçekleştirme vaadi dışında herhangi bir şeyle ikna olmaları mümkün değildir.

Buradan itibaren 1948'de İsrail devleti oluşturuluncaya kadar yaşanan olayların tamamını planlayan ve uygulayan taraf olarak yine İngilizleri görürüz. Deyim yerindeyse vaadedilmiş topraklarda İngilizler kendileri için bir alan açmanın gayretine düşmüş, Yahudileri de bu doğrultuda 'hazır kıta' olarak kullanmışlardır.

Bugünkü tablo ise şudur: Dünya genelindeki Yahudi nüfusu on dört milyon civarındadır. Bunun beş milyonu İsrail'e bağlı olarak Filistinlilerden gasbedilen topraklarda yaşamaktadır.

İsrail diye bir devlet vardır ama devlet olmanın zorunlu şartları açısından bakıldığında orta yerde hâlâ kaderi İngilizlerin iki dudağı arasında sıkışmış bir teşkilattan başka bir şey yoktur.

Örneğin devletin köklü ve güçlü halklara yaslanma zorunluluğundan bakarsak taşıma usulüyle toplanmış beş milyon kişi yeterli bir sayı değildir.

Öte yandan işgal edilen topraklar ise büyük ve çok cepheli bir savaşta savunma amacıyla siper kazmaya bile yetmez.

Yeni bir Yahudi medeniyetinin ve kültürünün oluşturulması açısından bakarsak, beş milyon Yahudi'nin iliklerine işleyen sürgünlük psikolojisini 'şimdilik' dayılarının himmetiyle 'geçici olarak' baskılaşmış olmaları buna imkan vermez.

Ekonomik açıdan bakarsak, dünyadaki Yahudi iş adamlarının haraca bağlanmasıyla işleyen ekonomi çarkı, onların haraç vermekten çark etmeleriyle anında durmaya teşnedir.

Kendi kaderini tayin edebilme gücü açısından bakarsak, İngilizlerin (ve ikna edilmiş yeni koruyucular olarak İran'ın, Suudi Arabistan'ın, Mısır'ın…) korumasının kalkmasıyla Yahudilerin kendi adlarına vehmedebilecekleri bir güç kalmaz.

Huzurlu bir hayatın sağlanması için komşularla kurulması gereken iyi ilişkilerden bakarsak İsrail'in bizdeki Haşhaşilerden başka yer yüzünde seveni yoktur.

O halde 'İsrail devleti' nitelemesi, devlet müessesesinin asgari gereklerine göre içi layıkınca doldurulabilen bir niteleme, hak edilmiş bir unvan değildir.

Dolayısıyla İngiliz çıkarlarınca zoraki olarak var edilmiş ve varlığı her an iptal edilebilir bir teşkilat olarak İsrail'in bugün bir cinnet duvarına gelip dayanmış olması ve bunun bir gereği olarak insana zulümde, kutsala saldırmada pervasızlık göstermesi karşısında (gerçek belasını bulacağı zamana kadar) bir tedbir üretilmesi zorunlu hale gelmektedir.

Yukarıda dile getirdiğim hususların sonucu olarak şunun altını çizerek vurgulamalıyım ki, üretilecek tedbirden kastım, Ehli-i Kitap ile Kudüs merkezli bir sulh anlaşması değildir; Ehl-i Kitap'ın tıpkı Hz. Ömer (ra) için yaptığı gibi, Kudüs'ün anahtarını yine Müslümanlara teslim edecekleri güne kadar Kudüs'teki Müslümanları ve mübarek emanetleri güvence altına almaktır.

Bu manada benim Kudüs'ün yeniden Müslümanların olacağından zerre kadar şüphem yoktur ki, üretilmesinden yana olduğum tedbir de o zamana ulaşıncaya kadar Ehl-ı Kitap'ın şerrinin doldurulmasına ilişkindir.

Bu tedbirin ilk yönü Kudüs'ün özerkleştirmesine çıkmaktadır.

Kudüs'ün özerkleştirilmesiyle el edilecek ilk şey müstakil ibadet alanlarının korunmasıyla ibadet özgürlüğünün sağlanması ve ortak ibadet alanlarının kullanımında diğer inanç sahiplerinin de haklarının gözetilmesini garanti altına almak olacaktır.

Bu bir inancı diğerine veli kılmak değildir, veliliği her inancın kendi şartları ve zorunlulukları içinde yeniden tesis etmektir.

Bir Müslüman geçmişi yeniden elde etme derdinde olamayacağı gibi ancak Allah'ın bilgisinde bulunan geleceğe hükmetmeye de kalkışamaz. Onun için sadece 'şimdiki zaman'ı inancı doğrultusunda yaşanılabilir kılmak vardır ve bu uğurda da umutsuzluk ona yasaklanmıştır.

Dolayısıyla bu esasın içinde duran ve Alah'tan umudunu kesmesi mümkün olmayan bir Müslüman'ın Kudüs'ün yeniden kendisine teslimi konusunda endişe duyarak sürekli bir gerilim içinde yaşaması doğru değildir; zihni enerjisini ve maddi gücünü Kudüs'ün yeniden fethine tahsis ederek mevcut olumsuzlukları geçici anlaşmalar yoluyla aşmaya çalışması kendi zamanının hakkını veren, sorumluluğunu doğru ifa eden olması bakımından elzemdir.

Bu açıdan Hudeybiye Anlaşması'na ve Pakistan'ın kuruluşuna yeniden ve daha dikkatlice bakmakta yarar vardır.

Yapıldığı gün Müslümanların aleyhine gibi gözüken Hudeybiye Anlaşması'nın nasıl sonuçlandığı malumdur.

'Küçük olsun, bizim olsun' mantığıyla Pakistan'ın kurulmasından sonra ise dünyanın 2. büyüklükteki Müslüman topluluğu velisiz bırakılarak varlıkları İngilizlerle Hinduların insafına terk edilmiştir.

O halde maddi anlamda 'şimdilik' güçsüz olmak, düşünmeden de yoksunlaşmak olamayacağı gibi, tek yönlü bir içtihatla Müslümanların ve mübarek emanetlerin İslam düşmanlarına terk edilmesini de makul kılamaz.

Birçok müfessir Kur'an'daki 'mülk' kelimesini 'bilgi' olarak okumuştur; çünkü ancak bilginin sahibi olan mülkte tasarruf hakkına sahip olur.

O halde Kudüs'ün özerkleşmesi aşamasını izleyerek onun fatihi olmayı düşünenlerin verili bilgilerin ışığında yeni bilgilerle sorunları çöze çöze fethe kilitlenmeleri gerekir.

Yok, 'Düşünmek, tezler üretmek gereksiz, küçük olsun bizim olsun, bizim olmayan kahrolsun' diyorsanız zelillikle ve kahroluşla ağlamaya devam edersiniz.

twitter.com/OmerLekesiz