Kolektif Narsizm ve Tarikat Kadrolaşması Üzerine

Bilgin Erdoğan

VAN 12.09.2017 10:44:35 0
Kolektif Narsizm ve Tarikat Kadrolaşması Üzerine
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bencilliğin psikolojideki adı narsizm, sosyal psikolojideki karşılığı ise kolektif narsizmdir. Bir kimse dünyanın kendisi etrafında dönmesi gerektiğine inanıyorsa buna kişisel narsizm, şayet dünya’nın kendi cemaati, örgütü, çetesi veya partisi etrafında dönmesi gerektiğine kendini inandırmışsa buna kanımca kolektif narsizm denir.

 

Çoğu zaman gayet fedakar bireyler oldukça bencil tarikat, cemaat, cemiyet veya siyasi parti gibi sosyal yapıların müridi, şakirti, üyesi veya taraftarı olabilirler. Özellikle dini hareketlerde bu durumu gözlemlemek mümkündür.

 

Şayet bir mürid liderini “Gavs” olarak görüyorsa, meselenin dini tarafı kişiyle Allah arasında akidevi bir konu olmakla beraber, bu kimseler siyasete ve bürokrasiye müdahil oldukları ve kadrolaşmaya başladıkları zaman, bu durumun siyasi ve sosyal sonuçları göz önünde bulundurulmak zorundadır.

 

Zira mevzu bahis bu kimselere göre “Gavs” kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan velîler örgütünün başındaki kimsedir. Bir mürid kainatı idare edenin ve zor durumda imdadına gelenin, peşinden gittiğine inandığı şeyhi olduğuna inanıyorsa bu kimsenin bir devlet biriminde memur iken amirini dinleme ihtimali olabilir mi?

 

Şayet bir kimse sadece bireysel olarak böyle bir şeye inanıyorsa, itikadi nazardan problemli olduğu halde toplumsal açıdan belki sorun olmayabilir.Ancak bu kimselerin devlet birimlerinde kadrolaştıkları takdirde siyasi bir tehlike arzedeceği açıktır.

 

Siyasi liderleri dahi aşk derecesinde sevmek doğru değildir. Zira bir darb-ı meselde ifade edildiği gibi ‘ Aşkın gözü kördür’. Siyaset ise tabiatı itibarıyla hata yapmaya müsait bir alandır. Şayet seçmen veya bir parti üyesi aşk modundaysa hatalar konuşulamaz ve masaya yatırılamaz. Bilakis o hatalar tekrar eder durur. Böylece o aşk toplumsal hayatı zehirleyen bir mahiyet arz eder ve toplumdaki adaletsizlikler çoğalmak durumunda olur.

 

Fedakarlık ve adalet gibi hayati anlamı olan değerler sadece bireysel alanda değil toplumsal yaşamda da vücud bulmazsa bireylerin başına gelenler, cemaatlerin, örgütlerin ve sosyal yapıların da başına gelme ihtimali yüksektir. Zira güç zehirlenmesi sadece bireylere münhasır olamaz.

 

Kişinin ehil olmadığı ve liyakat kesbetmediği halde akrabalarını devlet birimlerinde istihdam etmesi nasıl ki ahlaki değilse bir siyasi partinin kendisini destekleyen cemaatleri veya tarikat yapılanmalarını devlet birimlerinde istihdam ederken adalete aykırı davranması da doğru olmaz.

 

Siyaset biliminde “Spoils System” olarak bilinen bir siyasi partinin seçimi kazandıktan sonra kendi taraftarlarına pay vermesi o toplumda bireylerin devlet birimlerine güvensizliğini güçlendirir ve sosyal kaosu arttırır. Bu durumda ülke artık adalet devleti olmaktan çıkar ideolojik bir devlet olur.

 

Dini tarikat ve cemaatlerin devlet birimlerinde kadrolaşması sadece etik değerler açısından değil güvenlik açısından da son derece sakıncalı olduğu aşikardır. Zira bir devlet birimi içinde çift başlılık güvenlik nokta-i nazarından  tehlikelidir.

 

Devlet birimindeki memur, amirini veya devlet başkanını değil de, şeyhini veya onun halifesini ya da hocasını, abisini vs. dinlemeyi tercih ederse bu durum önü alınmaz siyasi ve idari tehlikelere sebep olur ki bu sorunu biz 17 Aralık sürecinden itibaren toplum olarak bizzat müşahade ettik.Her şeyin bir sistematiği olduğundan aynı sebeplerin benzer sonuçlar üreteceğinden kuşkumuz olmamalıdır.

 

Katolik dünyasına baktığımızda, Cizvit, Benedikten, Fransişken, Dominiken, Servites, Premonstratensien, Karmaliler, Triniteryen, Augustinciler fonksiyonel olan gibi Katolik tarikatları var. Bunların herbirinin kurucu liderleri olmakla beraber farklı çalışma yöntemleri ve hayata bakış ayrılıkları var. Ancak Cizvitler, Vatikan bünyesinde kadrolaştıkları için, görünürde aleyhte vukuatları olmamasına rağmen, dünya’nın en eski ve köklü bürokrasine sahip Vatikan bu tarikatı kadrolaştıkları için siyasi tehlike olarak görmüştür.

 

Hatta bu tarikat, 1759 yılından itibaren birçok ülkede yasaklanmış, mensupları sınır dışı edilmiş, 1773 tarihinde papalık genelgesiyle de yasaklanmıştır. Bu dönemde onları, yalnızca Rus İmparatoriçesi II. Catherine, eğitim ve faaliyetlerinde yardımcı olmaları ve okulların geliştirilmesine yardım etmeleri amacıyla himaye etmiştir. Ancak Avrupa'daki siyasi hayatın da değişmesiyle, l814'te, yine papalık genelgesiyle tarikatı yasaklayan karar hükümsüz kılınmıştır.

 

Elbette her birey neye inanacağına ve neyi nasıl pratize edeceğine kendisi karar vermelidir. Tarikatların devlette kadrolaşmasına yükselttiğimiz ses onların tekkelerine kayyum atansın veya onlar Cumhuriyetin ilk dönemlerinde olduğu gibi tamamen yasaklansın ve hatta eziyet görsün şeklinde anlaşılmamalıdır.

 

Tarikat ve cemaatlerin felsefelerine fikren karşı olmamız onların hür iradelerine vurulacak bir pranga olamaz. Lakin bir cemaatin Milli Eğitimde, Milli İstihbarat Teşkilatında, Emniyette ve Askeriyede kadrolaşması ne denli tehlikeli ise bunlardan boşalan kadroları bir başka tarikat yapısının müridleriyle doldurmak o derece tehlike arzeder.

 

Hatta kanımca tarikat kadrolaşması cemaatlerin kadrolaşmasından daha tehlikelidir. Gülen yapısı içinde ona 1970 lerde muhalefet eden “Orda Fethulllah varsa burda da Latif Erdoğan var” diyen eski cemaat kurmaylarının varlığına şahit olursunuz da tarikat yapılanmaları içinde böyle bir ihtilafın veya çıkışın  zerresini gözlemlemeniz mümkün olmaz. Zaten "Gassalın elinde meyyit" yani ' Ölü yıkayanın elindeki ölü' gibi olmayı telkin eden ezoterik bir felsefenin içinden böyle bir sorgulama muhakemesini yapacak bireylerin çıkabilme ihtimali düşünülemez.

 

Devlet herhangi bir tarikat ile uyumlu iken sorun olmayabilir ancak bir çatışma yaşandığında problemlerin önü alınamaz  Beşeri kurumlar olan tarikat ve cemaatlerin ise bugün devletle uyumlu olmaları yarın da olacaklarının garantisi değildir. Bugün alkışladıklarınızın yarın yüzüne tükürmek isteyebilirsiniz. Öyleyse tedbir alınması ve kadrolaşmaya müsaade edilmemesi gerekir.

 

Zira adalet mülk’ün temelidir. Unutmamak gerekir ki narsizm yani bencillik bireysel afet ise kolektif narsizm sosyal afettir