KİŞİSEL DÜŞÜNCELER DİN’İN ÖNÜNE GEÇEMEZ

Mezhep kelime olarak “ z. h. b.” kökünden türetilmiş ismi mekan yani gidilen, takip edilen yol anlamına gelmektedir. Kavram olarak herhangi bir alimin dini anlayışlarını ve içtihatlarını ortaya koymada seçtiği bir usul çerçevesinde ta

VAN 28.09.2016 10:01:25 0
KİŞİSEL DÜŞÜNCELER DİN’İN ÖNÜNE GEÇEMEZ
Tarih: 01.01.0001 00:00
Cemal Karakulak/ Elazığ
Soru: Din adına herhangi bir konuda iki kelam edince vatandaş yaklaşarak sormaya başlıyor: “Hanefi misin? Hayır diyorum. Şafii misin diyor? Hayır diyorum. O zaman ya Maliki ya da Hanbelî’sindir diyor. Yine hayır diyorum. Vay be ne ara Şii oldun diyor. Şii de değilim diyorum. Vehhabi mi oldun diyor? Hayır, Vehhabi de değilim diyorum. Bu sefer vay seni mezhepsiz vay seni dinsiz diyor. MÜSLÜMAN mısın diye sormuyor artık insanlar. Müslüman olmanız bile yetmiyor; illa parçalanacaksın diyor. illa bölüneceksin diyor. İslam yetmiyor bu adamlara. Oysa Kur’an bizleri sadece “Müslüman” olarak nitelendirmiyor mu? Allah aşkına Allah indinde din mi önde geliyor mezhep mi? Allah bizi Hesap günü Kur’an dan mı hesaba çekecek yoksa seçmiş olduğumuz mezhebin oluşturduğu fıkıh külliyesinden mi? Bu gerçeği insanımıza nasıl anlatacağız?
Hüseyin Bülbül Cevap: Konuya girmeden benzer bir durumla karşılaşan bir Müslüman’ın başından geçen bir olayı da burada zikretmek istiyorum. “İran’da 1979 da ki devrimden sonra devriminin yıl dönümlerini kutlarken yurt dışından her düzeydeki insanları İran’a davet ederek yapılan devrimi tanıtmak istiyorlardı. Bu vesile ile İran’ın davetine Hollanda’dan iştirak etmiştim. Genç bir mücahit, hızlı şeraitçi olarak kirli bir sakal, şalvarımsı bir pantolon, gömleği de üzerine salmış olarak bıçkın bir deli kanlı edasıyla otelin lobisinde etrafı gözlemliyorum. Hemen yanıma İranlı bir molla yaklaştı. Ağa siz  Şii’sız ya da Sünni?  Hayır dedim. Ağa siz mezhepsizsiniz!? Hayır dedim ben Peygamberin mezhebindenim deyince kaşları çatıldı; yüzüme dik dik bakarak uzaklaşıp gitti.”
Militarize olmuş düşüncelerin insanı taşıyacağı yer burasıdır. Aynı şey siyasi partilerden birine mensup olmayan insanlar içinde söz konusudur. Ya ondan ya bundan ama mutlaka birisinden olacaksın. Sanki bunların hepsini yanlış gören birinin; yanlışlardan bir yanlışı tercih etmek zorunluluğu varmış gibi. Yanlışı tercih etmemenin doğruluğunu anlayamıyor insanlar! İnsanları öyle etkilemişler ki, zihinleri bile ipotek altına alınmış. Hep özlediğimiz “hürriyeti” zihin dünyamızda bile yaşayamaz olmuşuz.  Birilerinin düşündüğü gibi düşünmek, inandığı gibi inanmak, yaptığı tercihi yapmak, sevdiği şeyleri sevmek,  anladığı gibi anlamak ila ahir… Merkeze konulan insanı taklit etmek zorunluluğu getirilmiş. Bu anlayış insanları daha çok militanlaştırmış, kendi mezhebinden, meşrebinden olmayanı ötekileştirmiştir. Buna biraz da batı dünyasının Müslümanlar arasına sokmak istedikleri “mezhep kavgası” projelerini ilave edince iş tamamen çığırından çıkarılmıştır. ABD ve batı halkı  Müslüman olan ülkelerde paket programlar uyguluyor… Yetmişli yıllarda Kominizm’in yayılmacılığına karşı halkı Müslüman olan ülkelerde uygulamaya koyduğu “yeşil kuşak” projesi gibi… Bu ülkede de bu amaca matuf  en sağdan Erbakan’ın eliyle MNP yi çıkarmıştı. Çok radikal söylemlerle yola koyulduğu için Kemalistlerin bamteline dokunmuş çok geçmeden kapatılmıştı. Daha sonra biraz sulandırılmış söylemlerle dillendirilen MSP yi kurdurdular. Bu sularda palazlanan “Namazlı niyazlı partizanlar yetiştirilmiş oldu.  28 Şubat süreciyle birlikte tasavvufu da devreye sokarak projeye yeni bir boyut kazandırdılar. Hatırlayın o günlerden önce “mücahit”, “şeriatçı” Müslümanların birden tasavvufa meyletmeye, İbni Arabi, Mevlana okumaya başladıklarına bizzat şahit olmuşuzdur. Hatta bir “Müslüman’ın” Abi biz değiştik; bunu bizden duyun başkasından değil. Artık Mesnevi okuyoruz, İbni Arabi okuyoruz. Mübarekler ne büyük insanlarmış! Ama biz bu güne kadar anlayamamışız” dediklerine şahit olduk. Bu da bir tesadüf değildi. Batının yeni projesinin tezahürleri idi. ABD nin büyük elçilerine telkini, gittiğiniz yerde Tasavvufçuları, Demokratları, ılımlı İslamcıları destekleyin. Radikal Müslümanları köstekleyin şeklinde idi. Daha sonraları orta doğuda sular ısındıkça hizipler arası gerginlikler kaşınmaya başlandı. Bu daha ziyade Şii –Sünni eksenli bir çatışmayı gerçekleştirmeye yönelik bir proje idi. İran’dan Lübnan’a uzanan Şii bir hat, Türkiye’den Birleşik Arap Emirlikleri’ne uzanan Sünni bir hat oluşturarak Orta doğuda Müslümanları daima birbirleri ile savaştırmaya yönelik bir proje…  Siyasi bir deha olan Humeyni 1979 da yapmış olduğu İslam devriminden sonra mezhebini sol elinde arkasında tutarken, dinini sağ elinde ve önünde tutmuştu. Aynı hassasiyet devam etse idi İran devrimi ihraç etme şansını yakalayabilirdi.  Ama arkadan gelenler aynı feraseti gösteremediler.
Yıllar önce ABD nin itirafı,  “bundan böyle Ortadoğu’da biz savaşmayacağız; Müslümanlar birbirleriyle savaşacaklar” şeklinde ifade edilmişti. Dünya “etme bulma” dünyası. Geçmiş dönemin ABD başkanı Ronald Wilson Reagan Osmanlıyı kastederek:  “Biz atalarınızdan çok şey öğrendik” demişti. Osmanlı İmparatorluk yıllarında 20 milyon km kare topraklarda yüzlerce ırka, dile ve dine mensup insanı idare ederken takip edilen politikalardan istifade ederek bu günün dünyasını elinde tutmaya çalıştıklarını vurguluyordu. Son dönemin “yüce hakanı/ kızıl sultanı” Abdül Hamit Han 33 yıl batıdaki kilise ayrılıklarını körükleyerek birbirleriyle savaştırdığını söylerken hoşumuza gidiyordu. Şimdi de elin adamı aynı şeyi bize uyguluyor. Kötülük bumerang gibi döner sonunda ucu gelir size de dokunur. Elin malını çalmak için hırsızlığı ahlak edinen kimse gün gelir babasının malını da çalar. Çünkü hırsız için önemli olan maldır. Malın kime ait olduğunun önemi yoktur. İslam da önemli olan, kötülüğün ortadan kaldırılması; insanların aklıselim ile bir birlerinin kardeşi olduğunun bilincine ulaşarak, kardeşçe yaşamayı içselleştirmesidir. İşte o zaman insanlık dünyada huzura erecektir. Çünkü yanlış daima daha büyük bir yanlışı doğurur. Ve nitekim de hep böyle olmuştur. Tarih bunun en açık şahididir.
***
Şimdi gelelim İslam da mezhep konusuna: Mezhep kelime olarak “ z. h. b.” kökünden türetilmiş ismi mekan yani gidilen, takip edilen yol anlamına gelmektedir. Kavram olarak herhangi bir alimin dini anlayışlarını ve içtihatlarını ortaya koymada seçtiği bir usul çerçevesinde takip ettiği yola mezhep denilmiştir. Mevcut mezheplerin oluşumu böyle meydana gelmiştir. Örneğin Hanefi Mezhebi, başta Numan Bin Sabitin / Ebu Hanife’nin din’e ve dünyaya bakışı görüş ve içtihatlarından oluşan fıkhi bir anlayış iken, aynı yöntemi benimseyen talebeleri ve diğer müçtehitlerin görüşleri ile de zenginleştirilerek bu günkü halini almıştır. Diğer mezhepler de aynı yöntemle oluşturulmuştur.
Ebu Hanife’nin doğumu H. 80, vefatı H. 150 dir. Yaklaşık Peygamberimizden Yüz yıl sonraya rastlamaktadır âlimliği müçtehitliği.  O güne kadar mezhep diye bir olay yok idi. Her Müslüman Allah’ın kitabından Peygamberin Sünnetinden anladığı ile amel ediyor, bilmediği konuda da bir bilene sorup öğreniyor ve onunla amel ediyordu. Asıl olanda bu iken birilerini otorite kabul eden insanlar işi ekolleştirerek bu hale getirdiler. Bu sefer ekoller arasında rekabet ve adam kazanma yarışı başladı. sonuç malum…
Dini bakımdan konuyu değerlendirecek olursak mezhep içtihatlardan oluşan görüş ve düşüncelerdir. Özel adıyla içtihatlardan oluşan bir yoldur. Yine bizzat bu müçtehitlerin ifadesiyle kimse kimsenin görüşünü kabul etmek onu taklit etmek mecburiyetinde değildir. isteyen alır onunla amel eder isteyen de almaz bildiği ile amel eder sonuç sadece kişinin kendini ilgilendirir. Ebu Hanife içtihatları için şunu söylemiştir: “Bu Numan bin Sabitin bu konuda vardığı en son kanaatidir görüşüdür. Dileyen alır dileyen almaz. Benim görüşüm bana göre doğrudur yanlış olma ihtimali ile beraber; başkalarının görüşleri de bana göre yanlıştır doğru olma ihtimaliyle beraber.” Çünkü içtihatların hepside galip zandır. Hiç biri kesinlik ifade etmez. Bu nedenle kimse kimsenin zannını almak zorunda değildir. işin başında durum bu iken üzerinden asırlar geçtikçe bu ekoller tabileri tarafından din haline kesin bilgi haline dönüştürülmüş; benim mezhebim en doğrusu ve hak olanıdır sizinki batıl demeye; benim imamım senin imamını “döver” muhabbetlerine dönüştürülmüştür. Bu işler de artık sultanların elinde demokratik partiler gibi politik kulvarlara evirilmiştir. Hal böyle olunca elin gâvuru da bu yarayı kaşıyıp fitne çıkarmak için aradığını bulmuş olmaktadır.
Müslümanlar olarak bu oyunlara gelmemeye çalışmamız gerekmektedir. Şunu hep hatırlayarak bizi yönlendiren şiar edinmeliyiz: Bizler Allah’a teslim olan Müslümanlarız ve dinde kardeşiz. Ortak paydamız budur. Bilerek bir sapkınlığa meyletmediğimiz sürece Allah’ın kitabından ve Resulünün kitabı anlayıp yaşayarak, ahlak edinerek ortaya koyduğu sünnetinden anladıklarımızı biz de ahlak edinerek Allah’ın dinini yaşamaya çalışırız. Mevcut mezheplerden hiç birisini taklit etmeden bunu yapan bir Müslüman’ın dininde bir eksiklik olur diyemeyiz. Çünkü sonuçta Allah insanları kendi kitabından hesaba çekeceğini ifade ediyor. Bu nedenle dersimize Allah’ın kitabından çalışmak zorundayız. Bu gerçek, halk içinde, alimler için de, Peygamberler için de böyledir. Bu gerçeği Allah önümüze koymaktadır:
(Ey Muhammed!) “Sen sana vahyolunana sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru bir yoldasın.”  “Doğrusu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride bu kitaptan hesaba çekileceksiniz.” (Zuhruf 43/43-44)
Bu nedenle hangi konuda olursa olsun kişi merkezli algı ve anlayışlardan uzak durarak; yüzümüzü Allah’ın kitabına çevirip dinimizi ve dünyamızı onun değer yargıları ile oluşturmaya çalışmalıyız. Kur’an’ı okuyup anlamadan başkalarının kitabını okumamalıyız. Onların penceresinden Kur’an’a değil Kur’an’ın penceresinden onlara bakıp değerlendirmeliyiz. Bunu kimsenin kınamasına pabuç bırakmadan yapalım. Müslümanların sıfatlarından birisinin de kınayanların kınamasına aldırmayan,(Maide 5/54) hak bildiğini yapan kimseler olduğunu unutmayalım. Aklımızı birilerine ipotek vermeden kendimiz kullanalım. Çünkü Allah bizi bize verdiği akılla hesaba çekecektir, başkalarının aklıyla değil. Bu gün her türlü bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Düşüncenizin temelini Kur’an oluşturmuyorsa, güçlü bir esintiye kapılıp savrul gidersiniz. Mahalli deyimle aklınızın oturağını Kur’an oluşturmalı ki, hakkı batıla karıştırmadan alabilesiniz.
Sonuç olarak Allah dinini/ kitabını herkesten daha güzel anlatmaya kadirdir. Nitekim anlatmıştır da. Biz sadece insanımızı aklıyla kitap arasına giren kişileri aradan çıkartarak, aracısız Allahın kitabına yöneltelim. Çok geçmeden arı duru bir din anlayışı ile hayatını tecessüm ettiren bir Müslüman’ın ortaya çıktığını göreceksiniz.