Kâhin çırağı

İsmailKılıçarslan

VAN 4.02.2018 09:02:27 0
 Kâhin çırağı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Kâhin çırağı
Efendimiz(sav)’in bize anlattığından anladığımdır. Şöyledir.

Vaktiyle bir hükümdar ve onun da bir kâhini vardı. Sihirden anlar, hastaları iyileştirdiğini, gelecekten haber verdiğini iddia ederdi. Bu sihirbaz iyice yaşlanınca hükümdara “bana bir çırak ver ki onu yetiştireyim” dedi. Hükümdar da ona bir delikanlıyı çırak verdi.


Çırak, kâhinin evine giden yolda bir rahibe rastladı. Onunla konuştu. Onunla konuştukça göğsüne bir ferahlık, diline bir rahatlama geldi. Ancak, “ben sana bir daha uğrayamam. Kâhin öğrenirse beni döver” dedi. Rahip de ona “kâhine geç kaldığında ona ‘ailem bırakmadı’ dersin” diye öğüt verdi.

Böylelikle kâhin çırağı, her kâhine gittiğinde rahibe uğramaya ve ondan ibadet ettiği Rabbinin yüceliklerini dinlemeye başladı. Kâhinden de ders almaya devam ediyordu.

Günlerden bir gün kâhin çırağı, koca bir vahşi hayvanın halkın yolunu kestiğini, onlara kötülük etmeye hazırlandığını gördü. Yerden bir taş aldı. Taşı alırken “acaba kâhinin işi mi hayırlı yoksa rahibin işi mi?” diye düşündü. Sonra da “Allah’ım, eğer rahibin işi hayırlıysa bu hayvanı bu taşla öldür de insanlara fenalık yapamasın” diyerek taşı attı. Taş, koca hayvanı öldürdü. Kâhin çırağı, rahibe koşarak olanı biteni anlattı. Rahip ona “evlat, şüphesiz sen benden daha faziletlisin. Sen muhakkak imtihan olunacaksın. O gün geldiğinde sakın benim nerede olduğumu söyleme” dedi.

Tez vakitte kâhin çırağı, imtihanı gereği elbet, körleri ve abraşları iyileştirmeye, yaptığı çeşitli ilaçlarla hastaların iyileşmesine vesile olmaya başladı. Ünü günden güne yayılıp saraya kadar ulaştı.

Hükümdarın yakın adamlarından biri kör olunca bizim kâhin çırağını buldu. Ona birçok hediyeler takdim ederek “beni iyileştirirsen bunların hepsi senindir” dedi. Delikanlı, duraksamadan “ben kimseyi iyileştiremem. Şifayı veren yalnızca Allah’tır. Eğer sen Allah’a iman ediyorsan senin için dua ederim, umulur ki o da şifanı verir” dedi. Adam oracıkta Allah’a iman etti. Allah da adamın şifasını verdi. Gözleri yeniden görmeye başladı.

Hükümdar, kör olan adamının iyileştiğini görünce ona “sana gözlerini kim geri verdi?” diye sordu. Adam da “Rabbim” dedi. Hükümdar öfkelenip “senin benden başka Rabbin mi var?” diye bağırdı. Adam istifini bozmadan cevap verdi: “Senin de, benim de Rabbim, şanı pek yüce olan Allah’tır.”

Öfkeden deliye dönen hükümdar, uzun işkence seansları sonucu adamının ağzından kâhin çırağının yerini öğrenmeyi başardı. Delikanlıyı yakalayıp hükümdarın karşısına getirdiler. Hükümdar önce bir umutla şöyle sordu: “Evlat, kâhinden öğrendiğin sihirler körleri ve abraşları düzeltmene, hastaları iyileştirmene yetecek hale gelmiş.” Delikanlı bu söze itiraz etti: “Vallahi ben kimseyi iyileştiremem. Şifayı veren Allah’tır.”

Kendisini Rabb zanneden aptal hükümdar, kâhin çırağına da ağır işkenceler yaptırmaya başladı. Delikanlı, sonunda rahibin yerini de söylemek zorunda kaldı.

Hükümdar, dinlerinden dönmedikleri için önce rahibi, ardından da maiyetindeki adamı testereyle öldürttü. Kâhin çırağına da “dininden dönmezsen sonun bu ikisi gibi olacak” dedi. Fakat delikanlı dininden dönmedi. “Bunu filan dağa götürün. Dağın tepesine çıkana kadar dininden dönerse ne ala. Dönmezse dağdan aşağı atın” diye emretti hükümdar. Delikanlı Rabbine dua etti ve kendisine dağa götürenler dağdan düşerek öldüler. Delikanlı yürüyerek hükümdara döndü. Ardından bir gemiye bindirdiler delikanlıyı. Denize atmak istediler. Fakat bu kez de gemi alabora oldu. Delikanlı yine yürüyerek hükümdara döndü ve şöyle dedi: “Ey zalim hükümdar. Vallahi sen beni şu anlatacağımı yapmazsan öldüremezsin. Halkı bir yere toplarsın ve beni bir ağaca asarsın. Sonra torbamdan bir ok alıp bu oku yayın ortasına koyarsın. Sonra ‘bu delikanlının Rabbi olan Allah’ın ismiyle’ diyerek bana atarsın. Bunu yaparsan beni öldürürsün.”

Hükümdar denileni yaptı. Halkı toplayıp “bu delikanlının Rabbi olan Allah’ın ismiyle” diyerek onu şehit etti. Halk bu manzarayı görünce “delikanlının Rabbine iman ettik” diyerek hükümdara tapınmaktan vazgeçip Allah’a iman etti.

“Eyvah, gücüm gidiyor” diyerek paniğe kapılan hükümdar büyük hendekler kazdırıp içlerine ateşler yaktırttı ve Allah’a iman eden halkını birer birer ateşe atmaya başladı. Bir anne ve çocuğunu da bu hendeklerden birinin başına getirdiler. Anne, biraz da çocuğunu düşündüğünden olsa gerek, bir anlığına dinini değiştirmek, ateşten uzaklaşmak istedi. Annesinin durumunu hisseden çocuk “anneciğim, sabret” dedi, “sabret çünkü sen hak yol üzeresin.”

Efendimiz (sav)’in anlattığı bu güzel hikâye burada bitiyor.

Öyle inanıyorum ki o anne ve çocuğu elele, tereddüt dahi etmeden bırakmışlardır kendilerini o ateşe. Ve öyle inanıyorum ki Eşrefoğlu Rumi, bu hikâyeyi dinledikten sonra yazdı şunu: “Bu âlem sanki oddan bir denizdir / Âna kendini atmaktır adı aşk”