Kendimize Dair Bir Özeleştiri

Mehmet Şafi Avcı

VAN 18.12.2014 10:56:19 0
Kendimize Dair Bir Özeleştiri
Tarih: 01.01.0001 00:00

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz.1

Bir devlet, prensiplerini yaşadığı ve yaşattığı sürece var olabilir. Öz değer yargılarından taviz veren, varolma prensiplerine göre amel etmeyen bir devlet veya toplum, devletler ve toplumlar arasında varlığını kaybeder. Bu, olmazsa olmaz kabilinde bir kuraldır. Sünnetullahın gereği olarak da bir toplum, içerisinde bulunduğu (iyi veya kötü) hali değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez.2

İslam devletinin, Kur’ani prensiplerle hüküm ettiği yarım asırlık dönem içerisinde halk, devleti yönetenlerden, yöneticiler de halktan memnun ve razı idiler. Ne zaman ki Kur’ani prensipler bir köşeye atıldı, İslam; toplum dininden fert dini haline getirildi işte o zaman halk ile devleti yönetenler arasında aşılması güç bir uçurum peyda oldu ve bugün sonuçlarını gördüğümüz, maslahat adına işlenen ‘Maslahi Cinayetler’in temellerini atan olaylar ve huzursuzluklar baş gösterdi. Kimisi bu “Maslahat” adına kundaktaki bebelerin katline bile fermanlar çıkardı. Yaptığı/yapacağı şer’i olmayan işleri için fetvalar aldı.

Hulefa-ı Raşidin döneminde halkın doğrudan doğruya devlete/yönetime katılımı vardı. Amirlerini Allah'ın emri olarak uyarıyor ve hatta Kur’ani prensiplerden sapma gösterecek idarecileri kılıçlarıyla düzelteceklerini açıkça ilan ediyorlardı. İdareci de buna karşı Allah’a şükür ediyordu. Kısaca o zaman, Allah’ın istediği bir “halkın iktidarı” mevcuttu. Halkın dışında değil, halkıyla iç içe. Halkıyla iç içe olduklarından dolayı da verdikleri emirler hemen yerine getiriliyor ve halk arasında bugünkü gibi çarpık anlayışlar zuhur etmiyordu. Zira onlar, dini şartlara değil, şartları dine uyduruyorlardı.

Bunları yazarak konuya girmemizin sebebi; kendimize örnek edinmek istediğimiz Asr-ı Saadet’teki yönetici ve yönetilenler arasındaki alakayı bir nebzecik olsun hatırlatmamız ve bugünkü “İslami Cemaat” olma iddiasındaki bazıları ile o zamanın insanının yöneticilerini nasıl ikaz ettiklerini hatırlatmamızdır.

Sürekli çarpık şehirleşme olacak değil ya(!) Asrımızın sorunlarından biri olan çarpık şehirleşmenin yanında bir de çarpık cemaatleşmeler peyda olmuştur/edilmiştir. Bu da İslam’ın çarpık anlaşılmasından doğan bir sonuçtur. Çarpık anlayışlı cemaatler, halk kesiminde genelde tutunamamış ve tasvip edilmemiştir. Zira düşünce ve eylemlerinde tutarlı ve ilkeli, Kur’an ve Sünnete göre görüşleri sergileyememişlerdir. Kur’an’a bütüncül bir şekilde yaklaşmamış; kendi görüşlerini Kur’an’a dayandırmak için, parçacı bir şekilde Kur’an’a yaklaşmışlardır.

Çarpık kentleşmenin beraberinde getirdiği sorunlar önemli bir boyuta ulaşmıştır. Bu sorunların hal edilmesi için üniversitelerce veya yetkili kurum ve kuruluşlarca çeşitli tedbirler alınıp, bu konularda panel, toplantı ve forumlar düzenlemektedirler. Neden? Çünkü asrımızın sorunlarından biri olan bu çarpık kentleşmenin önüne geçmek ve beraberinde getirmiş olduğu sorunları kaldırmak için. Bu konuda belli bazı kurum ve kuruluşlar bu sorunu halletmek için olanca gayretlerini sarf etmekte ve enerji tüketmektedirler. Zira onlar çarpık bir kentleşmeye karşıdırlar.

Ya bizim camiadaki çarpık cemaatleşmenin beraberinde getirdiği sorunların ve kafa karışıklığının üzerine kim gidecektir? Bu çarpık anlayışı kim ortadan kaldıracaktır? 10-l5 kişinin yan yana gelip bazı fer’i konularda diğer kardeşlerinden ayrı düşünmeleri onları ayrı bir cemaat ( ! ) olmaya sevk ediyor. Artık en doğru görüşlü İslami cemaat kendileridir ve bu şekilde kendilerini halka anlatıyorlar; halkı İslam’ın değişmez doğrularına davet edeceklerine, fer’i konular üzerine bina edilmiş 10-15 kişilik cemaatlerine davet ediyorlar. Belli bir süre sonra cemaatlerinin oluşmasına temel olan bu fer’i meselelerde başka görüşler ortaya çıkınca gelsin yeni bir cemaat (!) Bu da küresel istikbarın ve onların satılmış yerli işbirlikçilerin işine gelmekte ve Müslümanlar arasında ayrışmayı körüklemektedir. Modern ve de yerli Lawrenceler yetiştirmekte ve İslam âleminin başına musallat etmekteler.

Zaten esasa bakmayıp, Kur’an’ın değişmez doğrularını önemsemeyip fer’i meselelere bakan ve hakkında kesin nas olmayan, Allah'ın o konularda düşünmemize, yorum getirmemize izin verdiği konulara önem veren ve onları esas kabul edenler, sürekli ziyana uğramışlar ve uğrayacaklardır da.

Bu çarpık anlayışların sebebi de abi, şeyh, cemaat, parti ve lider taassubudur. İlke merkezli değil, şahıs merkezli düşünceler ve oluşumlardır. Bu kurum ve kuruculara kayıtsız şartsız itaat söz konusudur. Başkalarının bu tür tutumlarını tenkit edenler, abilerine taptıklarını, abilerinin sözlerini Kur’an ve Sünnetten üstün tutuklarını söyleyip onları tenkit ediyorlardı. Şimdi kendileri körü körüne abilerin dokunulmazlığını “La Yüsel” olduklarına inanırcasına tavırlar sergiliyorlar. Tabi bunlar hep Kur’ani çizgiden inhiraftan ileri geliyor. İyiliği emr, kötülükten nehiy ve ma’siyette kula itaat olunmayacağını belirten prensiplere riayet edilmedi mi bu vahim sonuçlar kaçınılmaz olur. Abi, şeyh, cemaat vb. putları kırmadan, taştan putları kırmak Donkişotluktan başka bir şey değildir. Üstad Şehid Seyyid KUTUB’un belirttiği gibi “Mücahid savaş alanına çıkmadan önce kendi nefsiyle, aile putuyla, kabile, milliyet ve menfaat putuyla savaşıp onları yenen kişidir.” Biz de bu putları devirmeden halka gerçek İslam’ı anlatamaz ve gerçek İslami bir cemaat olamayız. Menfaat üzerine birleşmiş bir topluluk oluruz. İslami cemaatlerin fertleri; birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler, iyilikte yardımlaşırlar, kötülüklerde yardımlaşmazlar. Tek endişeleri cemaat liderinin tasvibi değil Allah ve Resulünün tasvip ve rızasıdır. Bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmezler.

İslami cemaatler, İslami devletin oluşması için birer araçtırlar. İslami devlet modelinin bir numunesi olmalıdırlar. Toplum fertleri bu cemaatleri/fertleri görünce aralarındaki alakayı, yardımlaşmayı vb. hasletleri bulmalı ve İslam’ın devlet olmasını arzulamalıdırlar. Ne yazık ki bu çarpık cemaatleşmelerden dolayı değil halkın bunları örnek alıp İslam’a ısınmaları, bilakis İslam’dan ve İslami devletten soğuyorlar.

Nasıl ki İslami devletin amacı, İslam’ın hükümlerini toplumda geçerli kılmak, İslam hukuku ile hükmetmek ise, bu cemaatlerin de amacı bu olmalı ve gerçek anlamda bu uğurda mesai harcamalıdırlar. Aralarındaki cedelleşmeyi, ihtilafları bu prensipler ışığında hal etmelidirler. Zira devlet olduklarında bu hükümlerle hükmedecek insanlar, devlet olmadan önce de aralarındaki ihtilafları Kur’an ve Sünnete göre çözümlemelidirler. En azından düşmanlarına gösterdikleri müsamahayı, din kardeşleri olan diğer cemaat fertlerine karşı da gösterebilmelidirler ki bu da Allah’ın bir emri değil midir? Ne zaman kendi akıbetimizi düşünüp, Kur’an’la ahlaklanacağız/akıllanacağız? Zira Kur’an insanlara akıllarını çalıştırmayı emreden bir hidayet rehberi olarak nazil olmuştur. Ve ona uyanları hidayete götürücüdür ve götürmüştür de.

İslami yönetim ve devletin tutarlılığı ve bugünkü cemaatlerin tutarsızlığı; birinin yöneticilerini seçerken halkın ( Ehl-i Hal vel Akd ) güvenine ( Bey’at ) başvurması ve halkın güveni olmadan yönetime gelen yöneticiyi meşru görmemesi; diğerinin ise, bu güzel yöntemin tam tersi olarak güvene önem vermeyip, halka/cemaat fertlerinin görüşüne başvurmamasıdır.

İşte istediğimiz İslami yönetim biçimi ile devleti oluşturacak olan çekirdek ( Cemaat ) arasındaki temel farklar… Bu tip fark/tezatlar olduğu sürece muvaffak olmak zordur. Zira olması gereken şeyi değil, olana razı oluyoruz. Olması gereken şey teoride istenilmesine rağmen, pratikte tam tersi yapılmaktadır.

Her şeyden önce kendi ayaklarımız üzerinde durabilmeliyiz. Ayağımız yere değmeli ki tutarlı olabilelim. Bunun da formülü; Kur’an ve sünnneti kendimize düstur edinip şeyhlerimizin, abilerimizin, grubumuzun görüşlerinin sağlamasını İslam’ın sabitelerine göre yapıp doğru olanları almalı, yanlışları da İmam-ı Şafii’nin dediği gibi elimizin tersiyle duvara çarpmalıyız.

Eğer Kur’an ve Sünnet projektörleri altında olaylara bakmazsak sürekli yanılır ve bugün savunduğumuzu yarın tenkit etme gafletine düşeriz. Tıpkı bazı zevatın Körfez savaşında vampir Saddam’ı İslam mücahidi, Hz. Vahşi gibi İslam kahramanı yapıp muvahhidleri de terörist ilan etmeleri gibi.

İslam cemaatini yönetecek şahsın her şeyden önce muttaki ve adil bir âlim olması gerekir. Yönetici kadronun, cemaatin başına bela olmaması için Emr-i Bil Ma’ruf ve Nehy-i Anil Münker müessesinin çalışır bir vaziyete olması gerekir. Bu müessese ile cemaat her zaman yöneticiyi uyarabilir, bu gücü kendisinde bulur ve yöneticilerin taşkınlık ve tuğyana girmesine mani olur.3 Ve hiç kimse eleştiriden, hesap sorulmasından kısacası özeleştiriden çekinmemeli, tam aksine yöneticiler fertleri özeleştiriye alıştırmalıdırlar. Zira özeleştiri, aklın fonksiyonel hale gelmesini sağladığı gibi, özeleştiriyi yasaklamak da akla ipotek konulması demektir.

Bu kısa makalede tam anlamıyla özeleştiri konusunu aydınlattığımızı söyleyemeyiz. Ancak bu kısa makalenin; daha geniş çaplı incelemeler için araştırmacı arkadaşlara bir hatırlatma olmasını temenni ediyor ve sonuç olarak Mehmet ÇOBAN’ın söylediklerini tekrar ediyoruz: “Bu ayrılıkların sebebi, düşünce ve amelde, Allah'ın ve Resulünün otoritesini tek otorite kabul edilmesi yerine, insanların otorite haline getirilmeleri, insanların talimatlarına, fikirlerine, düşüncelerine Allah’ın ve Resulünün bildirdiklerinden, emirlerinden daha çok riayet edilir olmasıdır.4

Selam; aralarında hakkı ve sabrı tavsiye eden, sözü dinleyip en güzeline uyan ve doğru yolu bulanlara olsun.



1 Al-i İmran, 110

2 Ra'd, 11

3 Devlet ve Devrim (M. Şefik, 43.Shf.)

4 İktibas Dergisi, 103. Sayı