Kasırga Yaklaşırken; Tahkime mi, Tasfiyeye mi Yönelmeli?

KENAN ALPAY

VAN 12.09.2017 10:39:00 0
Kasırga Yaklaşırken; Tahkime mi, Tasfiyeye mi Yönelmeli?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 


Irma Kasırgası dolayısıyla ortaya çıkan veya çıkacak zararlarla mücadele etme konusu tamamen Amerika ve Meksika hükümetlerinin işi. Irma’nın bu taraflara bir etkisi olmaz. Ancak Amerikan hükümetinin bir süredir aldığı kararlar, attığı bir takım adımlar ve verdiği bazı işaretler Türkiye’ye dönük doğal olmayan fakat son derece yıpratıcı yıkıcı bir kasırga oluşturmak üzere hazırlıklar yaptığını gösteriyor. Tablo net: Amerika-Türkiye ilişkileri önlenemez bir biçimde gerildikçe geriliyor ve çatışma zeminleri giderek artıyor.

Rıza Sarraf’ın Amerika’da tutuklanmasının akabinde Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı M. Hakan Atilla’nın da İran’a yönelik ambargonun delinmesi suçlamasıyla tutuklanmasıyla başlayan süreç yeni bir safhaya girmiş durumda. Eski Bakan Zafer Çağlayan ve Halkbank’ın o dönemdeki Genel Müdürü Süleyman Aslan hakkında da çıkarılan tutuklama kararları arkası gelecek ağır yaptırımların, itibarsızlaştırma operasyonlarının hatta iktisadi-diplomatik kuşatmaya eşlik edecek bir tecrit harekâtının sinyali olarak gözüküyor. Türkiye’nin stratejik müttefiki Amerika eliyle Suriye ve Irak bölgesi üzerinden maruz kaldığı silahlı kuşatmayla eş zamanlı olarak devreye sokulan iktisadi ve diplomatik kuşatma da derinleşiyor.

Pis Kokular, Kötü Niyet ve Planlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gelişmeler karşısında verdiği tepki çok netti: “Bu adımı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelik bir adımdır. Biz Türkiye olarak İran’a herhangi bir yaptırım uygulama kararı almadık ki. Atılan bu adımlar tamamen siyasidir. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor.” 17-25 Aralık’ta Fethullahçı Cunta’nın tertiplediği emniyet-yargı operasyonlarının merkezindeki Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Egemen Bağış gibi isimlerin Yüce Divan’da yargılanmasının önüne Meclis kararıyla geçildi. Fakat siyaseten çok hızlı bir biçimde bizzat Erdoğan tarafından tasfiye edildiler. Yüce Divan’ın adil bir yargılama değil Fethullahçı operasyonu derinleştirip mezkûr isimler üzerinden bütün meşru siyaseti ipotek altına alıp felç etme ihtimali yüksekti.

İran’la ticaret, bu ticaret sürecinde alındığı iddia edilen hediye, rüşvet veya komisyonlar meselesi Türkiye’nin kendi içerisinde göreceği ve görmesi gerek bir hesapken Amerika’nın müdahalesi tastamam bir hegemonya dayatmasıdır. Siyaset nezdinde yaşanan yozlaşmaları da bu yozlaşmaların suça tekabül eden boyutlarını takip edip cezalandıracak yargı boyutu da elbette önemlidir. Fethullahçı Cunta marifetiyle devreye sokulan emniyet-yargı darbesi ve o yetersiz kalınca Amerikan yargısı tarafından verilen tutuklama kararları birbirini tamamlar mahiyettedir. Türkiye’de ‘beşinci kol faaliyeti’ yürüten Fethullahçı örgütlenmenin beceremediği yargılama ve cezalandırmayı Amerikan yargısı tamama erdirmeye soyunmuş durumda. Şaşırtıcı sayılmaz. Ancak ertelenemez olan sadece küresel kuşatmaya dönüşme riski taşıyan bu kararları değil bunlara sebep olan, kapı açan, kirli ve gayrı meşru ilişkilere giren siyasetçi ve bürokratların da tasfiye etme becerisi sergileyebilmektir. Kamuoyu nezdinde hiçbir itibara sahip olmamalarının doğal ve acil sonucu zaten siyaseten tasfiye olmalarıydı. Ancak tasfiye bir ceza olsa da emanete ihanet etmek, haksız kazanç, rüşvet, iltimas gibi suçlardan da yargılanmaları gerekirdi.

Türkiye’nin çok boyutlu kuşatmalara maruz kaldığı bir vasatta kendi içinde kimi meseleleri rahatça tartışabilmesi hiç kolay değil elbette. Ancak sürekli bir biçimde olağan üstü şartları, bölgesel ve küresel sıkışmışlığı öne sürerek özeleştiri ve yenilenme sorumluluğunu ertelemeye girişmek fayda değil zarar getirir. Türkiye’nin şu anda yapımını hızlandırdığı 50’den fazla cezaevi var ve bunların her bir en az bin kişilik kapasiteye sahip. Ne yazık ki bu haber Adalet Bakanı tarafından bir müjde gibi takdim ediliyor. Yetmiyor üzerine Bakanlar Kurulu toplantısının gündeminde Suriye ve Irak meselesi kadar, ekonomi ve eğitimde alınacak tedbirler kadar ‘tek tip kıyafet’ çalışmaları yer tutuyor. Hızlandırılan cezaevi inşa sürecleri ve tek tip kıyafet dikimiyle ilgili sunumlar önümüzdeki dönemin daha fazla tutuklama ve tek tip kıyafetle kamuoyu önünde teşhir etmekle geçeceğini gösteriyor.

Çözüm ve Çözüm Ortakları!

Görünen köy kılavuz istemez: En az Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleri kadar Türkiye’nin bölgesel etkilerinden endişelendiği için Amerika’nın ülkemize yönelik askeri ve iktisadi kuşatması derinleşiyor. Rusya ve İran’ın Astana’da sergilediği performans Suriye’nin toprak bütünlüğü adına Türkiye’yi İdlip’e yönelik bir askeri operasyona sürükleme gayretinden başka bir mana taşımıyor. Amerika’nın ya da Rusya-İran bloğunun (birkaç adım atmayı geçtik) Türkiye’nin PKK-PYD veya Esed rejimine yönelik kaygılarını gidermeye dönük en küçük bir jesti dahi söz konusu değil. Bu durumda zaman ilerledikçe Türkiye’nin kendisine yönelen bu kuşatma karşısında daha sıkı, daha kudretli ve uyumlu bir tablo sergilemeyi öncelemek üzere seferber olması gerekmez mi?

Sürekli bir biçimde vurgulanan ‘yerli ve milli’ vurgusuyla mevcut sorunları izah etmek de aşmak da mümkün değil. CHP-HDP cephesi sürekli bir biçimde Suriyeli mülteciler üzerinden sokaklara taşan yeni bir ulusalcı şiddet dalgası üretmenin peşinde. Paralel bir biçimde FETÖ, PKK, IŞİD vd. örgütlerle mücadele adı altında 90’lı yıllarda tüm ülkeyi esir alan Kemalist söylem ve eylem biçimlerinin devlete hâkim olma riski yükseliyor. İlaveten Ergenekon-Balyoz yargılamalarındaki yanlışları gidermek yerine toptan çıkarılan berat kararlarıyla meşruiyet hatta popülarite kazanan Kemalist-sol militarizm kurtuluş reçetesi olarak troller-tetikçiler marifetiyle piyasaya pazarlanıyor.

İslamcılığı ve dini cemaatleri dışlayan, yargı ve emniyetin oluşturduğu mağduriyetlere boş edebiyat muamelesi yapan, temel hak ve özgürlükler alanında ufuk açıp adım atmayı lüzumsuz gören bir iklim Türkiye’yi çökertmeyi kolaylaştıracaktır elbette. Doğu Perinçek’in önünü çektiği Avrasyacılara, Troliçe ve kocasının örgütlediği Pelikan Şebekesine, teşkilat ve tabanına hâkim olmakta her geçen gün sorunlar yaşayan Devlet Bahçeli’ye güvenerek yaklaşan kasırgayı ne oranda savuşturmak mümkün acaba? “Metal yorgunluğu, racon kesimi, yolsuzluğa bulaşanı kenara koyma” söylemleri bir şikâyet olmaktan nasıl ve kimlerle beraber çıkarılacak? Siyaset ihtiras ve şüphelerin yönlendirdiği sonu gelmez tasfiyelerle değil yol ve dava arkadaşlarını istikamet üzerinde tahkim ederek kuvvet, kudret ve toplumsal desteği büyüttükçe meşruiyetini kökleştirir. “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” çağrıları klişe söylem algısına dönüşmeden eylem düzeyine geçirilmelidir.

Yeni Akit