KANARALAŞMAK

Ömer YILDIZ

VAN 6.10.2015 10:59:49 0
KANARALAŞMAK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Kanaralaşmak, bir Orta Anadolu halk deyimidir. Hafızam beni yanıltmıyorsa kanaralaşmayı, kavramsal bir temele oturtarak yazan ilk kişi merhum Ercüment Özkan’dır. Bu kavram; işlevinin tersini görmek, görevinin tam tersine hareket etmek, tabiatın bozulması ve fıtratına uygun davranmamak gibi anlamlara gelmektedir. 

 İbni Haldun sosyolojisine göre; kurumlar tıpkı biyolojik varlıklar gibidir. Doğarlar, serpilip gelişirler ve bir müddet sonra ölürler. 7 Haziran seçimlerinde ölüm trendine geçen AK Partinin seçim kaybetmesinin önemli nedenlerinden birisinin adayların kalitesi ve toplumda karşılığının bulunmaması argümanına bağlanması, bana yaklaşık otuz yıl önce rahmetli Ercüment Özkan’ın İktibas’ta yazdığı “kanaralaşma” kavramını hatırlattı. Kanaralaşmak, bir Orta Anadolu halk deyimidir.

Hafızam beni yanıltmıyorsa kanaralaşmayı, kavramsal bir temele oturtarak yazan ilk kişi merhum Ercüment Özkan’dır. Bu kavram; işlevinin tersini görmek, görevinin tam tersine hareket etmek, tabiatın bozulması ve fıtratına uygun davranmamak gibi anlamlara gelmektedir. Bu deyimin özellikle çift çubuk sahibi kimseler arasında kullanımı yaygındır. Kavram başlangıçta köpekler için kullanılmış olmasına rağmen, daha sonraları insanlar için de kullanılır olmuştur. Hepimizin bildiği üzere Kangal köpeği gibi cins çoban köpeklerinin görevi kendisine emanet edilen sürüyü kurda, çakala ve zararı dokunacak her şeye karşı korumaktır.

Zira bu fıtrat üzere yaratılmışlardır, sadakatlerinin yanı sıra asaletleri de buradan gelir. Derken guruptan bir köpekte tabiat bozulması olur, sorumluluğu altındaki ve koruması gereken koyunları gizliden gizliye birer ikişer yemeğe başlar. Bu durumun anlaşılması hem zor hem de uzun sürer. Anlaşıldığında ise birçok koyun kaybedilmiş olur. İşte tecrübenin akleden insana kazandırdığı ve ders çıkardığı, imbikten süzülmüş pek çok deyim ve tabirden biri olan “kanaralaşmak” tabiri bu fıtrat bozulmasını ifade için kullanılır ve Anadolu’da halen de kullanılmaktadır.

Ercümend Özkan’ın kanaralaşma kavramsallaştırması, 1940’ larda CHP iktidarı döneminde Ziraat Bakanlığı da yapmış olan Şevket Raşit Hatiboğlu’nun, seçim çalışmaları sırasında bizzat yaşlı bilge bir köylüden dinlediği hikâyeye dayanmaktadır.  Hikâyenin özeti şöyledir: Etkili bir hatip olan ve seçim dönemi boyunca hararetli, ülkeyi nasıl kurtaracaklarına, nasıl hizmet edeceklerine dair nutuklar çeken henüz genç ve enerjik Hatiboğlu, konuşma yaptığı köylerden birinde konuşmasını bitirdikten sonra, bilge bir ihtiyar: “Evladım, biz seni dinledik, sen de biraz olsun bizi dinler misin?” demiş.

Bu genç idealist adam: “Aman ne demek babacığım, buyur seni dinliyorum. Nasıl dinlemem ki hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin değil mi? Siz de millet değil misiniz? Buyur anlat, kulaklarımı dört açıp seni dinliyorum” demiş. İhtiyar başlamış anlatmaya…  Şu karşıdaki dağı görüyorsun ya evladım. O dağın arkasında bir köy var. O köyde Hasan Ağa derler bir ağa varmış. Yaşlandığı için, kendisi hayatta iken işleri çekip çevirmeyi ve davarları yönetmeyi öğrensinler diye oğullarına devretmiş. “Herhangi bir güçlükle karşılaştığınızda kendiniz çözmeye çalışın. Lakin bir çare bulamamanız halinde bana gelin ve müşkilinize yardımcı olurum” demiş.

Bu nasihatten sonra başlamış çocuklar işle güçle uğraşmaya. Bir müddet sonra, günün birinde sürüden koyunların eksildiğini fark etmişler. Şuraya bakmışlar yok, buraya bakmışlar yok, kurt izi yok, çakal izi yok. Şu mağarada yok, bu yarda yok. Neticede çözemedikleri bu durumu babalarına anlatmaya ve çözüm istemeye karar vererek durumu anlatmışlar. Babaları da çocukların bahsetmediği filan mağaradan, falan yardan da sormuş lakin çocuklar oraya da, şuraya da baktık fakat koyunlardan hiçbir iz yok babacığım demişler. Babaları düşünmüş, taşınmış ve demiş ki bu halde bir tek ihtimal kalıyor.

O da sürüyü korumakla görevli köpeklerin “kanaralaşmış” olmasıdır. Şimdi gidin çiftlikte ne kadar köpek var ise, hepsini bila istisna öldürün ve başka bir köyden küçük enikler alın, işimizi görmesi için onları büyütün demiş. Çocuklar babalarının dediklerini yapmışlar. Başka köyden alınan enikler büyümüş yetişkin çoban köpeği olmuşlar. Ancak bir zaman sonra, yıllar önce karşılaştıkları cinsten olayla yeniden karşılaşmışlar. Yine sürüden koyun eksilmeye başlamış. Ara, tara bir türlü bir emareye rastlayamamışlar. Son çare dönüp babalarına gelerek durumu anlatmışlar. Babaları yine şu ihtimali, bu ihtimali de hatırlatarak sormuş fakat aldığı cevap “yok” olmuş. Baba dönüp oğullarına demiş ki; “Bakın oğullarım! Bir kaç yıl önce yine böyle bir olay olmuş ve bana gelmiştiniz. Ben de size köpeklerin kanaralaşması ihtimaline karşı bunların hepsini öldürün ve yeni enikler alın büyütün demiştim.

O zaman dediğimi yapmış mıydınız? Ortanca ve büyük oğul “evet” derken, küçük oğul başını önüne eğerek “babacığım o zaman bir küçük enik gözüme baktı, gelip ayaklarımı yaladı, kuyruğunu salladı ve ben de bu küçük enikten ne olacak dedim ve bir bu eniği öldürmedim” demiş. Bunun üzerine; “Bakın oğullarım, bu enik ana babalarından kanaralaşmayı görmüş ve öğrenmiş, yeni getirdiğiniz eniklere de bu ahlâkı öğretmiş ve onları da kanaralaştırmış.” “Şimdi gidin ve istisnasız bütün köpekleri öldürün ki böylesi bir olayla bir daha karşılaşmayasınız” demiş. Ve bilge ihtiyar hikâyeyi burada bitirmiş. Bu hikâyeyi bütün samimiyeti ile dinleyen Şevket Raşit Bey kendi ifadesi ile o zamanlar bilge köylünün ne demek istediğini anlamamış. Aradan yıllar geçmiş ve görmüş ki bütün iyi niyeti ve içtenliğine hatta CHP’den Tarım Bakanı da olmasına rağmen millete, memlekete yararlı olamamış.

Görmüş ki öylesi bir kadronun içinde hizmet de mümkün değilmiş. Bakanlığı üzerinden 12–13 yıl geçtikten sonra bu bilge köylünün ne demek istediğini anladığını, fakat işin işten geçtiğini anlatarak; Köylü bana o zaman demiş ki: Hatiboğlu “Oğlum sen bu sürüye alınan taze eniksin, bu CHP’lilerin hepsi kanaralaşmış. Yıllardır milleti, memleketi yiyip bitirdiler, seni de kanaralaştırırlar ve bütün bu iyi niyetlerin kursağında kalır.” Hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da fıtrat/tabiat bozulması oluyor. Başlangıçta pırıl pırıl idealist ve ahlâklı insanlar meclise gittiklerinde bir müddet ahlâksızlığın, yolsuzluğun envai çeşidine direniyor, sonra büyüklerinden gördüğü kanaralaşmaya karşı direnci kırılıyor. Biz Anadolu’dan pırlanta gibi insanları meclise gönderiyoruz ancak bir müddet sonra bozuluyorlar, değişiyorlar, etkisizleşiyorlar. İddialarından vaz geçiyorlar tamamen farklılaşıp mutasyona uğruyorlar. Kasa, masa ve nisanın cazibesine kapılıp yozlaşıyorlar.

İstisnası mutlaka vardır ama tecrübe ile biliyoruz ki; kimi vekillerin seçim meydanlarında fütursuzca verdiği sözün faturasını ödememek için atmayacağı takla yok. Kimisi ise; yüzü kızarmadan netwörkünde başta çalmak, çırpmak olmak üzere bin bir ahlaksızlık gırla gitmesine rağmen, yeniden, başarılı olmuş ve halkın yararına işler yapmış edası ile milletvekilliği için tekrar aday olabiliyor. Bu kanaralaşmış insanlarda utanma, Allah korkusu, kul hakkı ve hesaba çekilme endişesi de yok olduğundan, kurtarabilirsen kurtar memleketi bunların elinden. Bu nedenle, aslında milletvekili listelerindeki Ahmet’in yerine Mehmet’in olmasının bir ehemmiyeti yoktur. Esasa ilişkin bir etkisi de olmayacaktır. Mesele pislik üreten sistem meselesidir. Sistem kökünden ıslah edilmedikten sonra Milletvekilinin kim olacağı gibi teferruata takılıp asıl meseleyi ıskalamamak lazım.

- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/kanaralasmak/#sthash.azA92fy4.dpuf