KAHROLSUN ÇAĞIN UHDUD ASHABI

MUSTAFA BOZACI

VAN 27.07.2014 14:05:05 0
KAHROLSUN ÇAĞIN UHDUD ASHABI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Biz kahhariye çekmekle, lanet okumakla, beddua etmekle, gıyabi cenaze namazları ve insani yarım faaliyetlerine yönelmekle, sokaktaki basın açıklamaları, tel’in protestoları ile bu ve benzeri hususlarda ne kadar çözüme, meselenin halline katkı sağlamış olabiliriz ki?! Eğer çıtamız ‘buğz’ haliyse başka! O zaman büyük laflar etmekten, yalancı pehlivan rollerine bürünmekten uzak durmalı, haddimizi de cürmümüzü de bilmeliyiz! Bize bir yer işaret ediliyor oraya bakıyoruz! Coğrafyaları sıraya koymuşlar, bir seri dizi izler gibi, meselelere eklemlenip kalıyoruz, reaksiyoner tavırlara itiliyoruz! Bütüncül bakamıyoruz meselelere! Bize biçilen bu küresel oyundaki figüranlık rollerini ister istemez, kendimizi rolümüze kaptırıp üstelik icra ediyoruz!

Tekrarlanan senaryolardan, aynı rolleri tekrarlamaktan hiç kuşkulanmıyor, ‘ne oluyor?’ diyemiyoruz; üstelik ücret bekliyoruz! Kendimize odaklanamıyoruz! Bölük pörçüğüz! Toplanıp dağılıyoruz! Zaten darmadağınığız! Zihin kırılması yaşıyoruz! Kendimizi tanımlamaktan, yerimizi yönümüzü bilmekten aciziz! Kendi kelimize merhemimiz yok! Müslümanların yaşadıkları coğrafyalar kan ve göz yaşına gark olmuş durumda! Oysa bizle o göz yaşlarını, kanlarımızı bihakkın dökseydik, bırakın onu, tükürseydik zalimler zulümleri içinde boğulacaklardı! Samimiyet çok uzağımızda! İçimizde ağzı dualı kalmamış olacak ki daha kadir gecesi(!) yeni geçmiş, tesbih namazları halisane(!) eda edilmiş, tesbihatlar adetlerce, bin kere bin kez semaya sunulmuş, hatimler ya tamamlanmış ya da duasına ramak kalmışken bir karşılık yok! Zira hak ediş yok! Samimiyet yok! Zira ne diyordu Habil;

‘Rabbim sadece takvalıların, sorumluluğunun bilincinde olanların, samimi olanların kurbanını/yakınlık vesilesini kabul eder!’ Son hak din İslam, bizim dinimiz; Allah bizim Allah’ımız, ama gelin görün ki her yerde ve her zaman dayağı yiyen bizleriz, Müslümanım diyenler! Bunun bir izahı var mı? Hani Yahudiler de ‘Bizler Allah’ın seçkin kullarıyız!’ evhamına kapılmışlar ve ayetle maskeleri düşürülmüş, yalancılıkları haber verilmişti ya; sanki durumumuz aynı! Yine onlar Musa peygambere ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada bekliyoruz!’ diyorlardı ya; bizler de meseleyi sadece söze, sözel duaya, una makarnaya indirgeyerek benzer haleti ruhiyeyi yaşamıyor/taşımıyor muyuz? Lanetli uhdud ashabı gibi Müslümanları ateş çukuruna atıp, gülüp eğlenen, işkencelerle zevk süren zalimlerin akıbeti elbette bu zamanın zamane zalimlerini de bulacaktır! Er ya da geç! Ama Allah vadinden geçmeyecektir! Cehennem çukurları tüm zalimler için tutuşturulmuştur! Bu dünyada olmasa da İlahi divanda yapıp ettiklerinin aynısına, sonsuzca düçar olacaklar! Lakin bunun bu dünyada inanalar, mustaz’aflar eliyle olabilme olasılığı da şu an için olabildiğince uzak görünmesine rağmen yine de pek ala mümkündür.

Yeter ki Nisa 75/76. ve 97/98. Ayetleri doğru okuyup idrak edelim! Bizler zalimlerin, kâfirlerin rağmından şimdilik çekiniyor olsak da Allah, günleri aramızda evirip çevirmektedir! Unutmayınız o topraklara girmekten çekiniyorlardı, şimdi de çıkmıyorlar! Daha önce iki keresinde Allah’ın güçlü kullarını karşılarında bulmamışlar mıydı? Demek ki şimdilerde çıtamız Enfal 66. Ayetteki ‘bire iki’nin de altında seyrediyor! Sorun Filistin sorunu değil! İsrail sorunu! Dahası batıl batılı rasyonun ürettiği pislik! Bizim Filistin meselemiz, Kudüs davamız olur; Filistin sorunumuz değil! Aynı hata ‘Kürt sorunu’ nitelemesi şeklinde de yapılıyordu, yapılmaya da devam ediliyor! Sorununun ne kadarı Kürt kardeşlerimizden kaynaklanıyordu ki bu isimle müsemma kılındı! Kürtün ve Türkün beyazlarının batılı işverenlerin ve yerli işbirlikçi taşörenlerin tezgahı ile alet oldukları bir sun’i durum değimliydi bu! Bu da batının bize bulaştırdığı bir pislik! Zokayı hep yutuyoruz! Mesele salt İsrail sorunu da değil; Filistin meselesi de olmadığı gibi! Bunu ‘hak batıl’ şablonuna oturtmazsak, daha böyle çok bölücü politikalara yem olacağız demektir! Siyonist ile Yahudi ayırımını yapacak ne basiret kaldı bizde ne de olayların akışında bir netlik! Sapla saman karıştı, at iziyle it izi…

Hani Müslümanım diyenle Müslüman olanı ayırt edemez hale geldiğimiz gibi! Ölçümüz şaştı zira; şaşmaz ölçüyü yitirdik, terk ettik ve de! Isıracak köpek dişini göstermez derler ya; bizler sırıttığımızı anlasınlar diye midir bilinmez, hem otuz iki dişimizi signalleyip gösteriyor, hem de kuyruğumuzu dostluk edasıyla sallam sullam edip sağa sola sinyal gönderiyoruz! Bireysel boykotla devletin boykotunu aynı anda cem edecek tutarlılık ve talepkarlık sergileyemiyoruz! Onlar müşriklerden de şiddetli olarak bu dünyaya tapan, ölümden oldukça tırsan, önceki benzer tutumlarından dolayı domuz ve maymunlarla özdeşleştirilmiş, bununla aynileşmiş ve fakat şimdilerde tüm rüzgarları arkalarına aldıklarından cüce oluşlarına bakmayarak dev rollerini sergileyen, şaşkın, aymaz, anlamaz, yeryüzünde yürüyen canlıların en şerlileri bir taifedirler! Ya bizler ne haldeyiz? Buna bakmak zorundayız! Niceliğimiz de yok, niteliğimiz de! İmanımın artmıyor; eksiliyor! Yeniden iman etmek aklımıza gelmiyor! Zira aklımızı kullanmıyoruz! Bu sebeple üzerimiz pislik yağıp duruyor ve onlarla benzeşiyoruz! Tevhid, ümmet, kardeşlik, hak hukuk hak getire! Tefrikalara düçar olmuşuz! Ellerimizle yaptıklarımız yüzünden başımıza bu belalar geliyor, musibetler isabet ediyor! Bölgenin etrafında yakın zamandan beri gerçekleştirilen ameliyeler; Irak, Sudan, Libya, Mısır, Suriye operasyonları hep aynı senaryonun rahat ve sorunsuz gerçekleştirilmesine yönelik olarak vizyona sürülmüşlerdir ve sürdürülmektedirler! İran’ın ve Türkiye’nin bu okumaları yapmayıp yapamayıp, bilerek bilmeyerek bu tuzağa düşmeleri bölgenin huzur ve sükûna ermesini geciktirecek, güçleştirecek ve belki de yakın süreçte imkânsız hale getirecektir!

Bu bölgenin insanı tuttuğu takımın renginden kendi rengine, mezhebinden meşrebine, dilinden dinine, algısından idrakine, imkanlarından kaynaklarına, kılık kıyafetinden tarihine hem kendine hem de kendinden olan komşularına yabancılaştırılmış, başkalaştırılmış, dahası düşman kılınmış haldedir! Böyle bir vasatta beklenen mehdi mesih (!) de bir avuntu olmanı ötesine geçemeyecektir! Hatırlayın Talut kıssasını! Kıskançlık mı dersiniz, çekememezlik mi, kin ve nefret mi, dünyaya ve dünyalıklara tamah mı, liyakat mi dersiniz niceliğin dahi bir nicelik ifade edememesi mi, ne derseniz deyiniz, tablo bu! Buradan ne çıkar! Herkesin hesabı kitabı ‘çıkar’!