İsmail Kara: Muhammed bin Selman'ın 'ılımlı İslam' çıkışı Arap Baharı’na karşı nefeslenme

'Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak’ adlı kitabı bugünlerde yayınlanacak olan İslam Felsefesi Profesörü İsmail Kara, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın 'ılımlı İslam' çıkışını değerlendirdi. Prof. Dr. Kara’ya g

VAN 30.10.2017 10:05:24 0
İsmail Kara: Muhammed bin Selman
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ülkesinde kadınların araba kullanmasına izin verilmesinin ardından “Ilımlı İslam'a dönüyoruz” açıklamasını yaparak tüm gözlerin Riyad'a çevrilmesine sebep oldu. Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan İslam Felsefesi Profesörü İsmail Kara, Selman'ın bu çıkışına ilişkin "Arap Baharı'na bir karşı nefeslenme" dedi.


İşte röportajın ilgili bölümü:

Siz bu açıklamayı nasıl okudunuz?

Cümlenin düz hali benim dikkat kesildiğim bir açıklama hiç değil. “Siyasal İslam'a geçiyoruz” deseydi de olmayacaktı. Ayrıca esas itibarıyla dini bir haber yahut açıklama da değil bu. Niçin söylendiği önemli olabilir.

Niçin söylendi o zaman?

Suudi Arabistan'ın uluslararası yeni ve belki bir miktar daha tehditkâr bir baskı altında olduğunu düşünmek doğru olur. Bir nefeslenme ve hedef küçültme teşebbüsü... Arap Baharı denen kâbusun onların da her an kapısını çalabileceği korkusu hatta dehşeti içindeler. Zaten Kral Faysal'ın öldürülüşü ve Kâbe baskınından sonra yönetici tabaka ve kabile reisleri bıçak sırtındalar. İsrail, tarihinde hiç olmadığı kadar son birkaç yıl içinde her tarafa dal budak saldı. Tehdit gücü çok arttı. Müttefik ve hamileri ABD ve İngiltere'nin ne yapacağı gittikçe muğlaklaşıyor. İran'ın yayılma kapasitesi artıyor. Zaten çok güçlü yapılar olmayan Arap Birliği yahut İslam İşbirliği Teşkilatı diye bir şey neredeyse hiç kalmadı. İçe dönük olarak da bir karşılığı var bu sözün, o da kraliyet ailesinin geleceğiyle, iktidar tartışmalarıyla, zannedildiği kadar homojen olmayan Suudilere verilecek mesajla alakalı. Bir de işin ‘ılımlı İslam' kısmı var sorunuzda. Bizimle de alakalı bu.

Tekrar başa dönersek, “Önceden olduğumuz hale dönüyoruz. Tüm dünyaya, tüm dinlere açık olan ‘ılımlı İslam'a." Veliaht Prens böyle diyor, önceden böyle miydi?

Tanıdık bir cümle bu. Uyum ve entegrasyon hattına geçmek isteyenler veya bu rolü üstlenenler böyle konuşur, İslam'ı da böyle yorumlar, cihadı nefisle mücadeleye indirger.

***

"TOPLUMSAL KARŞILIĞI OLDUĞUNU SANMIYORUM"

Suudi Arabistan'daki bu değişim dipten, gençlerden, halktan nasıl karşılık görür?

Kendiliğinden, tabii olarak toplumsal bir karşılığı olduğunu zannetmiyorum. Uluslararası tehdit bu yolla bir miktar savuşturulacaksa karşılık bulur.

Bunun İslam dünyasına yararı mı olur, zararı mı?

Suudi Arabistan İslam dünyası için hiçbir zaman büyük ve etkili bir devlet olmadı, ne siyasi olarak ne entelektüel olarak, ancak bir koalisyon içinde sınırlı bir anlamı ve etkisi olabilir. Türkiye, Mısır ve İran'la mukayese edilemez yani. Fakat buradaki hadise Suudi Arabistan'la sınırlı bir mesele değil. İslam ülkelerinin, Müslüman aydınların ve politikacıların küresel politikalara, kapitalist sisteme uyum ve entegrasyon istikametinde bir yol tutturmaları sadece İslam dünyası için değil insanlık için de büyük bir kayıp ve zarardır bence. Çünkü İslamiyet din dışı modern düşüncenin, kapitalizmin ve sömürgeciliğin, dünya sisteminin –bunların üçü doğrudan irtibatlıdır- inşasında yer almayan tek inanç sistemidir. Bu sebeple potansiyelleri itibarıyla tek çıkış yoludur. Ilımlı İslam bu manada Müslümanların ve insanlığın çıkış yollarını kapatmak manasına da geliyor.

"SUUDİ ARABİSTAN YENİ TÜRKİYE Mİ OLACAK"

Hep denir ya, ılımlı İslam projesinin en çok denendiği topraklar bizim topraklarımız diye. Konuya Türkiye olarak bakarsak, Suudi Arabistan yeni Türkiye mi olacak?

Suudi Arabistan ve prens cenapları bunu duysa çok sevinir herhalde. Latife bir tarafa iş biraz daha karışık. Şöyle ki: Cumhuriyet ideolojisinin kurulduğu ve yerleştiği yıllarda İslamiyetin tehlike teşkil eden tarafı modern yorumlara açık olan yönü değil halk Müslümanlığı, geleneksel Müslümanlıktı. Burada kuvvetli bir direnç ve muhalefet damarı vardı veya siyasi merkez böyle düşünüyordu. O yıllardaki oryantalistik ayırım da ılımlı İslam-siyasal İslam şeklinde değil, ‘üst yahut entelektüel İslam-folk İslam' şeklinde idi. Olumsuz taraf folk İslam'dı. Cumhuriyet ideolojisi bunu benimsedi, aslında amaçları farklı olmakla beraber radikal İslamcılık da benimsedi. Diyanet biraz da folk İslam'ı değiştirip dönüştürmekle görevlendirildi. Bu gözden kaçan bir durumdur. Halbuki son yıllarda halk Müslümanlığı Ilımlı İslam'ın yanında, yakınında duruyor gibi bir manzara arz etmeye başlamıştı. Türkiye'yi ılımlı-ılımsız çerçevesinden çıkarırsak sorunuzla irtibatlı olarak yine konuşulması gereken bir bölgesi kalıyor.

Nedir o?

Türkiye laik bir sisteme geçmiş tek İslam ülkesi. İslami endişe sahiplerine, dini kurumlara, dini düşünceye ve hayata dönük mevzuatı ve uygulamaları da dar ve daraltıcı, sert ve kıyıcı olmuş. Çok partili hayatla birlikte başlayan kısmi normalleşme bir miktar mesafe almış olmasına rağmen hâlâ laiklikle alakalı her başlıkta ciddi problemler ve boşluklar var. İşin kültürel ve entelektüel tarafı daha problemli ve düşük seviyede. Şunu söylüyorum; dinle ilgili bütün meselelerde muğlaklık ve müphemlik hâkim çizgidir; dün de bugün de. Geleceğim nokta şurası: Bu tecrübeyi Türkiye başkaları için de bakılabilecek bir tecrübe haline getirmeyi dün isteseydi, bugün istiyorsa –ki dün için de bugün için de bundan emin değilim- bunu yüzüne bakılabilir hale getirmesi beklenirdi. Laik olan tek Müslüman ülke biziz edebiyatı tek başına bir anlam ifade etmez, etmedi. Bugün Türkiye'nin Müslüman ülkelerde, özellikle halk nezdinde hâlâ kuvvetli bir itibarı ve nüfuzu varsa bu Cumhuriyet devrinin kazanımları üzerinden işlemiyor, geleneksel ve tarihi kodlarla işliyor. Ayrıca Arap memleketlerinin siyasi elitleri ve eğitimli kişileri yani Cumhuriyet devrine daha yakın olması gerekenler Türkiye muhalifidir, en azından mesafelidir. Bunları görmek lazım.

PARLAKTI AMA KURMACA YANI ÇOK BELLİYDİ

Ilımlı İslam deyince ne anlamalıyız?

Ilımlı İslam ve yakın anlamlı olarak onun yanına yöresine yerleştirilen ‘liberal İslam', ‘kültürel İslam' tamlamaları tek başlarına anlamsız ve çıplaktır. Ayrıca tarihsizdir de. Karşısında da ‘siyasal İslam', ‘radikal İslam', ‘cihadist İslam' falan var. Bu ikincinin ucu teröre kadar çıkıyor. Ilımlı İslam-siyasal İslam ayırımının Soğuk Savaş sonrası dönemin hâkim çerçevesi olduğunu hatırlamamız lazım. Bu İslam ülkelerinin ürettiği bir çerçeve de değil. Belli ki İslam dünyasında bu arada Türkiye'de tasfiye edilecek, tehdit olarak gösterilecek fikir, kişi ve gruplarla destek görecek, arkası okşanacak kümeler, yapılar ayrıştırılıyordu. Fakat Türkiye dahil bazı İslam ülkelerinde çok çabuk tedavüle girdi bu çerçeve. Aydınlar, basın-yayın organları taşıyıcılığını ve dağıtımını hevesle yaptı. Bazı siyasi yapılar, dini gruplar ve İslamcı yazarlar ‘ılımlı-kültürel İslam' tarafına geçtiler ve demokrasi, insan hakları, laiklik, bir arada yaşama, çok hukukluluk, liberallik, hoşgörü gibi kavramların savunucusu oldular. Aynı kavramlar etrafında soldan, sağdan, İslamcı cenahtan gelme birçok liberal aydın, siyasetçi ile birlikte hareket ettiler. Aynı gazetelerde yazıp aynı televizyonlarda konuştular. Bu çizgi küreselleşme politikalarına da paralel düşüyordu. Peşi sıra ‘siyasal İslam'ın iflası' kitapları da yazıldı, çevrildi ve okundu.

Hiçbir olumlu tarafı olmadı mı bu yumuşak söylemin?

‘Abant Toplantıları'na niçin katılmadığımı sorgulayan meşhur bir ilahiyatçı hocam da bana böyle sormuştu. Bu süreçleri yakından takip ettiğimi söyleyebilirim. Parlak görünüyordu ama suniliği ve kurmaca tarafı çok belliydi ve sırıtıyordu. Ayrıca hangi meşrepten olursa olsun ilim adamlarının, aydınların uyum ve entegrasyon çizgisine yaklaşmaları, demokrasi, liberal ekonomi, laiklik üzerinden sistem savunuculuğu, küreselleşme ve kapitalizm havariliği yapmaları bence savunulamaz. En azından tenkitçi olmaları, aktüel olana mahkûm olmamaları beklenir ve istenir. Siyaset ve ticaret gibi daha pratik ve pragmatik mantıkla çalışan çevreler işin esasını bilmek şartıyla bu hatta yaklaşırlarsa mazur görülebilir. Bu meslekler büyük ölçüde uzlaşma üzerinden yürür çünkü.

Siyasal İslam'ın benzer problemleri var mı?

Elbette var. Konumuz ılımlı İslam olduğu için oraya intikal etmedik.

Ama bunların İslam toplumlarında hiç karşılığı yok mu?

Var tabii. Zaten hiç karşılığı olmayan bir söylem ve araç işe yaramaz, kimseye hitap etmez. Ama yine de öncelik ve ağırlık noktalarını atlamak bizi doğru anlama ve yorumlamadan uzaklaştırır.