İslâm Düşünce Enstitüsü ve ihtilâf ahlâkı

İsmail Kılıçarslan

VAN 10.11.2018 10:41:44 0
 İslâm Düşünce Enstitüsü ve ihtilâf ahlâkı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İslâm Düşünce Enstitüsü ve ihtilâf ahlâkı
Ankara merkezli olarak kurulan ve bünyesinde son derece heyecan verici işlere imza atılacağını düşündüğüm İslâm Düşünce Enstitüsü projesinin detaylarını dinlemek üzere Mehmet Görmez Hoca’yla bir araya geldim birkaç gün önce.

Hoca, her zamanki vizyonuyla enstitünün öncelikli hedefinin çok önemli iki mesele ile ilgilenmek olduğunu ifade etti nedenleriyle birlikte. Bu meselelerden ilki usul, ikincisi ise makâsıd. Yani “dini ilimlerin ilim üretme yöntemi” ile “dinin gayesinin anlaşılması” meseleleri.
İslâm dünyasının geçmişte karşılaştığı tüm meydan okuma ve tehditleri usul konusunda yaptığı ataklarla karşıladığını anlatan hoca, bilhassa Tabiin ve Tebe-i Tabiin asırlarını, Endülüs tecrübesini, Moğol ve Haçlı saldırıları dönemini örnekledi. Cüveyni ve İmam Gazâlî’nin nasıl bir mevzi oluşturduğundan bahis açtı.

Usul, yani “dini ilimlerin üretilmesinde yöntem” meselesinin hayatiyetini tam merkeze çekecek bir çabayı niçin desteklememiz gerekiyor peki? Çünkü usulün asl’a mukaddem olduğunu öğretti bize bütün bir İslâm düşüncesi tecrübesi. Hatta eli artırarak konuşmak gerekirse usul olmadan asl’ın var olamayacağını söyledi.

Bugün içine sıkıştığımız sarmalda, hatta cenderede “usul bilmeden asl’a dair konuşan, hatta asl’ın yegâne sahibinin kendisi olduğunu düşünen” isimlerin payı büyük. “Bu sonuca hangi usulle ulaştınız?” sorusunun cevabı en iyi ihtimalle “bilmem kimin kitabında yazıyor”, genelde de “anlatsam anlayacak mısın?” yavanlığıyla karşılanıyor bu isimler tarafından.

Usul yoksa bütün olumsuz çağrışımlarını hesaba katarak söyleyelim, “eklektik bir asıl anlatısı” çıkıyor ortaya. Bir örnekte Âhâd Haber’le ‘asıl’ anlatısı kuran adam, diğer örnekte “Âhâd Haber’le amel edip etmemek ihtiyaridir” diyerek saçma sapan bir zihinsel çelişkiye düşüyor meselâ.

Hal böyle olunca İmam Azam’ın “kişinin lehinde ve aleyhinde olanları bilmesidir” diyerek tarif ettiği Fıkıh başta olmak üzere bütün dini ilimler “karmakarışık bir kafa karışıklığı”ndan bir adım ileriye gitmiyor, gidemiyor. Lehimizde ve aleyhimizde olanları salim bir kafayla tespit bir yana, en temel itikat ve kelâm meselelerinde, en önemli dini kaynaklarımızdan biri olan Hadis meselesinde, Tefsirde, ahlâkta vesaire muazzam bir kakafoni teslim alıyor zihnimizi. Neredeyse, din konusunda konuşan insan adedince din anlatısı çıkıyor ortaya.

Umudumuz odur ki Mehmet Görmez Hocanın idaresinde hayata geçecek İslâm Düşünce Enstitüsü en azından bu usulsüzlükleri ortadan kaldıracak bir inisiyatif geliştirir ve en azından din konusunda zihnimizi bir miktar da olsa sağaltmaya ve sağlıklı hale getirmeye önayak olur.

O günkü bir araya gelişte Görmez Hoca’nın hatırlatmasıyla bir kavramı yıllar sonra gündemime almanın da mutluluğunu yaşadım: İhtilâf ahlâkı.

Hoca, özelde Türkiye’de, genelde de tüm İslâm dünyasında “ihtilâf ahlâkı” kavramının rafa kaldırıldığından bahisle bunun son derece kısır bir düşünce evreni oluşturduğuna da dikkat çekti. Bu da doğrudan usul ile ilgili bir mesele elbette.

Hadi kendimi de gram dışarıda bırakmadan şunu cesaretle yazayım: İhtilâflı olduğumuz meselelerde “fikirlerle ihtilâf etmek ve cedelleşmek” yerine “kişilerle ihtilâf edip kavga çıkarmak” daha kolayımıza geliyor. Bugün Türkiye’de Kur’ân’ın nasıl anlaşılacağı meselesinde ciddi paragraflar, yazılar, yaklaşımlar okumak yerine bilmem kimin ettiği laflar üzerinden magazin kavgası yürütmeyi “iş yapmak”, “fikir üretmek”, dahası “Allah’ın dinini savunmak” zanneden bir ilmî vasatın asıl nedenini “ihtilâf ahlâkımız” olmamasında aramamız gerekir.

Argüman ve magazin üretmek yerine “ilim” üretmeyi tercih edenlerle ilerleyeceğiz nereye ilerleyeceksek. Usulsüzlük ve ürettiğimiz kavga dili bizi paçalarımızdan aşağı çekiyor. Paçalarımızdan aşağı çekildikçe tartışmanın da, ilmî üretimin de seviyesi yerlere düşüyor.

Belki bu meseleyi daha da derinine konuşmamız gerekiyor önümüzdeki dönemde: “İhtilâf ahlâkı.” Fakat “böyle meseleleri konuşacak bir kültürel-dini vasatımız var mı” sorusuna göğsümüzü gere gere “evet var” cevabını veremiyor oluşumuz da bizim büyük çaresizliğimiz işte.