İslami STK'lar ve devlet

İslami STK’lar; hem mücadelenin en önünde yer alır hem de Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık resepsiyonlarından, ihale dağıtan kurumlardan, fon merkez ve kulislerinden, devlete adam yerleştirme çabalarından uzak kalırlarsa, özel ajanda t

VAN 4.05.2016 10:56:29 0
İslami STK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Siyasi hareketler, kendine özgü doğaları gereği, daha başında yola sorunlu çıkarlar.

Apar topar kalkar telaşla hedefe doğru koşarlar. Normal hayatı, birdenbire hızlandırırlar.

Toplum, onların davranışında hep bir anormallik gözler. Toplum sakindir ama onlar için sanki kıyamet kopmuştur!

Vatanın, devletin, milletin, gençliğin, halkın, halkların, insanlığın, ümmetin durumu çöküktür.

Toplum; tefessüh etmiş, faşizmin, kapitalizmin, emperyalizmin ya da Batı’nın, küfrün ve cahiliyenin elinde inim inim inlemektedir.

Acil müdahale edilmesi gerekir.

Taşrada bir ilçede, ergen sorunlarıyla boğuşan, yaşamın kendini unuttuğunu düşünen sıradan liseli genç bir tesadüfle aldığı tek seferlik “dava aşısıyla” ayağa kalkar ve kurtarılmayı bekleyen kitlelere doğru yol alır.

Genç, aniden değişmiştir.

Bir süre sonra kendisi de, ‘tek seferlik ani değişim aşısı’ konusunda uzman olur.

Yolcu vapurlarında, radyo ve TV’lerde görülen “Doğrudan Satış” pazarlamacıları gibi adeta kendine ayrılmış hepitopu beş dakika vardır.

Bu kadar kısa süre içinde; muhataplarına kutsal davayı anlatması, örgüte katılmaya ikna etmesi, üstelik tek doğru adres olduğu ve şimdi harekete geçmekten başka çare olmadığına dair kesin bir kanaat oluşturması gerekir.

Bu ruh hali, ideolojik hareketleri bir “ şimdi ideolojisi ”ne dönüştürür.

Dava bilinci hemen şimdi!

Kitlesellik hemen şimdi!

Devrim hemen şimdi!

Gel gör ki, istisna olmaksızın, “şimdi” daima gecikir.

Her seferinde davetçilerin ve örgüt üyelerinin ruhu biraz daha deforme olur. Örgüt liderleri ve kanaat önderleri ise “yalan” olurlar.

Bu yapma ideolojiler daima genellerler: Yaşamın karmaşıklığına, katman katman problemlere dair belli kalıp cümleleri vardır.

Bu ideolojiler indirgerler: Tezgâh üzerinde bekleyen hazır tanımlarla konu ne olursa olsun bir çırpıda çözümlerler.

Bu ideolojiler köpürtürler: Değerlerle gereğinden fazla ilgilenir, kanırtır, suyunu çıkarır, taşırırlar.

Türkiye bağlamında, İslami hareketler de bu tarz bir fıtratın mahkûmu oldular.

İslamcılık; evreni, dünyayı, tüm insanlığı dönüştürecek peygamberî ruhtu.

Çağın mücedditleri.

Feda nesli!

Büyük dava uğruna kendini, ailesini, akrabasını ve çevresini ihmal eden adanmış kişilikler.

Bu ifrat çok geçmeden ve behemehal artı değerini de üretti:

Şişkin egolar, kibirli örgütler.

Ayağı yerden kesilmiş çift karakterler, toplumla bağı kopmuş mahiyetsiz yapılar.

Üzerinden kırk yıl geçmiş, kitlesiyle 500 kişiyi geçemeyen, kendini tekrar eden, birbirine ayrıcalık bahşedip duran onlarca kuruluş.

Güç bela elde ettikleri kurtarılmış alanlarda, kendi çalıp kendi oynamış kanaat önderleri ve biatlıları.

Herkes davasında samimi; şüphesiz onlar da samimiler ama bu samimiyet dramatik olarak, söz konusu fıtrata mebni!

İslam, İslamcılık, inkılabî İslami hareket, öze dönüş, vahyin ışığında yaşam, ruhun cahiliyeden arınması, Muhammedî yol, Nebevî metot, Rabbanî hareket şüphesiz bir Müslüman belleğin el-hak en tabii yönelimi.

Ancak pratik yaşam bu kadar düz değil.

Rasyonel koşullar tüm ezberleri bozuyor.

Dava adamları; şartlar ne olursa olsun aynı tutumda kalmayı, her aşamada aynı şablonu kullanmayı marifet ve İslami tutarlılık sayıyor.

Dava adamı, gerçeklikleri değil ezberlerini özne yapınca kritik durumlarda depresif psikoloji kaçınılmaz oluyor.

İslami yapılar, pratiği değil tarihi şablonları özne yapınca, realitelerle yüzleşince ontolojik bir buhran sarıp sarmalıyor.

1980 sonrasından bugüne, İslamcı hareketler, kabaca, peş peşe üç dönemyaşadı.

Birincisi, Askeri rejimin zorbalığına ve baskısına rağmen kapalı yürütülen sivil mücadele dönemi.

İkincisi, 28 Şubat 1997 fetret dönemi.

Üçüncüsü, takriben 2003 sonrası açık sivil mücadele dönemi.

Birinci döneminde; nice hata ve yanlışlarının yanında devlet ve -paradoksal olarak- toplum dışına kaçarak kendini yok eden İslami hareket, üçüncü döneminde; bu kez devlete dört elle sarılarak kendini yok etmektedir.

Devlet nedir? Uluslararası düzen nedir? AK Parti nedir? Türkiye’deki dönüşümün temel dinamikleri nelerdir? Devlet, küresel düzen, küreselleşme ilişkisi nedir?  Yeni Türkiye’nin marjı nedir? Bu değişimin sloganları İslamî, lideri devrimci Müslüman ama toplamında dönüşümün kendisi bir İslamcılık mıdır? Bu çağda böyle bir olgusallık mümkün mü? Hele ki, sahiden Din nedir?

Bu sorulara dair ne sohbet ortamlarında, ne olmayan dergilerde, gazetelerde, radyolarda ve televizyonlarda bir tartışmaya henüz rastlanmadı. İslamcı aydınlarsa çoğunlukla çıkar örgütleri arasında lejyonerlik yaparak hükümsüz kaldılar.

İdeolojik hareketlerin doğasının; aceleci, toptancı, yuvarlayan, derinliksiz, popülist karakteri bu dönemde de kendini belli ediyor.

Sadece “olanı” konuşmak yetiyor!

90’larda doğuda akıl almaz olaylar, 28 Şubat travması ve acaip-garaip şartlar İslamcıların cesaretini aldı götürdü.

Sorgulamadan, olgu, olay ve gelişmelerin referans değerlerle kalibrasyonunu yapmadan, günübirlik kararlarla, plansız, programsız, teorisiz, tez canlı, heyecanlı yol alıyorlar.

Yepyeni bir dönem başladı buna uyum göstermek yerine, eski mücadele döneminden kalma reflekslerinden ve dondurulmuş karizmatik suretlerinden ödün vermiyorlar.

Günümüzde, patinaj ve nostalji yapan İslamcı hareketler; hala kendilerini toplumun öncüsü sanıyor.

Çok geçmeden onlar da kalıbı var ama hükümsüz gerici unsura dönüşecekler.

Görünen o ki, İslami hareketler, bu kaderden bir zorluğu aşarak kurtulurlar:

Türkiye’de; hem millete, ümmete, yerliliğe, bağımsızlığa, sivil, demokratik ve insani değerlere, barışa, İslamlığa ve Müslümanlığa yönelen organize saldırılara karşı canhıraş siper olurlar hem de mebzul ganimetten mutlaka uzak dururlar!

Devlet nimetlerinden pay almamalılar, öz güçlerine yaslanmalı, müstağni kalmalılar.

Hani feda nesliydiler? Külfet onları ikinci kez samimiyet testine çağırıyor.

Arazi, arsa, mülk, bina, personel, muhasebe ve üye çoğaltmaya ayrılan zamana yazık!

İslami hareket iddiası olan kaç oluşum, millet ve ümmet adına en fazla ihtiyaç olan; kuramsal, teorik ve düşünsel çabalar gösterdi, çırpındı?

İnşallah o da olur(!)

Organik değerlerine bakarak anlıyoruz ki, hakiki İslamcılık; kişi ve yapı olarak “ilk cemaat” şuuruna sahip olmaktan geçer.

Neye mal olursa olsun; eskinin Tevhidi (radikal) İslami hareketleri bugünün İslami STK’larının devletten “tek kuruş” almaması gerekir.

Tek bir vakıf yeri.

Tek bir dernek merkezi.

Tek bir ihale.

Tek bir bağış.

Tek bir fon.

Tek bir milletvekili pazarlığı.

Tek bir belediye tahsisi!

Hakka, hakikate, takvaya, erdeme, hukuka, adalete, iyiliğe, İslam’a, evrensel insani değerlere dair devlete, devlet ricaline, bürokratlara, belediyelere, belediye başkanlarının kibrine ve tefessühüne ve toplumsal inkırazlara karşı sözleri değer bulsun diye.

Birinci dönem İslami hareketler; dünyalıktan ve hatta maişetlerinden feragat ederek bugünün inkişafına ve büyük dönüşümüne hem teoride hem pratikte temel oldular. Asil olanlar, geri dönüşümsüz hatalarının ve ağır yanlışlıklarının bedellerine de katlandılar.

Üçüncü dönem İslami STK’lar; hem mücadelenin en önünde yer alır hem de Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık resepsiyonlarından, ihale dağıtan kurumlardan, fon merkez ve kulislerinden, devlete adam yerleştirme çabalarından uzak kalırlarsa, özel ajanda taşımaz, kendine, mensuplarına, topluma ve devlete takiyye yapmaz, sadece Allah rızasını ve toplumun ortak menfaatini gözetirlerse, hem teorik hem pratik olarak geleceğin erdemli toplumunun ve devletinin inşasında onurlu bir rol alabilirler.

Değil mi ki, İslamcılık; Allah’ın misyonunu üstlenme işgüzarlığını ve onu projelendirme ukalalığını terk ederek ancak hakikiliği bulur!

 Haber 10.com/ Ömer ALTAŞ -