IŞİD programını kim niçin yazdı?

Ömer Altaş

VAN 16.09.2014 11:40:50 0
IŞİD programını kim niçin yazdı?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Tayyip Erdoğan, IŞİD, 80 kuşağı İslamcıları

Müslüman bellekler doğduğu andan itibaren kader ve takdir-i ilahi olgusuyla formatlanır. Bilinçaltında daima bu ılık fikir akar: ‘Yaşam adeta bir bilgisayar programıdır bireyin kendisi de sürücüsüne konulan bir CD’dir.’

Bu nedenle Müslüman genç, serpilip biraz iktidar, güç ilişkileri ve düşünce disiplinleri okuduğunda siyasi görüşünü çoğunlukla kadercilik şablonuna oturtmaktan kurtulamaz.

Bu toplumun çocuğu Solcu olduğunda tarihi determinizme “iman eder”, İslamcı olduğunda “komploculukta” karar kılar. İkisi birlikte, farkında olmadan, tüm olayları bir yeryüzü tanrısına organize ettirerek zihnin inkırazını rahatlatırlar.

Bazı 80 kuşağı İslamcılarının öyküsü budur.

80 kuşağı, Türkiye’de son birkaç yılda yaşanan sıcak ve göz önündeki tüm çelişki ve olaylara küresel bir kurgu gözüyle bakmaktan kendini alamıyor.

En delişmenleri sığ bir indirgeme ve anlamsız bir genelleme yaparak “haydi bir de AKP’ye vurun da samimiyetinizi görelim” diyor.

Ontolojik konfor bozulacak gibi değil.

Oysa bilinmesi gerekiyor ki; Amerikalı teorisyenler, liberal kapitalizmin akışını yavaşlatan en büyük bariyerlerden Ortadoğu bölgesine istikrar getirmek için bölgenin özüne, aslına (İslamizasyon) dönmesi gerektiğine kanaat getirdiler!

Finans oligarşisi, mal ve ürün satmakta gereğinden çok problem yaşıyor, bunu çözmeliydiler. İpek yolu gibi Çin’e kadar uzanan koridor yeniden açılarak stabilize edilmeliydi.

Bu, tabi ki Avrasya bölgelerinde İslam’ın iktidara yürütülmesi ile mümkün olacaktı. Müslüman ama liberal devletler kurulmalıydı. Müslüman demokrasi teorisi gelişmeliydi. Thomes P.M. Barnett ve Zbigniew Kazimierz Brzezinski gibi en iyileri çok kararlı bir şekilde bu tezde ısrar ettiler.

Bu nedenle, Amerika ve İsrail milliyetçileri bağırlarına taş basacak, siyasal İslamcılığın yükseliş şehvetiyle meydana gelecek olası dezavantajlara bir süre katlanacaklardı. Çünkü yazılımda, aşırı gruplar (IŞİD) örgütlendirilerek onlara akıl almaz yöntemler uygulatılarak (üstten sıkılıp alttan emilen çikolata tüpü modeliyle) bu projenin tersten tahkimine ve teyidine hizmet edilmesi de vardı.

Bu strateji önce bir laboratuvar ortamında denenmeliydi.

Daha önce kodlama hataları olmasına rağmen profesyonel bir yazılım ile 1979 yılında Ayetullah Humeyni’yi Fransa’dan İran’a şatafatla getirterek büyük Şii bloku kontrol altına alınmıştı.

Şimdi daha büyük potansiyele sahip olan, çok dağınık ve sorunlar içinde Sünni blok da benzer, daha kusursuz, yeni bir profesyonel yazılım ile organize edilmeliydi.

Bunun için, önce bir Model ülke (Model ortaklık) yaratmalıydılar.

Bu model ülke, diğer Ortadoğu ülkeleri için de bir örneklem teşkil edecekti.

Sadece bu gündemle toplanan Amerika düşünce kuruluşu genel kurulu, model ülke olarak, ittifakla, Türkiye’yi seçti.

Pentagon stratejik düşünce kurulu, tarihinde ilk defa oy birliği ile karar almıştı, bu birlik bir daha da olmayacaktı.

Çünkü, Türkiye imparatorluk tecrübesine sahipti ayrıca İslamcılığın laik okumasına alışık, munis dindarların ikamet ettiği, batılı bütün formları ezbere bilen, yaşayan ve manevi kıblesi Batı değerlerine dönük olan insanların ülkesiydi.

Her şey istediklerinden daha fazla kadifeydi.

Kemalist paradigma ülkeyi taşımaz noktaya gelmişti.

Kemalizm’in mağdur ettiği bütün millet ile üstüne bir katman daha mağduriyete uğrayan Kürtler, her ikisi de Müslümandılar. Bu nedenle Müslümanlar ve Kürtler bütün dinamizmleriyle söz konusu yeni kurtuluş ideolojisini küfelerine alıp bu yolu rahat rahat yürürlerdi. İkisi birlikte her seçim sandıkta patlama yapardı.

Kürtlerin önü açılacak, Müslümanlar iktidara getirilecekti. First lady artık başörtülü olacaktı. Laikler buna alışacaktı.

Geride tek bir sorun vardı. İktidarın bütün nimetlerini ahz etmiş Kemalist oligarşi söz dinlemeyerek kıskançlıkedebilirdi, kıskançlık bir tutunca, mantığın tedavi edebileceği bir şey değildi!

Bu yükü, devasa tarih kırımını, çağsal büyük değişimi taşıyabilecek bir lidere ihtiyaç vardı.

Bu lider mümkünse kendisi de ekstra heyecan katabilsin diye Balık burcundan olmalıydı. O; kararlı, inatçı, cesur ve DNA diziliş fıtratıyla gözünü budaktan sakınmayan bir devşirme olmalıydı.

Türkiye’deki Amerikan büyükelçiliğinden gönderilen, bir balçığa şekil verircesine kundaktan alınarak belli bir kurgu içinde yetiştirilip Truman Show gibi kontrol altında tuttukları isimlerin alt alta dizili olduğu liste, kurula katılan herkese dağıtıldı:

Haydar Baş

Hüseyin Velioğlu

Abdullah Öcalan

Fethullah Gülen

Cübbeli Ahmet hoca

Mustafa İslamoğlu

Mehmet güney

Muhammed Sıddık Şeyhanzade

Ömer Tuğrul İnançer

Recep Tayyip Erdoğan

Siyonist düşünme biçimine sahip olduğu bilinen 5 strateji uzmanı Fethullah Gülen’in (sonradan favorilerden olduğu ama sadece risk olmadığında cesaret gösterebilen gen yapısı nedeniyle elendiği iddia edildi) bir tanesi Cübbeli Ahmet Hoca’nın (sonradan o uzman basına verdiği demeçte görmüyor musunuz çok sempatik diye açıklama yapmıştı) karşısına çeltik koydu geri kalanların tamamı 95 oyla Recep Tayyip Erdoğan’ı seçti.

Artık DVD sürücüye konularak göz alıcı görsel tasarımların olduğu program pratiğe geçirilebilirdi.

Recep Tayyip Erdoğan’ı halkın gözünde bir kahraman olarak yaratmak için ona önce Necip Fazıl şiiri okuttular sonra HSYK’ya talimat vererek hapse attırdılar.

Amerikalılar, hapishanenin Yusufiye mektebi diye mukaddesçe tanımlanması için basına talimat verdiler. Erdoğan’ı Pınarhisar hapishanesine sadece 4 aylığına uğurlamak için toplanan kalabalığa baktıklarında çok iyi bir seçim yapıldığı ve mayanın tuttuğunu gördüler. Pentagonun uluslararası stratejik düşünce akademisi koridorları, NASA salonunda ekran karşısında oturan bir avuç bilim adamının, uzay mekiği, gezegenin yüzeyine kusursuz indiğinde attığı çığlığa benzer bir çığlıkla sarsıldı, ardından alkış tufanı koptu.

Fukuyama’nın, Nicolas Spykman’a bakarak “ben sana dememiş miydim, Türk toplumu kalender adam sever” şeklinde fısıldadığı da pentagon tutanaklarına geçti.

Erdoğan’a, hapishanede kendine gelen her mektuba, el yazısıyla özenle ve tashihsiz cevap vermesi gerektiği önerildi, o da bıkmadan bunu ifa etti.

Bundan sonraki süreçte Erdoğan’ın iktidara yürüyüş yolunun önündeki bütün taşlar o varmadan önce tek tek kaldırıldı. Bu yol temizliği sanki Recep Tayyip Erdoğan’ın çabasıymış gibi gösterildi, en açıklanamaz durumda bunun ilahi bir el tarafından organize edildiği algısı oluşturuldu. Toplum gün geçtikçe Erdoğan karşısında biraz daha efsunlanıyordu.

Yazılımın en kusursuz işleyen ara yüzlerinden biri buydu.

Matrix (Tayyibix) oyununda bazen birçok amaç bir arada gerçekleşiyordu. Demokrat Partili ABD’lilere göre İsrail’in aşırıya kaçması nedeniyle Ortadoğu’da karizmasının biraz çizilmesi ve te’dip edilmesi gerekiyordu. Erdoğan nerden geldiğini kendi bile kestiremediği bu işareti alarak ve beklendiği gibi toplumunu ve Müslüman ümmetini cezbeye düşürecek şekilde İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “One Minute” (bir dakika kardeşim!) diyordu.

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş haklıydı ve olayı ilk o deşifre etmişti; “reel politikada böyle bir şey olamazdı, ancak filmlerde olurdu, bu danışmanların kurgusuydu.” Başından beri bütün danışmanlar zaten görevliydiler.

One minute bir başka açıdan daha tarihi bir özellik taşıdı. Çünkü o dönem yüksek güvenlikli Model Ülke yazılımı, program ilk defa virüs kapıyordu.

Bu Amerika’da yeni bir iç çatışma işaretinin en güçlü şekilde açığa çıktığı olay oldu: İsrail menfaatlerinin kutsallığı üzerine kurulu Neo-Con destekli Güney Eksenciler Grubu (GEG) yazılımın bu aşamasında Türkiye’de yeni bir liderin (F.Gülen) devreye sokulmasına karar vererek KEG’e (Kuzey Eksenciler Grubu) ve hazırladıkları programa siber saldırılar düzenlediler.

Güney eksenci hackerler kararlıydılar, aylarca, tam donanım hazırlanarak, en kapsamlı ve en etkili virüs saldırısını 17 Aralık tarihinde sabaha karşı yaptılar.

Amerika yine Amerika’ya karşı savaşıyordu.

Ama Graham E. Fuller ’in dediği gibi olacaktı: “Bir imparatorluk olan Amerika’da kararlar öyle hemen değişmez, örneğin, Barzani bizim adamımızdır, her yıl gelir gider ama üçüncü dereceden terör listesinden adını çıkaramaz.” Model ülke yazılımı da tabiyetiyle bazı yol kazaları nedeniyle kökten değiştirilmezdi.

Öyle görünüyor ki Fethullah Gülen sırasını bekleyecekti.

Bütün laikler, Kemalistler, solcular, ulusalcılar, komünistler, etnisite ırkçıları, oligarşi sermayesi de (ki şimdi de hep birlikte aynı masa etrafında toplanıyorlar) kendilerine başka alternatif sunulmadığı için bu şansı bekliyorlar. Ertuğrul Özkök 13 Eylül’de yine 

biz
 kazanacağız diye heyecan yaratmaya çalışırken bunu kastediyordu.

Amerika Fuller’i haklı çıkaracak şekilde suda geçerken at değiştirmemiş, on yıl boyunca oluşan müktesebatı çöpe atmayarak İslam ümmetine yeni bir lider kazandırmış, Laikliği ve Kemalizm’i sistem dışına atmış, en önemli aşamalarından birinde Ahmet Davutoğlu’nu profesyonelce ve kendiliğinden oluyormuş gibi yaparak başbakanlık koltuğuna oturtmuştur.

Böylece İslamcılar bir zafer daha kazanmanın sarhoşluğunu yaşamış oldular!..

Müslüman bellekler doğduğu andan itibaren, kader ve takdir-i ilahi olgusuyla ile formatlanır. Bilinçaltında daima bu ılık fikir akar; ‘yaşam adeta bir bilgisayar programıdır bireyin kendisi de sürücüsüne konulan CD’dir.’

Bu nedenle yukarıdaki kurgu onlar için senaryoların en güzelidir.

İnsan iradesini sıfırlayan Cebriye olsa gam yenmez.

İnsanı iradesine bir hiç muamelesi yapıp süreci okuyamayanların; 80 kuşağının özgürlükçü, entelektüel, vizyoner ve evrensel habitatından yetişmiş dostlar olduğuna tanık olunca kederlenmemek elde değil.

Yoksa biz de mi Laikler gibi Erdoğan’ı kıskanıyoruz(!)