Irk, din, dil gibi hususları göz ardı ederek insana basit bir bakışla baktığımızda...

Hedef insan ise, insanın yakinen bilinmesi, yani insanı mutlu edecek, kalbine huzur verecek ve aklını ikna edecek hususların açığa çıkarılması gerekmektedir.

VAN 1.05.2015 21:15:49 0
Irk, din, dil gibi hususları göz ardı ederek insana basit bir bakışla baktığımızda...
Tarih: 01.01.0001 00:00
                                                            Sahih Bir Fikrin Hayata Etkileri

  Sadece Müslümanların değil, tüm insanların fikren çöktüğüne şahit olmaktayız. İnsanlık, tarihi boyunca hiç bu denli, hayatın tüm alanını kapsayan bir çöküş görmemişti. Kur-an’ı Kerim bize geçmişteki Nebi ve Rasullerin kavimlerinin yaptıkları cürümlerden dolayı helak olduklarını haber veriyor. Bu kavimlerin helak olmalarına bir veya birkaç husus sebep olmuşken, günümüzde insanlık o yok olan kavimlerin tüm pisliklerini barındırır oldu. İnsanın fıtratına ve toplumun oluşumuna aykırı bu hususları yazmaya gerek yoktur… Maalesef İslam ümmeti de bu düşüklükten nasibini aldı. Müslümanların amellerindeki ölçüsü şer’i hüküm iken, ona aykırı bir hayat sürmeye razı oldular…

  Tüm insanlık bu çöküntüden bir çıkış yolu arıyorken atılan kalkınma hamleleri insanlığı bir adım daha geri itiyor. Bulunan, ya da bulunduğu zannedilen çözümler insanın fıtratıyla çeliştiğinden dolayı mevcut problemleri çözemiyor ve bunun için insanlığı sahih bir kalkınmaya ulaştıramıyor.

  Kalkınma dediğimiz husus hiç şüphesiz insan üzerinde cereyan etmektedir. Yani hedef insandır; gaye onu daha üst konuma getirmektir. Halinin değişmesinin yanında fıtrata uygunluk, akla kanaat, kalbe mutmainlik ana hedeftir. Kalkınmanın doğruluğunu gösteren bu ruhi esas daimi mutluluğun tek belirleyicisidir. Öyleyse hedefte deniz canlıları, kara hayvanları, kuşlar, ağaçlar, makineler değil; İnsandır. Hedef insan ise, insanın yakinen bilinmesi, yani insanı mutlu edecek, kalbine huzur verecek ve aklını ikna edecek hususların açığa çıkarılması gerekmektedir.

  Irk, din, dil gibi hususları göz ardı ederek insana basit bir bakışla baktığımızda, insanın ihtiyaçlarının doğru bir şekilde karşılanmasının mutluluğuna tek vesile olduğunu görebiliriz. İnsanın fıtratından bir parça olan hayatiyet enerjisinin tezahüründe bir değişme olsa da, özünde bir değişim veya yok etme söz konusu değildir. Bir Japon, bir Amerikalı veya bir Türk insanı arasında hiçbir fark olmayan hayatiyet enerjisi iki yönlüdür. Birincisi açlık, susuzluk, hava alma gibi hususları kapsar. İkincisi tatmin edilmesi icap eden fakat mutlaka karşılanması zaruri olmayan tedeyyün(dindarlık) içgüdüsü, beka(eşyaya sahip olma isteği) içgüdüsü ve nevi(hissi duygular) içgüdüleridir.

  Tatmin ve huzur, insanlar arası ilişkiler ve neticesi toplumun oluşumu, çok kısa olarak değindiğimiz bu içgüdü ve uzvi ihtiyaçlardan doğar. Örneğin; insan açlık hisseder. Bu his onu bu ihtiyacı karşılamak için iter. Bu gaye ile bakkala gider, bakkalcı fırıncıya, fırıncı oduncuya, su elektrik vs. derken sadece bir ekmek için bile tarlasından, müşterisine kadar onlarca insan birbiri ile ilişki kurmak zorundadır.

  İnsanlar arasında ihtiyacının karşılanması gayesiyle sayısız konuda oluşan bu ilişkiler yumağının hiç şüphesiz bir nizam çerçevesinde düzenlenmesi kaçınılmazdır. Mademki bu ilişkilerin oluşmasına sebep iç güdü ve uzvi ihtiyaçlardır, o halde ortaya konulacak, yani tüm ihtiyaçların tatminine vesile olacak nizamda kesinlikle bu içgüdü ve uzvi ihtiyaçların doğru bir şekilde doyurulmasına hizmet etmek zorundadır. Aksi halde kalbi mutmainlik söz konusu değildir. Meselenin kilit noktası burasıdır ki ’bu nizam insandan mı, yoksa insanın yaratıcısından mı gelmeli?

 

 

 

  Günümüzde insanlığın kendi koyduğu nizamlar çerçevesinde yönetildiğine şahit olmaktayız. Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı sadece yaratıcı” kabul edip, bu ilişkiler yumağının düzenlenmesine karışmaması esasına oturtan bu bakış, insana insan olarak bakıp ihtiyaçlarını doğru bir şekilde karşılamak üzerine değil, menfaat üzerine bina edilmiştir. Böylece insanın huzurunu sağlamak şöyle dursun, çatışmanın ana sebebi olmuştur. Zaten bizzat kendisini ve içinde yaşadığı kâinatı bile anlamakta aciz kalan insanın bu düzeni koyması düşünülemez. Nitekim öylede oluyor ve beşer aklının koyduğu nizamlar sürekli değişiyor.

Ayrıca insan aklından çıkan bu eksik aciz ve sınırlı olan nizamlar diğer insanlara hakaret niteliktedir, öyle ki insanoğlu kendisi gibi insan olan birinin aklından çıkan nizamlarla neden yönetilmek istesin ki? Ayrıca bu fikri mantalitenin toplumda daimi ilişki sağlaması mümkün olmadığı gibi kaosa yol açması kaçınılmazdır.

  İnsana insan olarak bakan nizama gelince; O direk her insanda ortak olan unsurlara yöneliktir. Yani direk hayatiyet enerjisine yöneliktir. Bütün insanlarda ortak olan bu içgüdü ve uzvi ihtiyaçların doğru bir şekilde, dakik bir nizamla karşılanması gerekir. Bunun anlamanın yolu o nizamın fıtrata uygun olması, akla kanaat, kalbe güven vermesidir. Bunun yanında tedeyyün (Dindarlık)güdüsünü doğru tatmin etmesidir. Buda ancak Alemleri yaratan, yani insan dahil tüm kainatı tüm ayrıntılarına kadar en iyi bilen yüce yaratıcısından gelirse mümkündür. Çünkü insanı yaratan ve insanı insandan daha iyi bilen odur. Çünkü sevinç duygusunu insana O vermiştir, neye mutlu olacağını, sevineceğini O bilir. Neye üzüleceğini O bilir, çünkü insana üzülme duygusunu O vermiştir. İnsanın sahip olduğu tüm özellikleri en iyi bilen odur. Öyle ise nizam ondan gelmelidir.

 Nitekim Allah azze ve celle şöyle A’râf Suresinin 54 Ayet-i Kerimesinde şöyle buyuruyor:  …Dikkat edin, yaratmak ta, yönetmek de Yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.

Selam olsun insanlığın kurtuluşu için çalışanlara, Selam olsun sahih islami fikirlerle ümmeti kalkındırmaya çalışanlara, Selam olsun İslamı dava edinip onun davetini taşıyanlara…

Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar (Saffat Suresi 61)