İnsanı insan yapan imandır

Yaşar DEĞİRMENCİ

VAN 3.04.2017 23:52:06 0
İnsanı insan yapan imandır
Tarih: 01.01.0001 00:00
  İnsanı insan yapan imandır. Yaradılışımızın sebebi hikmeti budur. Şuur ve irade ile iman etmek insana mahsustur. Biliyoruz ki, şuur ve iradeye sahip olmayan varlıklar da iman mihverinin çekimine tabidir. Kendi halleriyle, kendi hallerinin diliyle Cenab-ı Hakk’ı bilirler, tesbih ederler. Kainat böyle vardır, bununla kaimdir. Mihverinden tamamen koptuğu an yokluğa yuvarlanır. Şayet bir sürü çirkinliğe rağmen, var oluş devam ediyorsa; biliniz ki O “var oluş”un ardında iman irtibatlarını sağlayanlar bulunmaktadır. 

Ne sevincimiz, ne üzüntümüz, ne bayramımız belli, Hiçbir şuurlu direnç göstermeden kabul ettiğimiz ‘Batıcı hayat tarzı’ bizi duygusuzluğa mahkûm etmiş. Teşrifat, mefruşat, şatafat, merasim, koşuşturma, gürültü, patırtı, televizyon. Herkese ayrı bir kompozisyon halinde yüklenen bir hareketlilik. İnsanımız bu düzene kendini uyarlama çabasında. Bu çaba ona, başka her türlü şahsi meşguliyetleri unutturmakta, insanı kendisi olmaktan çıkarmakta, bilmeye, düşünmeye, hissetmeye vakit bulamamaktadır. Çağımız insanına sormak lazım: ‘Ne yapıyorsun şaşkın adam?’ Oku, okumam. Düşün, düşünmem. Ver, vermem. Paylaş, paylaşmam. Yardımlaş, yardımlaşmam. İçinin sesini dinle, dinlemem. Bedel öde, ödemem. Tenkide tahammül et, etmem. Usulünce istişareye açıl, açılmam. Nasıl olacak peki?

Düşünmeyenin, düşünce şuuruna sahip bulunmayanın; şahsiyetli ve aidiyet duygusunu taşıyıp devam ettirmesi bile mümkün değildir. Toplumun hali; hayat tarzımızın hayata yansıması şeklinde tecelli eder. Nedir bizim toplumumuzun hayatındaki manevi-kültürel-sosyal, milli-ilmi, fikri, edebi, medeni, insani değer ölçüleri ve hükümleri? Akıp giden hayat tarzında böyle bir mevcudiyetin olumlu yansıması var mı? 
Savaş, kan, kıtal, zulüm, haddini bilmezlik, sınır tanımazlık, küstahça kibirleniş, kutsala sırt dönüş, gücün ve şiddetin kutsanması, servetin azmanlaşması, insanın hayvanlaşması, merhametin yerini şiddetin alması, muhabbetin yerine seksin ikamesi, evliyanın yerine eşkıyanın geçmesi, kadının teşhir metaı olarak kullanılması, kısaca değerlerin değersizleştirilmesi. Dünyanın halinin özeti bu!

Allah Rasulü de Mekke’de Ebu Kubeys tepesine çıkıp ‘Tehlike kampanası’nı çalarak insanları toplamış ve insanlığa kurtuluş davetini ilan etmişti. Şimdi biz hangi ‘tehlike kampanası’nı çalıp da ‘Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak.’ diyeceğiz. Hangi kampanaya vuralım tokmağımızı? İnsanlık duysun-duymasın biz dâvetimizi yapalım. Böyle bir dünyaya Rasulüllahın daveti tek umuttur. Bu, insanlığa bir çağrıdır. Bu, kendinden uzaklaşan insana ‘Kendine Gel!’ davetidir. Hele şu âyet düşünülmelidir. “Siz insanların iyiliği, faydalanması için ortaya çıkarılmış, seçilmiş en hayırlı ümmetsiniz, 
Kur’ân’ın ve sünnetin hükümlerini, meşrû olanı, İslâmî kurallarla örtüşen örfü, ilmî verileri, mü’minlerin tasvip ettiği, icrasında hayır gördüğü planları, programları, adâleti uygulayarak, kamu düzenini sağlar, iyiliği emreder, şeriatın suç saydığı ve haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü’minlerin icrasında hayır görmediği şeyleri bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yasaklayarak, önleyici tedbirler alıp kamu güvenliğini temin edersiniz. Allah’a iman edersiniz. (ve bunu da zaten inancınızdan dolayı ve onun gereği olarak yapıyorsunuz) ” (Âli İmran sûresi,110. âyet) Bu dünya imtihan mahallidir. “Allah’ın size tasarruf için vekâlet verdiği maldan onun uğruna harcayın.” (57/7) Hadisi şeriflerde: “O kimse ki bir işçi tutar, onu çalıştırır da hak ettiği ücretini vermez, Kıyamet günü Allah onun hasmıdır. Hırsla elde edilen malda meymenet ve bereket olmaz. Az bir kâra razı olanı Allah sever” Buyrulur. 

Bir kudsi hadiste de, “İşçinin hakkını vermeyenin belini kırarım” ikazı vardır. Âyet de  “Ta ki bu mallar zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın.” (59/7) hatırlatması çok önemlidir. Mallar zenginler arasında dolaşan bir servet olursa; bu servet diğer hücrelerin aleyhine büyüyen kanser hücreleri gibi belli organlarda urlar meydana getirmeye yarar! Adil dağılımı sağlamanın yolu, şu temel düstura bağlılık şuurunu daima canlı tutmaktır: Bir mümin, ihtiyacından arta kalanı, Allah için, millet için, İslam’ın güçlenmesi için harcayacaktır. Bunu kabul etmeyenin imanı; yeterince meyve vermiyor, ışık vermiyor, eser vermiyor demektir. Malının, mülkünün kendini ebedi yaşatacağını zannetmeye başlayan bir kimse, her türlü nisap mükellefiyeti bağlarından bir sürü hesaplar yaparak sıyrılmaya çalışır. Bir ülkede fakirliğin artması, zenginlerin israfı yüzündendir. Toplar, üstüne oturur. Bu, israfın belki de en kötüsüdür.  

Zenginler fakirlerin duası sayesinde merzuk olurlar. Onlara verilen mal-mülk israf etmeleri için değildir. Tasarruf vekaletini su-i istimal edenler, mülkün hakiki sahibine hesap vereceklerdir. Mikropların varlığını göstermekle, hastalanmayı izah etmiş olmazsınız. Asıl meselelerin sebepleri üzerinde durmak lazımdır. Râ’d Sûresinde buyrulduğu gibi; “Bir millet kendi özünü değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirip bozmaz.” Biz “biz” olarak kalamadık. “Biz” olarak kalamadığımız için kendi kaynaklarımızdan yeterince istifade edemedik. Önce kendimize dönüp, kendimizi düzeltmemizden başlamamız icap eder. Yaşadığımız dünyanın halini şu olayın ışığında düşünerek değerlendirelim. Abbad b. Serahbil anlatıyor: ‘Buğday tarlasına girip biraz başak koparıp, onların tanelerini ayırmaya başladım. Bu esnada tarlanın sahibi geldi. Beni dövdü ve elbiselerimi sırtımdan soyup aldı. Ben Peygamberimize gittim, onu şikâyet ettim. 
Onu çağırttı ve kızarak şöyle dedi: “O açtı onu doyurmadın. O cahildi ona öğretmedin.” Elbiselerimi geri verdirtti. Bana da buğday verdi.’ 

Kendi değer ve kutsallarından habersiz yetişenler/yetiştirilenler öncelikle Kuran-ı Kerimi (vahyi) ve Peygamber Efendimizi (Sünnetiyle, hadisiyle) tanımalı/tanıtmalıdır. Kur’ani cezalar tamamen üç vicdanı teskin etmeyi hedefler: Mağdurun vicdanı, kamunun vicdanı, suçlunun vicdanı. Tabii suçlunun vicdanını teskin etmek için önce suçluda bir vicdan inşa etmek gerekir. Müslümanlara hitap eden âyetin ‘iman edin’ demesinin, infakla doğrudan bir münasebeti vardır. Zira iman edip infak etmemek, Allah’a inanıp da O’na güvenmemek gibidir. Müslüman tasavvurunda infak üç temele dayanır. Mülk Allah’ındır. İman Allah’a güvendir. Servet insana emanettir. Servet ata benzer, sırtına binerseniz siz ona sahip olursunuz. 

Sırtınıza binerse o size sahip olur. Kuran-ı Kerim’in infak konusunda üç tavsiyesi vardır. Bu husus âyetlerle sabittir. Birincisi, “Bollukta ve darlıkta infak et! (3 Âli İmran 134)” İkincisi, “Sevdiğinden ver! (2 Bakara 177)” Üçüncüsü, “Gizlice de, açıktan da ver! (13 Râ’d 22)” Âyet ve hadislerle de ‘Allah için verdiğini çok görmemek, başa kakmamak, minnet altında bırakmamak, yaptığını Allah için yapmak, bir teşekkür bile beklememek’ üzerinde durulur. 
Bütün bunların ışığında, hayatımıza şekil veren bir Dinimizi, onu uygulayan/uygulatan bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım. Bunları unutmayıp hayatımıza yansıtırsak; küçük hesap yapmayız. Rabbimizin şefkat ve merhametine layık oluruz. İnşaallah…