İNSAN VE ZAMAN İLİŞKİSİ

HÜSEYİN BÜLBÜL

VAN 13.10.2015 11:17:50 0
İNSAN VE ZAMAN İLİŞKİSİ
Tarih: 01.01.0001 00:00

 Bütün gayemiz, iman eden, salih amel işleyen, nefsimize ve neslimize hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olmaktır. Nihai olarak işlerin sonu Allah’a varacak. O da dilerse bağışlayacak, dilerse azab edecektir. Kul olarak bütün temennimiz, onun merhametine sığınarak af ve mağfiretine mazhar olabilmektir!..

Bu konuda Rabbimizin şu müjdesi gönüllerimizi ümitle doldurmaktadır Zaman insan için leh ve aleyhte işleyen bir mekanizmadır. Rabbimiz Kur’an da insan ile birlikte zikrederek insanlığın dikkatine sunmuştur.

İnsana verilen ömür zaman ile kayıtlanmıştır. Bu nedenle vakit nakit gibi değerlidir. Bize verilen vakti gereği gibi değerlendiremediğimiz zaman, geriye dönüp telafi edilmesi mümkün değildir.

Yerine göre vakit nakitten daha kıymetlidir. Çünkü insan vakit ile nakit denilen değeri kazanabilirken; nakit ile geçmiş vakti geri getiremez satın alamaz. Gençliğini anlamsız bir yaşam içinde tüketen insanlar, dünyayı verseler o günleri geri getiremezler.

İşte onlar için gençlik heder edilmiş bir değerdir. Zaman aleyhine işlemiş ömür sermayesi anlamsız bir yaşam uğrunda tüketilmiştir. Nihayet yolun sonu gözükünce yaşanan hayatın yanlışlığı anlaşılmış; ancak ömür anlamsız bir koşuşturma ile bitirilmiştir. Rabbimiz bu konuda İbrahim (as) ve ailesinin yaşadıklarından bize bir örnek sunmuştur: “İbrahim’in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.” “Rabbi ona, «İslâm ol!» emrini verince, o «Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum.» dedi.” “Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya’kub da, «Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti.

O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz» (dedi).” “Yoksa Ya’kub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya’kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz demişti? Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz ancak O’na teslim olmuşuzdur, dediler.” (Bakara 2/130-133) “Onlar birer ümmetti gelip geçtiler.

Onların yaptıkları onlara sizin yaptıklarınız da sizedir. Onların yaptıklarından sorguya çekilmeyeceksiniz.”(Bakara 2/134) buyrularak her ümmetin yaptıkları ile mahkûm edileceği bildirilmektedir. Ancak insanlık için genel bir değerlendirme yapılarak: “Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadır.

Ancak iman eden ve salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” (Asr 103/1-3) buyrulmaktadır. Yeminle başlayan bir cümle, insanın hüsranda olduğunu ilan ile bitmektedir. İnsanların yaşadıkları zaman kavramı içerisinde gafletten, günahtan, kusurdan, isyandan ve tuğyandan beri oldukları bir zaman, bir mekân ve şahıs yok mudur ki, böyle bir ifade kullanılmıştır?  Bir başka ayette ise daha müthiş bir durum gözler önüne serilmektedir: “Yeryüzünde gezip bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, bunlardan daha kuvvetli idiler. Ne göklerde ve ne de yerde hiçbir şey Allah’ı aciz bırakamaz. Çünkü o her şeyi bilendir, her şeye kadir olandır.”

“Bununla beraber Allah, insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet ecelleri gelince gereğini yapar. Şüphe yok ki Allah, kullarını görmektedir.” (Fatır 35/44-45) Hayatta günah işleyen her insanın hak etmiş olduğu ceza acilen verilmiş olsa idi; yeryüzünde hiçbir canlının kalmayacağından bahsedilmektedir. Hiçbir kimse de istisna edilmiyor. Bu demektir ki her birimiz yapıp ettiklerimiz sebebiyle yok edilmeyi hak edecek duruma geliyoruz.

 Buna rağmen bu ne sonsuz bir merhamettir ki Allah, kendisine her nefeste isyan eden, nankörlük eden, küfranı nimette bulunan bunca insanın rızkını vermeye devam ediyor. Verilen bu mühleti kendileri için verilmiş bir taviz olarak görenlere, işin aslı şöyle bildiriliyor: “Şurası muhakkak ki, imanı verip inkârı alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elim bir azap vardır.”  “İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır.

Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (Ali İmran 3/177-178) İnkâr edenler mal ve evlat bakımından üstün oluşlarını Müslümanlara karşı bir üstünlük olarak görmelerini: “Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.” (Müminun 23/54-55) Aslında bununla Allah onların dünyada ve ahirette azaplarının artırılması ve canlarının güçlükle çıkmasını istemektedir: “Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin.

Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.” (Tevbe 9/85) Durum bu minval üzere takdir edilmiş, ilahi yasalar çerçevesinde işlemektedir.

Asr suresinin devamında ise istisna edatıyla bir başka kapı aralanarak inananlar için şu müjde verilmektedir: “Ancak iman eden, salih amel işleyen ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” Onlar hüsranda değil.

Kendilerine verilen imkânı ilahi iradenin kendilerinden istemiş olduğu istikamette kullanarak Allah’ın rızasını kazanmaya muvaffak olmuşlardır. İşte bunlar için hüsran söz konusu değildir.

Bunların hayatları da ölümleri de hayırdır hasenattır. Onlar için zaman tümüyle hayra dönüşmüştür.

Allah Teâlâ da onara kazandıklarının en güzeli ile karşılık vereceğini bildirmiştir.

İlahi iradenin takdir ettiği yasada yeryüzünün halifesi olarak yaratmış olduğu insana, elçiler ve kitaplar göndererek,  doğru inanıp doğru yaşamayı öğretmenin ötesinde herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. İnanan ve inanmayanın önüne koymuş olduğu hayatı, kim daha güzel amel işleyecek diye bir imtihan vesilesi kıldığını (Mülk 67/2) açıklamış, herkese kazandığının karşılığını vereceğini vaat etmiştir.

(Necm 53/39)  Bu düzenin ilk insandan son insana kadar değiştirilmeden devam edeceğini de bildirmiştir.(Ahzab 33/62) Kazanmak isteyen Kur’an’a sarılacak, istemeyen de hevasına yönelecektir.(Kehf 18/29)

Ancak şunu bilelim ki;  Bize tanınan süre sonsuz değildir. Gençliğimiz bizi tutup durmayacaktır.  

Verilen nimetlerin hesabı bir gün gelip sorulacaktır. Bilirken bilmez, görürken görmez, işitirken işitmez olacağımız bir zaman bizi beklemektedir: “Kime uzun ömür verirsek, onun yaratılışını tersine çeviririz. Hala akletmeyecek, Yine de akıllarını kullanmayacaklar mı? ” (Yasin 36/68) İnsan olarak doğduğumuz günden şu an bulunduğumuz hale gelişimizi düşündüğümüzde, aradaki farkı en yakından görmemiz mümkün olacaktır. Dökülen saçlarımız, kaybolan gücümüz, bükülen belimiz, tutmayan ellerimiz ve yürümekte güçlük çektiğimiz ayaklarımız aracısız anlatacaktır neler olduğunu.

Hala anlamıyor kendimize çekidüzen vermiyorsak, “kırkında sonra azanı teneşir paklar” sözü bizim için hak olur. Sonuçta herkes hesabı Allah’a verecektir.

Bütün gayemiz, iman eden, salih amel işleyen, nefsimize ve neslimize hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olmaktır. Nihai olarak işlerin sonu Allah’a varacak.

O da dilerse bağışlayacak, dilerse azab edecektir. Kul olarak bütün temennimiz, onun merhametine sığınarak af ve mağfiretine mazhar olabilmektir!.. Bu konuda Rabbimizin şu müjdesi gönüllerimizi ümitle doldurmaktadır: “İman edip salih amel işleyenlerin, namazı kılıp zekâtı verenlerin Rableri katında mükâfatları vardır.

Onlar için korku yoktur ve üzülecek de değillerdir.” (Bakara 2/277) “Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse, elbette Rableri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.” (Bakara 2/62; Maide 5/69) -

iktibasdergisi.