İmparatorluğu Rusya’yla mı, Çin’le mi kursak?

Kenan Alpay

VAN 18.08.2018 10:10:18 0
İmparatorluğu Rusya’yla mı, Çin’le mi kursak?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Vallahi ben TRT Haber’de dinledim, en popüler Başdanışman’ın yalancısıyım: Rusya-Türkiye ilişkileri Japonya’ya kadar uzanacak şekilde yeniden yazılıyormuş meğer. Üstelik ülke ve toplum olarak (Kurtuluş Savaşı dâhil) 200 yıldır kurtuluşa, emperyalizmi yenmeye hiç bu kadar yakın olamamışız. Bu sebeple altın vuruş mesabesinde yeni bir ‘Kızıl Elma’ gururla şöyle ilan ediliyordu: “Türk-Rus İmparatorluğu tezinden asla vazgeçmedim.” Hayal filan deyip kimse hafife almasın çünkü Türk-Rus İmparatorluğu tezi çok sağlam temellere, son derece güçlü stratejik hesaplara dayandırılıyor: “ABD’den gelen patlamış mısır inşallah geri döner.

Yüz yıl öncesinde olduğu gibi Kafkasya ve Balkanlar üzerinden yakıp yıkarak Anadolu’yu dört bir koldan istila için fırsat kollayan Rusya hesabına serdedilen bu görüşler, hayreti mucip bir şekilde, en aşırı Polyannacı savunma mekanizmasına dahi nal toplatacak süratte nasıl ilerliyor? Amerika’nın işgal, darbe ve ambargo politikalarına yoğunlaşıp Rusya’nın dünden bugüne devam eden işgal ve katliam politikalarını görmezden gelerek sağlıklı bir çıkış yolu bulunabilmesi mümkün değil. Amerika’ya karşı duyulan haklı öfke ve tepkiler, basit hamasi söylemler eşliğinde Rusya’nın icra ettiği en acı yıkımları görünmez kılmak üzere seferber edilmemeli. Unutmayalım ki Amerika kadar Rusya da PKK-PYD’yi destekledi, destekliyor. Daha önemlisi bütün bir bölgeyi terörize eden Esed-Baas cuntasını ayakta tutmak için İran’la beraber okul, hastane, kreş ve mescidlerden başlamak üzere Suriye’nin tüm şehirlerini bombardıman ediyor hâlâ. Muhalif gazeteci, sermayedar ve siyasetçilere dünyanın dört bir tarafında düzenlediği suikastlarla anılan emperyalist bir devletten bahsediyoruz nihayetinde. 

NATO’yla, ABD ve AB’yle ilişkilerin son derece sıkıntılı dönemlerden geçtiği bir vasatta yeni ittifak zeminleri, yeni müttefik arayışları ne garip ne de ayıp sayılır elbette. Ama işi Venezüella Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun verdiği birkaç sempatik mesajdan yola çıkarak “Venezüella-Türkiye pekâlâ, iki devlet bir millet işte” sonucuna bağlayan ahlaksız trollerin fırsatçılığı, amigoluğu düzeysizliğine de düşürmemek icap eder. 

Maduro Candır, Venezüella Canımın İçi

Beyoğlu’nun arka sokaklarında Devrimci Gençlik rolleri keserken PKK’nın Özgür Gündem’ine sıçrayan, oradan kapağı Fethullahçı Cunta’nın Taraf’ına atan ve nihayet Kuzguncuk Yalı Çetesi’yle racon kesen trollerin “Venezüellalılar ve Türkiyeliler Azeriler’den daha fazla yakınlar” üfürükleri hiç de şaşırtıcı gelmiyor insana. Çünkü ne ahlaki ve siyasi anlamda tutarlılık gibi bir kaygıları var ne de uydurdukları yalanlar dolayısıyla kızaracak yüzleri. Türkiye’nin Venezüella veya başka bir devletle şu ya da bu düzeyde işbirliği yapması, anlaşmalar imzalaması, askeri tedbirlerden ticari ortaklıklara değin arayışlara girmesi son derece doğaldır. Doğal olmayan bu arayışları süfli birtakım küçük emeller uğruna yağcılık ve yaltaklanma derecesine çıkarmaktır.

Dini, dili, kültürü, tarihi açıdan neredeyse hiçbir ortak noktası bulunmayan, coğrafi olarak dünyanın en uzak iki ucunda bulunan Türkiye ve Venezüella’yı konjonktürel gerekçelerle tek devlet kılma ütopyasına bir yere kadar hoş görelim diyebiliriz. Ancak dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Venezüella’nın tümden iflas etmiş, % 14 binlik enflasyon oranıyla değil marketlerinden ürün, fırınlarından ekmek dahi alabilmenin imkânsız olduğu gerçeğini nereye saklayacağız? Sosyalist Maduro’nun Venezüella’sında sadece ekonomik düzen değil kamu güvenliği de çökmüş ve suç oranları resmen patlamış durumda. Üç milyona yakın insan komşu Kolombiya’ya kaçmış, milyonlarcası da kaçmak için fırsat kollamakta. Arnavutluk’un Enver Hoca’sından, Yugoslavya’nın Tito’sundan hayaller ithal ederek hayatlarını idame eden bir siyasi çizginin pazarlayabileceği şifa ürünleri olsa olsa bu kalibrede olur zaten. 

Çözüm yolu ve müttefik önerisi borsasına dair herkes eteğindeki taşları dökerken ‘troliçe’nin geri kalması düşünülemez elbette. O da dolar hegemonisinin nasıl sarsılacağına ilişkin Şanghay Altın ve Enerji Borsası’ndan başlayıp Çin Merkez Bankası’ndaki yuan rezervlerinin seviyesine değin pek çok bilgiyi derleyip okurlarıyla paylaşmış. Tuhaf olan şu ki; yazısında baştan sona Çin’in ekonomik ve stratejik açılımlarına dair internetten derlediği bilgileri paylaşan ‘troliçe’ yazının sonunu nasıl bağlamaya çalıştıysa bir anda “mücadelemiz, kazanacağız” gibi sloganlar eşliğinde zafer devşirmeye girişmekte. Efendim kendileri “doğru ata oynamakta” pek ısrarlılarmış. Ailesiyle birlikte Fetullahçı Cuntanın hizmetine amade olduğu günlerde Troçkist DSİP’in etkinliklerinde boy göstermek için fırsat kolladığı günlerden Doğu Perinçek ve SonerYalçın ekibiyle yakınlaşmanın bir neticesi olarak Maocu Çin’den çözüm devşirilen günlere evrilmek bunlar için hiç zor olmamış anlaşılan. 

Sorun Arayışta Değil Düzeysizlikte 

Kamuoyu ne düzeyde farkında bilemeyiz ama Hükümet bu ahlaksız troller gibi ahmakça söylem ve reçetelerle oyalanarak iş görmüyor. Dolar kuru atağına karşı Almanya ve Fransa özelinde Avrupa Birliği’yle yapılan görüşmeler geçerli bir çözüm arayışına dair öncelikli istikameti gösterir nitelikteydi. Merkel ve Macron’la gerçekleştirilen temaslar ekonomik ve ticari olduğu kadar siyasi ve güvenlik boyutunu da haiz nitelikte seyrediyor. Avrupa Birliği’nin devreye girdiği zaman dilimi, sınır ihlali suçuyla Edirne’de beş aydan fazla bir zamandır tutuklu bulunan iki Yunan askerinin tahliye edilip özel bir uçakla Selanik’e gönderilmelerine de rastlamaktadır. Aynı saatlerde Büyükada davası dolayısıyla tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı Taner Kılıç’ın da tahliye edildiğini hatırlayalım. Bu süreçte Avrupa Birliği Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani’nin mesajı şöyleydi mesela: “Türkiye’de iki Yunan askeri serbest bırakıldığı için mutluyum. AP için bir endişeydi ve bunu takip ediyordum. İlişkilerin gelişmesi için çok olumlu bir adım olduğuna inanıyorum.

Amerika ise bu süreçte dayatmalarında vaz geçmeyeceğini yine en kaba, en iğrenç üslubuyla beyan ediyordu: “Erdoğan ve Türkiye rahip Brunson’a çok haksız davrandı. Brunson serbest bırakılsa bile vergiler indirilmeyecek.” Kuvvetle muhtemeldir ki Amerika ile Türkiye’nin yolları eskisine oranla daha hızlı ve daha sert bir biçimde ayrışacak, çatışma alanları çoğalacak ve çatışmanın zemini de farklılaşacak. Bu sıkıntılı bir süreci de işaretlediği gibi Türkiye açısından daha onurlu, bağımsız ve kendi misyonuna uygun bir siyasi iddianın gerçekleştirilmesi için fırsat da oluşturacaktır. Ancak bu durum yeniden neo-ittihatçı maceracılığa atılmalıyız anlamına gelmez.  Devşirme tiplerin, ahlaksız trollerin kaybedeceği bir şey yok. Onlar el kesesinden ağalık, milletin çocukları üzerinden kahramanlık pazarlayarak geçiniyorlar. Çünkü mezkûr devşirme ve trollerin ne bir inançları ve ahlaki değerleri var ne de bu toplumda en küçük bir meşruiyetleri. İmparatorluk söylemleri filanla en iğreti bir biçimde popülizm yapılabilir lakin ciddi, gerçekçi ve sürdürülebilir siyaset yapılamaz. Kriz dönemlerinde daha bir öne çıkan imkân ve arayışların böyle ucuzlatılmasına ve üç beş kuruşa harcanmasına hiç ama hiç müsaade edilmese keşke. Sadece Amerika ve Avrupa’yı değil Rusya’yı da Çin’i de bu seviyesizlikte tartışacak durumda değiliz çünkü.


YENİ AKİT