İLAH OLMA SERÜVENİ (!) “Seyri suluk”

HAMDİ AKAN

VAN 24.05.2017 09:33:10 0
İLAH OLMA SERÜVENİ (!) “Seyri suluk”
Tarih: 01.01.0001 00:00
  İspatı mümkün olmayan bilgi kaynakları (keşif ve ilham) ile dilediği şeyi dilediği şekle dönüştürmekle aday şahsın zerre kadar etkilenmedik yerini bırakmazlar. “Evliyalık” ve “Ermişlik” inanışının rabıta ile ilişkisi, Tarikatların temel felsefesini oluşturur. Çünkü şeyhi, müridin kalbine, yüce, masum ve yanılmaz bir kişi, “Himmet”, ”Bereket” ve ”Tasarruf” sahibi bir ”Evliya”, olarak kazıyan araç rabıtadır.
İlah olmaya ilk adım “Seyri suluk” ile başlamaktadır. Tarih boyunca dinlediğimiz hikâyelerin illüzyonu ile önce kendi Rabbimizi (şeyh) seçmek gibi zor ama Cahilin cesareti, çevrenin övgüsü ile bir tercih; Menkıbe kitaplarının yardımı çevrede bize takılan gayretli Müritlerin yönlendirmesi ile yapılır.
Bir dizi merasimden sonra (şeyhin Peygambere arz ettiği talip kabul edilir)(!) Sözde yüce ruhlu şeyh keskin bir sezgi sahibidir. Olağan üstü gizemlerin sahibidir. Evliyadır, Ermiştir.Allah dostudur.!
Peşin ve ön kabuller dogmatizmin tavan yapması ile etki altında bıraktığı acemi talip, bundan sonra verilen dersleri harfiyen uygulamak durumundadır. Aksi halde yol alamaz ! ” Seyr-u Süluk”, ”Mücahede”, ”Çile”, ”Riyazet” derslerinin uzunca sürecek bir çalışmanın sonunda elde edilebileceği gerçeğine inandırılarak mistik egzersizler yaparak sözde, günahlarından arınır ve bir ruh temizliğine kavuşurlar.
Bu süreçte şeyhine karşı gelişen bakış açısı; masum, günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir; Kutsal birer kişiliğe gizli ve gönüllerden geçenleri bilen, duaları geri çevrilmeyen, aynı anda bir kaç yerde bulunabilen, zaman ve mesafelerin onlar için geçersiz olduğu gibi kabuller işlenerek beyinler dondurulup,doldurulur!.
Mitoloji dünyasında bol malzemenin olması, İlah adayının rabıta ve mistik dolduruşlarla reddedemeyeceği akıl almaz bilgilerle teçhiz edilirler.
İspatı mümkün olmayan bilgi kaynakları (keşif ve ilham) ile dilediği şeyi dilediği şekle dönüştürmekle aday şahsın zerre kadar etkilenmedik yerini bırakmazlar. “Evliyalık” ve “Ermişlik” inanışının rabıta ile ilişkisi, Tarikatların temel felsefesini oluşturur. Çünkü şeyhi, müridin kalbine, yüce, masum ve yanılmaz bir kişi, “Himmet”, ”Bereket” ve ”Tasarruf” sahibi bir ”Evliya”, olarak kazıyan araç rabıtadır.
Rabıta; şeyhin suretini zihninde canlandırarak irtibat kurması ve Feyzin bu yolla aktarılması olarak dayatılmış bir mistik eyleme denilmektedir. Bu tür tapınma ile ”Seyr-u Süluk” ibadeti gerçekleştirilmiş olur.
Tabii ki buna Modern putperestlik dediğinizde! O dinin dindarlarınca Aforoz edilirsiniz. Veli, ermiş kişi Allah’ın en has dostudur!. Kim ve kimliğinizin sorgulanması ile zararlı sayılır, çevreden dışlanırsınız.
Belli aşamadan sonra artık zihinsel işgal gerçekleşmiştir. Ona verilen bilgiler sorulmadan sorgulanmadan kabullenilir.
Aklın izanın İslam’ın zıddına ne kadar bilgi ve eylem varsa doldurulan kafa iflah olmaz imar, tamir edilmez bir bozgun yaşamaya başlamıştır. Allah kitap peygamber gibi kelimelerin içi bulundukları disiplinde ne ile nasıl doldurulmuş ise o şekilde inanmak zorunda bırakılır.
Bilindiği gibi sufi ekollerin kendilerine çağırdığı insanları bu ve benzer eğitimle öğüterek icat ettikleri devşirme dine çağırdıkları bilinen bir gerçektir. Tevhid dini olan İslam’a paralel uydurulmuş insan kaynaklı din olarak.  (tasavvuf ve tarikatlar) Esasta; İslam’ın motiflerini kullanmak zorundadırlar. Taraftarlarını cahil halk kitlelerinden seçmekle daha çok kalabalık olmayı itaat kültürünü ilim irfan bilmez okumaz yazmaz düşünmez topluluklarda yaşatmak yerleştirmek sanki daha kolaydır. Bu kelimeden olarak Tasavvuf ve tarikatlar Taşralı veya kırsal kesim dinleridir. Medeniyetin olduğu şehirlerde etkin olamamışlardır. Ne yazık ki günümüzde şehirlerin de onlarca işgal edilmiş olması ve hatta Siyasal etkileri de ilave edildiğinde nerelere geldiklerini görmek ve buna göre de durum tespitinde bulunmak gerekli olmaktadır.
Yeniden yazının başlığına dönecek olursak. Neden Tasavvufta  ilah olma serüveni? Bu disiplinin temel referansı yani akidesi fikirlerini üzerine bina ettiği temel kaide Vahdeti Vucudtur.
Vahdet-i Vücûd (varlık birliği); tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunan görüştür.
Halbuki Muhalefetün lil-havâdis: Allah`ın, sonradan vücut bulan varlıklara benzememesi demektir. Allah Teâlâ ne zatında, ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzemez.
Biz Allah`ı nasıl düşünürsek düşünelim, O, hatır ve hayalimize gelenlerin hepsinden başkadır. Çünkü hatıra gelenlerin hepsi hâdis, yani, sonradan yaratılmış, yok iken var edilmiş şeylerdir.
Allah Teâlâ ise, vücudu vacip, kadim ve baki, her şeyden müstağni, her türlü noksandan uzak, bütün kemâl sıfatlara sahip olan İlâhî ve mukaddes bir zattır. Şüphe yok ki, böyle yüce bir Zat, önce yok iken sonra var olan, bilâhare tekrar zeval bulan varlıklara benzemez, benzetilemez.
Nitekim Cenabı Hak kendi zatını Kur`ân-ı Kerîm`de:  “Onun “Hak Teâlâ`nın) benzeri yoktur. O, her şey`i işitici ve görücüdür” (Şûra 11) sözleriyle tavsif etmiştir. Yine ihlâs suresinde; 1- De ki; O Allah bir tektir. 2- Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir).3- Doğurmadı ve doğurulmadı 4- O ‘na bir denk de olmadı.
Peygamber Efendimiz de (as) bu manayı teyiden: “Her ne ki senin aklına geliyor, işte Allah Teâlâ onun gayrısıdır” buyurmuştur.
ALEVİ, SÜNNİ, NAKŞIBENDİ, NURSİ, MEVLEVİ,, kim olursa olsun.. hangi topluluktan olursa olsun.. kim ki vahdet-i Vücut inancına iman etmiştir.. Tevhide düşman olmuştur ve Şirk`e düşmüştür.
Hulûl şirki Birleşme anlamına gelen ittihat sözcüğü ile de dile getirilen hulûl inancı (Allah’ın -hâşâ!- kulda çözülmesi), tasavvufa sonraları İran ve Hıristiyan kültürleri ile yeni Plâtoncu felsefenin de etkileriyle ve özellikle şii tarikatlar kanalıyla girdi. Aşırı Şiiler, Allah’ın önce Ali (r.a.)’a sonra da imamlara ve öteki Şia ulularına hulûl ettiğini öne sürerler.
Bu akımın önemli temsilcilerinden olan (Ben İlâhım) sözünden dolayı idam edilen Hallac-ı Mansûr, tutkularına hakim olarak nefsini eğiten kimsenin insani niteliklerden sıyrılarak arınıp saflaşacağını böylece Allah’ın o kula hulül edeceğini savunur. İşte bu noktada yeni bir kavram devreye girer. İlah olabilecek niteliklere ulaşan insana İse; İnsanı Kamil denir.(!)
Buna göre İnsan kemal noktasına ulaştığında “Halik, mahlûk, halık” yok aslında birbirinden farkı dedikleri son aşamaya gelerek İLAH olmaktadır. Veya temel düşünceyi içselleştirmiş kendisini ilah görebilecek hezeyana ulaşmıştır.
Yaygınlaşan ve geniş bir yandaş kitlesince benimsenen bu düşünceler İbn-i Arâbi’nin sistematize ederek hararetle savunduğu Vahdeti Vücut adı verilen tasavvuf akımının kökleşmesine yol açmıştır.
“Bu inançla; İnsan ve Allah’ın bir bütün(!) olarak değerlendirildiği, Allah’ın -hâşâ!- kulunda çözüleceği böylece aynı vasıflarla muttasıf olabileceği öne sürülmüştür ki, bu da maalesef birçok tarikat tarafından öğretile gelmiştir.
(Bkz. Vahdeti Vucud/ Aliyü’l-Kari,B.Larousse 11/54I7).
Bilinen bir gerçeği yeniden hatırlatmak gerekirse; İslam inancı, akaidi imanın temel referansları şek ve şüpheden uzak olan Kuranın dışına taşırılamaz. İmanın zanna tahammülü yoktur. Zan ise iman söz konusu olduğunda hiçbir bilgi ve kesinlik değeri yoktur.
Küfür İslam’dan öcünü Tasavvuf eli ile almıştır. Diyen  Ercümend Özkan’ı Bu vesile ile rahmetle anıyoruz.
Vesselam..