İki mesele: Ergenekon ve cemaat

ALİ BAYRAMOĞLU

VAN 30.07.2014 10:03:42 0
İki mesele: Ergenekon ve cemaat
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Türkiye 10 yıldır yapısal reformlarla, yargısal süreçlerle, idari reflekslerle kendisini temizlemeye çalışıyor. Karanlık bir geleneği, vesayet düzenini tasfiye etmeye uğraşıyor.

Ancak bir 'temizlik yorgunluğu' yaşandığı da tüm çıplaklığıyla ortada.

Usulüne göre yapılmayan, içinde farklı iktidar kavgalarını barındıran, devletin içinde farklı bir merkeze dayanan hiyerarşiler üreten, yeni hukuk ve hak ihlallerine yol açan, hatta darbecilerden demokrasi kahramanı üretme ihtimali barındıran 'temizlik süreci' hem zaman zaman meşruiyet ve inandırıcılık sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor, hem ana hedeften çıkıp yan yollara saptı.

Geçtiğimiz günlerde başlayan emniyetteki paralel yapı operasyonunun arkasında yatan gerçek budur. Bu açıdan mesele sadece siyasi iktidara karşı darbe girişi değildir, sistem içinde oluşan özerk ve kural dışı bir alandır.

Şu açık: Bu alanın aktörleri askeri vesayete yönelik temizlik çabasında önemli bir rol oynadılar.

Hukuk içinde kaldıkları anlar ve süreçte diğer bir kirliliğin varlığına işaret ettiler ve üzerine gittiler. Ancak hukuk sınırlarını aşıp, başka bir hesap için faaliyet göstermeye başladıkları anda ve bu temizlik çabasını kullanıp, kirlettikleri noktada başka bir dev sorun ürettiler.

Karmaşık bir durum yok:

Bugün, temizlik davalarının istismarından mağdur olan sanıklar ve mağduriyet üreten durumlar dışında, iki kara odakla karşı karşıyayız. İlki Ergenekon dokusu, ikinci paralel dokudur. Bu iki kara nokta birbirlerini götürmezler, birinin karanlığı diğerini ak kılmaz. Yılmazer'in tutuklanması Veli Küçük'ü aklamaz örneğin. Ya da tersi Ergenekon davasının doğru ayakları Yılmazer'in eğri ayaklarını ortadan kaldırmaz.

Kimilerinin bu, iç içe girmişliği anlamakta zorlandığını, iki bilinmeyenli denklem ötesinde kafalarının karıştıklarını görüyoruz, ama gerçekler değişmiyor.

Örneğin Veli Kücük'leri tutuklatan Yılmazer ekibi, bir ara Ferhat Kentel, Mesut Yeğen gibi isimleri de KCK davasından tutuklatmak üzereydi. Bugün cemaati olumlayan, son tutuklamaları hükümetin yolsuzluk operasyonuna cevabı olarak gören kimi köşe yazarları da aynı durumla karşı karşıyaydı. Brüksel'deki Kürt Kurultay'larına katılımları uçak biletleri, otel faturalarıyla suç deliline dönüştürülüyor, Güneydoğu'da kurdukları her temas raporlanıyor. takip ediliyordu. Adli soruşturmalara dahil edilmelerine ramak kalmıştı.

Bunların arkasındaki tek gerekçe ise Okyanus ötesinin aşağıya verdiği 'Kürt politikası perspektifi'ydi.

Bu süreci durduran ise iktidar kavgası oldu.

Doğrusal düşünce alışkanlıklarının, örneğin hem Ergenekon'un hem paralel yapının, hem yolsuzlukların hem darbe girişimlerinin aynı anda varolabilecek belalar olduğunu anlayamama halinin yarattığı körlük ne vahim!

2102 Ocak ayında MİT krizinden 1 ay kadar önce 'Neden Otoriterleşiyoruz' başlıklı bu köşede yayınlanan yazımda hükümet politikaları ve tarzı yanında temel bir otoriterleşme nedeni olarak şu unsura işaret etmiştim:

'Git gide otonom hale gelen bir emniyet-adliye dokusu ve işleyişi'...

Sorunu ise şöyle tarif etmiştim:

'Bu dokunun önemi siyasi karar mekanizmasıyla yarışan bir işleyiş üretmiş olmasından kaynaklanıyor. Nitekim Ergenekon, KCK ve asker meselesinde tüm adli soruşturmalar genel ve sistematik takip yetkisine sahip 'polis istihbarat birimleri' merkezli yürütülüyor. Aylarca süren takip ve soruşturmalarda, savcılar 'yönlendirici ve denetleyici' değil, 'onaylayıcı ve meşrulaştırıcı' bir işlev görüyor. Mahkeme heyetleri önlerine gelen dosyalar itibariyle onları izliyor. Bu durumda bu yapı sadece suç takibi değil, suç alanı ve 'politikaların üretilmesi ve yürütülmesi'ne soyunuyor. Buna imkân veren de emniyetin genel takip ve yönlendirme yetkisiyle, uygulama adı altında 'kapsam tanımı' yapma araçlarına sahip bulunmasıdır.'

Bu tabloyu hala görmeyenler var, hala hükümete çıkacak fatura hafifler diye düşünenler, hala tek bilinmeyenli denklem düzeyini aşamayanlar var ya, inanılır gibi değil......