İFRAT BATAKLIĞI TEFRİK ÇİFTLİĞİ

Türk toplumundaki din anlayışında mevcut problemler derken öncelikle birtakım “yüce kişilere” atfedilen insanüstü payeleri düşünmek durumundayız. İslam Peygamberi, kendisini “kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının oğlu” diye tan

VAN 23.08.2016 10:19:44 0
İFRAT BATAKLIĞI TEFRİK ÇİFTLİĞİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
Karar/ İbrahim Kiras
Fetullahçılık gibi bir yapının oluşumunda ve toplumda taraftar bulabilmesinde bir dizi sosyal ve politik problemin payı var. Örneğin, uzun süre devlet yönetiminde egemen olan “dışlayıcı” laiklik anlayışının bu husustaki günahını yıllardır yazıp çiziyoruz. Ancak sosyal ve siyasi problemlerin haricinde böylesi bir yapının vücut bulabilmesini mümkün kılan başka bir faktör daha var: Toplumumuzdaki din anlayışının bazı problemli yanları…
Türk toplumundaki din anlayışında mevcut problemler derken öncelikle birtakım “yüce kişilere” atfedilen insanüstü payeleri düşünmek durumundayız. İslam Peygamberi, kendisini “kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının oğlu” diye tanımlayan ve insanüstü hiçbir vasfının olmadığını daima vurgulayan bir kişiydi. İslam imanının özünü de Hz. Peygamber’in kulluk özelliğinin kabulü oluşturur. Mümin olduğumuzu tasdik ve beyan için söylememiz gereken “şehadet” (tanıklık) cümlesinde Allah’tan başka bir ilah kabul etmediğimizi ve Hz. Muhammed’i onun kulu ve elçisi olarak tanıdığımızı ifade ederiz.
Gerek Kuran’da gerekse sahih kabul edilen rivayetlerde Peygamberimiz mucizeler gösteren insanüstü bir kişilik olarak gösterilmez. Sünni geleneğe göre bizim Peygamberimize mucize olarak Kur’an verilmiştir. Ancak sonraki asırlarda popüler tasavvuf yorumları bir yanda, “İsrailiyat”tan beslenen bazı mesihçi eğilimler öbür yanda, bu anlayışı terk edip Peygamberimize çok sayıda olağanüstülükler ve mucizeler atfederek “insanüstü bir peygamber” profili oluşturmaya yönelen yapılar oluştu. (Müslüman zihinlerdeki peygamber tasavvurunun nasıl dönüşüm geçirdiği konusunda çağımızın en büyük İslam âlimlerinden Prof. Mehmed Said Hatipoğlu’nun eserlerine bakılabilir.)
Buna ilaveten, Hz. Peygamber’in vefatının ardından İslam toplumunun yöneticisi olarak Hz Ali’yi görmek isteyenlerin siyasi yaklaşımından doğan Şia inancı belirli bir soya mensubiyetin insanlar arasında üstünlük kaynağı olabileceği şeklinde bir sapmanın doğmasına yardımcı oldu. Yahudi ve Hristiyanlardaki Davut Ailesi’nin kutsallığı inanışı sanki İslamî bir kisveye bürünmüştü.
Netice itibarıyla “kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının oğlu” olan Peygamberimiz bazı zihinlerde neredeyse insanüstü bir varlığa dönüştü. Ama açılan bu yolda birtakım şeyhler, imamlar vs. Peygamber’den bile daha fazla olağanüstülüklerle donanmış mistik kimliklere büründüler. Bir maneviyat eğitimi, nefis terbiyesi, derin tefekkür yolu olan tasavvuf kültürü zamanla yozlaşıp akıldışı hurafelere inanma ve adeta tanrılaştırılmış tarikat şeyhlerine sorgusuz itaat ve bağlanma anlamına gelir oldu.
İşte bugünkü bazı problemlerin kaynağında yer aldığını düşündüğümüz “din anlayışımızdaki arızalar”ın en önemlisi böyle ortaya çıktı. İnsanüstü vasıflara sahip ve ağızlarından çıkan söz sorgulanamaz olan “din büyükleri” anlayışı…  Dinin esaslarını bizzat Hz. Peygamber’den öğrenmiş olan insanların kendi oylarıyla “Resulullahın halifesi” olarak seçtikleri Müminlerin Emiri’ne “Gerekirse seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diyebildikleri devirlerde mevcut olmayan bir anlayış…
Esas olarak maneviyat eğitimcileri olan mutasavvıflara ve elbette din âlimlerine gösterilmesi kültürümüzün gereği olan saygı ve muhabbetin ötesinde oluşan sorgusuz itaat ve körü körüne bağlılık dini anlamda sağlıksız bir anlayışa ve giderek “kişi kültü” diyebileceğimiz bir inanışa dönüştü.
Böyle bir inanç atmosferinin Fetullahçılık gibi hastalıklı bir yapının teşekkülünü mümkün kıldığını söylemek afaki bir hüküm olmasa gerek.
Geçen haftaki yazıda da dile getirdim, bu konuyu en başta ilahiyatçılarımızın korkmadan, çekinmeden ele alıp tartışması lazım. Bu minvalde görevlerini bihakkın yerine getiren hocalarımız var. Mesela bizim gazetede Prof. Ali Bardakoğlu, Prof. Mustafa Çağrıcı, Prof. Mustafa Öztürk konuyu yetkiyle ele alan yazılar neşrettiler. Ne var ki Gülen’in vazettiği din tasavvuruna ve bilhassa fıkıh anlayışına ilahiyatçılarımızın çoğunun itirazı olmadığı vakıa. Tıpkı istediği zaman Hz. Peygamber’le görüşebilmesi gibi fevkaladelik iddialarına tasavvuf camiasında bir itirazın söz konusu olmadığı gibi…
Haddizatında biz IŞİD ve el Kaide gibi yapıları da varlıklarını mümkün kılan zihniyet ikliminden bağımsız şekilde ve sadece “aşırılık” adı altında eleştiriyoruz. Din anlayışları yanlış değil, uygulamaları aşırı…
Vücudumuzda bir rahatsızlık olduğunu kabul etmiyoruz. Onun için tedavi olmak yerine bu hastalığın semptomlarıyla uğraşmayı tercih ediyoruz. Öksürüğü kesmek için ıhlamur kaynatıyoruz, ağrılardan kurtulmak için nane-limon çayı içiyoruz.
***
Hamiş: Fetullahçılığı üreten ifrat bataklığının karşı sahilinde IŞİD, el Kaide gibi örgütlere asker yetiştiren tefrit çiftliği var. Bir sonraki yazıda oraya değinelim.