İBRAHİM (as)’IN DUASI

HÜSEYİN BÜLBÜL

VAN 5.09.2014 09:14:07 0
İBRAHİM (as)’IN DUASI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
Müminlerin dualarına gelince, bunun Kur’an’da hem peygamberlerin diliyle, hem de bizzat Allah’ın teşvikiyle onlarca örneği vardır. Her namazda okuduğumuz “Fatiha” suresi baştan sona hamd ve duadır. Dua bütün ibadetlerin ruhudur. Yaratılanın Yaratanına yakarışıdır.   Müslümanların geçmiş, gelecek ve hayatta olanlara karşı dua etme konusu gündeme geldiği zaman, İbrahim suresinin 41. Ayeti gündeme getirilerek, “herkes için dua edilebilir” anlayışına kapılıp konu yanlış bir zemine kaydırılmaktadır.  Her olayın önü ve sonu olduğu gibi bu ayetin anlattığı olayın da öncesi ve sonrası vardır. Hz. İbrahim (a.s)’ın gerçekleştirdiği tevhit mücadelesinin sadece bir kesitini, bir anını alarak konu hakkında hüküm vermek doğru olmayacağı gibi, böyle bir yöntemle hareket etmekte, bizleri doğruya ulaş­tırmaz. Kur’an’a vakıf olan bir Müslüman hiçbir konuda böyle bir yöntemle hareket etmez.

 Bir konudaki tüm verileri toplayarak değerlendirir ve ulaştığı neticeyi paylaşır. Her konuda tam isabet olmayabilir. Amaç doğrularımızı ulaşabildiklerimize iletmek; yanlışlarımızı da okuyucumuzun ferasetinden istifade ederek düzeltmektir. Başka bir amaç taşımaktan Allaha sığınırız!.. Olay şöyle başlıyor: İbrahim, “Babacığım! Bana tabi ol ki seni doğru yola ulaştırayım.”(Meryem 19/43) “Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviri­yorsun! Eğer vazgeçmezsen, yemin olsun ki seni taşla­rım. Uzun süre benden uzaklaş git.”(Meryam 19/46) (İbrahim) “Selam sana, dedi senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Doğrusu O, bana çok lütufkârdır. Sizden de Allah’tan başka yalvardıklarınızdan da ayrılı­yor, yalnız Rabbime yalvarıyorum. Umarım ki Rabbime yalvarmakla bahtsız olmam.”(Meryem 19/47-48) Hz. İbrahim, babasının ve kavminin üzerinde bulun­dukları dini ve inanışları yargıladıktan sonra, sözü kendi inancına getirerek şöyle devam ediyor; “Siz ve eski atalarınız” Onlar benim düşmanımdır. Yalnız Âlemlerin Rabbi (benim dostumdur) beni yara­tan, yol gösteren yediren, içiren, şifa veren, öldüren ve dirilten, ceza günü hatamı bağışlayacağını umduğumda O’dur.”(Şuara 26/76-82) “Rabbim bana hüküm/hikmet ver ve beni salihler arasına kat. Sonra gelenler arasında benim hayır ile anılmamı sağla. Beni nimet cennetinin varislerinden yap. Babamı da bağışla çünkü o sapıklardandır. Yeniden dirilme gününde beni mahzun etme.

Çünkü O gün selim bir kalp ile gelmenin dışında mal ve evladın hiçbir faydası olmayacaktır” (Şuara 26/83-89). “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duamı kabul et!. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı ve inananları bağışla.”(İbrahim 14/40-41) İbrahim (a.s)’a ait olan bu duaların bütünü henüz babası hayatta olduğu ve onun için dua edeceğine söz verdiğinden dolayı yaptığını Kur’an şöyle anlatıyor. “Akraba bile olsalar, cehennem ehlinden oldukları belli olduktan sonra müşrikler için mağfiret dilemek ne peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iştir.”İbrahim’in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi.
Fakat onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzak durdu. Gerçekten İbrahim çok içli ve yumuşak huylu idi.”(Tevbe 9/113-114) Allah, kitabını insanlara çelişkisiz bir kitap olarak takdim ediyor. Onda şüphenin olmadığını, insanlar için doğruyu gösteren bir kitap olduğunu, (Bakara 2/2),  anlamamız için açık bir Arapçayla gönderdiğini (Yusuf 12/2),   ve onu öğüt olsun diye kolaylaştırdığını (Kamer 54/17-22-32-40) bildiriyor. Bu cümleden olarak, İbrahim suresi 41. ayetinde bahsi geçen inanmayan bir baba için yapılan duanın ne anlama geleceğini Tevbe suresinin 113. ve 114. ayetlerinde açıklığa kavuşturarak olayı çözüyor. Müminlerin dualarına gelince, bunun Kur’an’da hem peygamberlerin diliyle, hem de bizzat Allah’ın teşvikiyle onlarca örneği vardır. Her namazda okuduğumuz “Fatiha” suresi baştan sona hamd ve duadır. Dua bütün ibadetlerin ruhudur.
Yaratılanın Yaratanına yakarışıdır. “(Ey Muhammed) De ki; Dualarınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? Ey inkârcılar yalanladığınız için azap yakanızı bırakmayacaktır.”(Furkan 25/77) “Rabbiniz buyurdu ki; Bana dua edin size icabet edeyim doğrusu bana ibadet etmekten kibirlenenler cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.” (Mümin 40/60) “(Ey Muhammed) kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim. Onlar da benim çağrıma uysunlar bana inansınlar. Böylece doğru yolu bulurlar.”(Bakara 2/186) Bu anlamda dua kul ile Allah arasında olması gere­ken ilişkinin sürdürülmesidir. Kul ömür boyu Rabbine yönelir. O’ndan ister O’na sığınır, O’ndan bağışlanma dileğinde bulunur. Bunun olmadığını söylemek mümkün değildir.
Rabbine yönelmeyen, istemeyen, sığınmayan kul olmayacağı gibi; kullarından habersiz bir Allah da düşünülemez. Ancak yapılacak duanın İlahi iradeye uygun olması gereklidir. Uygunsuz yapılan duaların kabul olmadığını daha önce ifade etmiştik (Tevbe 9/113-114). “Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara 2/153) “Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Bu (Allah’a) derinden saygı duyanların dışındakilere ağır gelir.”(Bakara 2/45) İnananlar kendileri için iyi ve güzel olanı temenni ettikleri gibi bütün insanlar için de iman etmeleri, hakka teslim olmaları için dua ederken iman etmeyenler için bağışlamasını asla talep etmezler.  İbrahim (a.s)’ın duası ve benzerleri bunu içerdiği gibi melekler de inananlar için aynı temennide bulunurlar. “Arşı yüklenenler ve çevresinde bulunanlar, Rabbini övgü ile yüceltirler.

O’na inanırlar, onlar inananlar için bağışlanma dilerler. Rabbimiz, ilmin ve rahmetin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla. Onları cehennemin azabından koru…”(Mümin 40/79) Dikkat edilirse meleklerin temennisi de inananların temennisi de aynı noktada birleşmektedir. “Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla”. Bağışlanabilecekler için “Tevbe edip Allah’ın yoluna uyan kimseler olmaları şartı var”. Bu özelliğe sahip olanlar için bağışlanma istenirken, istenenler için isteyenlerin sadece güzel bir temennisidir. Hiç kimse “ben iste­dim, Allah affetmeye mecburdur” gibi bir iddiada bulu­namaz.

Biz isteriz ama Allah dilerse bağışlar dilerse azap eder. Her şeyi bilen o’dur. Hiç kimsenin O’nun üzerinde yaptırım gücü yoktur. Melekler dualarının deva­mında: “Rabbimiz! İnananları ve onların babalarından, eşle­rinden, soylarından, iyi olanları, kendilerine söz verdiğin devamlı mutluluk cennetine koy. Şüphesiz güçlü olan bilge olan ancak sensin.”(Mümin 40/9) Bunların hepsi kulun temennisi olarak görülmezse şu İlahi ifadelerin ne anlama geldiği izah edilemezdi: “Kim zerre kadar hayır işlerse karşılığını görür. Kim zerre kadar şer işlerse karşılığını görür.”(Zilzal 99/78) “Her nefis yaptığına karşılık (Allah katında) rehin alınmıştır”(Müddessir 74/38). “Şüphesiz insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur”( Necm 53/38-39). “(Ey Muhammed) münafıkların bağışlanmasını ister dile ister dileme. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen bile, Allah onları bağışlamayacaktır…”(Tevbe 9/80). Burada vurgulanan şeyin bağışlanmayı öncelikle kişinin kendisinin hak etmesidir.

Bütün bu güzel dua ve temenniler, bağışlanmayı hak edenler içindir. Kişi hayatta iken tevbe edecek bağışlanma dileyecek. İnsanlarla varsa alıp verecek hesabı, denklemeye çalışarak kendisini buna hazırla­yacaktır. Hatırlayın Peygamberimiz hayatının son günlerinde ümmetinin karşısına çıkarak bu gerçeği tecessüm ettirmişti. Hastalığı biraz hafifleyince duş alıp mescitte minbere çıkarak, arkadaşlarına şöyle seslenmişti: “Hesap günü geldiğinde dünyada ne yapmışsak hepsinden sorulacağız. O gün zorlu bir gündür; hak sahiplerine vermek için yanımızda hiçbir şeyimiz de olmayacak. Onun için sizlerle burada haklaşmak daha kolaydır. Kimin malını haksız yere almışsam işte malım gelsin alsın. Kimin sırtına vurmuş incitmişsem işte sırtım gelsin vursun…”  buyurmuştu. Böyle bir konuyla ilgisi olmayan, Hayatı boş geçirmiş, bir gün kitabını eline alıp okuma zahmetine katlanmamış bir kimsenin, eline almadığı Kur’an’ı, her gün kabri başında okutsan, neyi düzeltebilirsin? Bütün insanlar onun için bağışlanma dileseler de ne anlamı olacaktır?

Kendi yükünü taşımayanın yükünü kimse taşımaz. Kendini düşünmeyeni kimseler düşünmez. Bu nedenle Rabbimiz: “Ey iman edenler! Allah’dan korkun her nefis yarın için ne gönderdiğine baksın”… (Haşr 59/18) buyuruyor da; “ yarın kendisi için ne geleceğine baksın” demiyor düşünülmesi gerekmez mi? Sizin kendiniz için yapmadığınızı kimse sizin için yapmaz. Yapsa da bir anlamı olmaz. Çünkü hayatta iken Allah sizin yapmanızı istemişti. “Ey iman edenler! Alışverişin dostluğun, şefaatin olmayacağı bir günün gelmesinden önce, sizi, rızıklandırdığımızdan hayra sarf edin. ‘İnkâr edenler zalimlerdir.

”(Bakara 2/254) “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmanız gereki­yorsa öylece korkun, sakın Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin”(Ali İmran 3/102) sözü kulaklarımızda çınlamalıdır. Şimdi bunca ayeti bir kenara bırakarak hayat boyu haytalık etmiş kimseler annemiz, babamız, kardeşlerimiz ve ya yakınlarımız olsa bile; bizler de onlara her gün dua etsek; kendi yaptıklarıyla hak etmediği bir şeyi onlara kazandıramayız. Veya her gün beddua etsek, kazandığı bir hayrı kaybettiremeyiz. Bunun en açık örneği işte İbrahim (as)’ın babası hakkında yapmış olduğu duadır. Müslümanlar olarak hep birbirimiz için hayır dua ederiz; hayır umarız ama hak etmediğimiz bir hayra başkalarının dualarıyla ulaşamayacağımızın da bilincinde olmak zorundayız. Çünkü son tahlilde “İnsan için kendi sa’yinden başkası yoktur” (Necm 53/38) hükmü bizi bağlamaktadır.