Hitabet siyasete yetmez

Ömer Altaş

VAN 31.03.2015 10:45:26 0
Hitabet siyasete yetmez
Tarih: 01.01.0001 00:00
 ‘İslamcılar’, genelde iyi konuşmacı olur.

Dava, tebliğ ve davet kültürü, dindarları zamanla hatip yapar.

İslamcılar arasında iyi yazar daha az çıkar. Hitabet kültürü toplumu doyurur. Geriye kalan şeyler, artık ihtiyaç değildir; edebiyat, şiir, roman, öykü, resim, çizgi, sinema ve diğer sanatsal faaliyetler boş işlerle zaman kaybetme hissi verir.

Bu nedenle, İslam tarihine göz atıldığında, tefsir, siyer, fıkıh gibi İslam ilimleri dışında kalan beşeri ve fenni ilimlere kafa yoran bilginlerin çoğunun, toplumun “göbeğinde” yer almadığı görülür.

Günümüzde İslami yapılar, geleneğin bu baskın karakterinin izini taşır. İslami cemaatlerde “kafası çalışanlar”, bir yolunu bulup çoğunlukla bulundukları, ortamı terk eder. ‘Cemaatçilik’ öncelikle analitik düşünmeyi köreltir. Bu husus, aynı zamanda tüm ideolojik örgütlülüğün de bir gereğidir.

İslamcılar, bir konuyu izah ettiklerinde, o konuyla ilgili her şeyin çözüldüğüne inanırlar. Ortada dişe dokunur bir çözüm olmadığı durumlarda bile, cemaat networkünde “gerçekçi” bir rahatlama oluşur.

Çünkü dini önder bu sonuca kolay ulaşmaz, profesyonel olarak, önce ortamı manevi bir atmosfere çevirir. Bir anda, her yerde münacat sesleri, ayet- hadis tilavetleri yayılır. Ardından bir melek kadar masum, evliya kadar samimi bir üslup ile tane tane, üzerine basa basa, delillerle dolu olarak konuşur. Merhale merhale sonuca ulaşır.

Nokta konulduğunda, söylenmesi gereken her şey söylenmiştir. Kimsenin aklında zerre kadar boşluk kalmaz.

Muhatap, çoğunlukla kendini kötü kalpli görüp, “bir ara nasıl da su-i zan etmişim” diyerek bir süre nefsini kınar.

Düzenli vaaz kültürü, cemaat ve imamlar arasındaki bu döngüyü kusursuz bir ritme sokar.

Hahamlar, rahipler bu nedenle nice probleme rağmen iktidarlarını yürütür. Şia âlimleri, Ayetullahlar, bu nedenle, her soruna rağmen ayakta kalır. Hoca efendiler, bu nedenle, tüm çıkmazlara karşın yapılarını korur.

Uç örnekler, söz konusu realitenin de uç olduğunu göstermez. Bu, Müslümanların yaşadığı her yerde var.

Başkanlık tartışmaları da zihinleri, bu köklere taşıdı.

Başbakan, Haber-Türk Televizyonu’nda başkanlık meselesine ilk kez açıklık getirdi.

Samimi bir üslupla gerçekleşen röportajdan sonra herkes rahatladı. Bunu korumalı.

Ama unutmamalı ki, beliğ ve mufassal bir açıklamanın, tek başına her şeyi izah etmesi beklenemez. Geride kalan; kaybedilen vakitleri, yaşattığı sıkıntıları, ödettiği bedelleri ve ileriki aylarda kendini gösterecek ardıllarıyla ders çıkarılacak kritik bir süreçti.

Seçim öncesi ve sonrasında benzer sıkıntılar yaşanmaması için devrimci özün ve devrimci ıstılahın, net olarak anlaşılması gerekir. Birçok sorunun kaynağı tam da burasıdır. Güçlü Başbakan - güçlü Cumhurbaşkanı vurgusu, bu anlamda inceden sorunlu bir alana işaret ediyor.

Bu makamların hiçbir önemi şu an yok. Kural basit ve net: Bir devrim lideri ölür ya da öldürülürse çaresine bakılır, aksi halde süreci tamamlar.

Burada, temenni değil, devrim hareketlerinin doğası söz konusu.

Bir ailede bireyin aile içindeki yeri bir diğerini sınırlamaz. Baba ya da anne olmak kimseye dokunmaz. Çocuk olmayı hiçbir çocuk yadırgamaz. Önemli olan aileye ait olmaktır, aile bilincidir.

Türkiye’de demokratik, sivil bir devrim gerçekleşmektedir, seçim odaklı düşünüldüğünde bile bu devrimin tabiatına uygun davranmaktan daha sonuç alıcı bir tutum olmayacaktır.

Hükümet, 62. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olarak tarihteki yerini alma meylinden kurtulmalı, devrim bilincine uyumlu bir yolda yürüyüp yürümediğini daima kontrol etmelidir. Kamuoyuna yansıyan “kerhenlik” algısı onarılmalıdır.

Bazı temel bakış açısı farklılıkları nedeniyle, akışın bozulmasından kaynaklanan zaman kaybı, telafi edilemediği gibi, bedelleri de ağır oldu.

Bundan sonra da, “boşluk içeren tutumların” doğuracağı bedellere, kendimizi hazırlamak zorunda kalmayalım.

‘İslamcılar’, genelde iyi hatip olurlar.

Bunun bir de zaaf içeren yüzü var:

Dört başı mamur bir konuşma sonrasında, her şeyin yoluna girdiğini düşünürler!

Oysa her hitap, aslında vicdani bir sorumluluktur.

Sorumluluğa uygun bir eylemlilik içinde olmak hitabın gerçek değerini belirler.