Hıncını dava zannetmek...

Yıldıray Oğur

VAN 4.04.2018 09:35:11 0
Hıncını dava zannetmek...
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Onun henüz kimsenin tanımadığı ilk adı Nomzamo Winifred Zanyiwe Madikizela’ydı. Bütün hayatı, ilk adı olan Nomzamo’nun anlamındaki gibi “zorluklara göğüs gererek” geçecekti.

1936 yılında ikisi de Hristiyan Metodist kilisesine bağlı öğretmenler olan siyahi bir baba ve beyaz bir annenin kızı olan dünyaya geldiği Güney Afrika, Apartheid rejime (1948-19919 henüz geçmemişti. Babası, beyazlara yakın, varlıklı siyahlardan biriydi.

9 yaşındayken hastalıktan kaybettiği annesinin durumundan etkilenerek sağlık çalışanı olmaya karar verdi.

21 yaşında bir hastane çalışanı iken hayatını değiştirecek adamla bir şarküteride tanıştı. O adam; 40 yaşındaki anti-apartheid hareketinin ünlü aktivistlerinden bir avukat olan Nelson Mandela’ydı. Evliydi ve bir çocuğu vardı.

Eşinden boşandı ve 1958 yılında evlendiler. Ama düğün bile yapamadan Mandela “vatana ihanet”ten yargılandığı davanın duruşmasına gitti. Artık herkesin onu tanıyacağı, uğruna ağır bedeller ödeyeceği soyadını almıştı; Winnie Mandela ya da Bayan Mandela.

Bayan Mandela olarak o da bir anda kendini siyasetin ve eylemlerin ortasında buldu. İlk çocuğuna hamileyken hapishaneyle tanıştı. Çocuğunu kaybetme tehlikesi yaşadı. Hapisten çıktıktan sonra çalıştığı hastaneden atıldığını öğrendi. Bu sırada apartheid rejimin bakanlık teklif ettiği babasıyla ipleri kopardı.

Nelson Mandela ve Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) diğer yöneticileri ise vatana ihanetten suçlu bulunmuşlardı. Mandela ve arkadaşları yeraltına çekildiler ama daha sonra yakalandılar. Ve 1964 yılında müebbet hapis cezasına çarptırıldılar.

Bir anda Winnie Mandela dışarıda kalan, hareketin en ünlü yüzü haline gelmişti. 1969 yılında Mandela’nın eşi olmak suçundan o da hapse atıldı, 17 ay kaldığı hapishanede işkence gördü, daha sonraki röportajlarında “Nefretle orada tanıştım” diyecekti.

Nelson Mandela’nın Robben Adası’da geçen 27 yıllık hapishane hayatı boyunca o dışarıda mücadeleye devam etti. Defalarca gözaltına alındı, eşini ziyareti yasaklandı, sürgün edildi. Artık sadece Bayan Mandela değildi, “Ulusun Annesi”, “Winnie Ana” olarak kendisi de hem ülkede hem de dışarıda bir kahraman haline gelmişti.

Robert Kennedy İnsan Hakları ödülünü aldığı yıl, Mandela ile Güney Afrika Apartheid rejimi arasında görüşmeler başlamıştı. Ama Bayan Mandela, bu müzakerelere karşıydı. Yasağı kalkınca siyahi hareketin merkezi Johannesburg’un siyahi gettosu olan yoksul ve öfkeli Soweto’ya geri döndü, üniformasını giydi ve sert bir mücadeleye başladı.

Bu sırada bütün dünyada hakkında soru işaretleri yaratacak konuşmasını yaptı: “Kibrit kutuları, benzin ve taşlardan başka silahımız yok. Hep birlikte elele vererek, kibrit kutularımız ve kolyelerimizle bu ülkeyi özgürleştireceğiz.”

Kolyeden kastı araba lastikleriydi. O yıllarda Güney Afrika’da siyahi örgütler, cezalandıracak beyazların ve hain ilan edilen siyahların başına araba lastiği geçiriyor, üzerlerine benzin dökülerek yakıyorlardı. Bir kaç ay önce insan hakları ödülü almış, dünyanın en çok desteklenen ve haklı bulunan mücadelesinin sözcüsünden bu sözleri duymak herkesi şok etmişti.

Ama bu öfke sözde de kalmadı. 1989 yılında, Mandela United Futbol Klübü adı verilen korumaları, hain olduğu iddiasıyla dört çocuğu kaçırıp, Mandela’nın evinde dövmüş, 14 yaşında çocuklardan biri ölümcül yaralar aldığı için eve doktor çağrılmıştı. Ama çocuk kurtarılamamış, bütün bunlara tanık olan doktor da ertesi gün öldürülmüştü.

Ama o günlerde bütün dünyanın gözü hapisteki Mandela ile Güney Afrika lideri De Klerk arasındaki müzakerelerdeydi.

Ve 11 şubat 1990 günü 27 yıl sonra hapishaneden çıkarken aralarındaki bütün fikri farklılıklara rağmen Mandela çiftini elele tutuşurken, diğer ellerini de yumruk yapıp havaya kaldırırken gösteren anın fotoğrafı geçmişi unutturmuştu.

O, Mandela’nın özgürlüğü için 27 yıl boyunca mücadele eden eşi, ulusun annesiydi.  İlk kabineye de kültür bakanı olarak girdi. Ama 11 ay sonra eşi onu yolsuzluk iddiaları yüzünden görevden almak zorunda kaldı. Eski suçları için Desmond Tutu’nun başkanlığındaki hakikat komisyonunda yargılandı ama hepsinin apartheid rejiminin kendisine iftiraları olduğunu söyledi.

Beyazları hiçbir zaman affetmedi, en küçük tavizde, beyazlardan yükselen itirazda geçmişin geri döndüğü korkusuna kapıldı, barış için tavizler verilmesini, siyahların hakları için yavaş davranılmasını eleştirdi.

Mandela’nın De Klerk’le birlikte Nobel Barış Ödülü’nü almasına da karşı çıktı. Bu tavizsiz pozisyonu ANC içerisindeki popülerliğini artırmış, partinin kadın kanadının başına seçilmişti.

Ama bu fikri farklılık, 27 yılı hapishanede geçen Nelson Mandela ile 38 yıllık evliliğini bitirdi. Mandela’nın hapisten çıkmasından iki yıl sonra ayrıldılar, 1996 yılında da resmen boşandılar.

2010 yılında verdiği ama sonra tepkiler üzerine inkar ettiği bir röportajında artık emekli olan eski eşini, “siyahları yüz üstü bırakmak”la, “geriye vakıftan başka bir miras bırakmamak”la, hatta paragözlülükle suçlamıştı. Ama eşinin cenazesinde de tabutun başında yas kıyafetleri içinde gözyaşı dökmüştü.

Winnie Mandela, önceki gün 82 yaşında hayatını kaybetti.

Herhalde dünyada kimse küçük bir beyaz azınlığın, ev sahibi siyahları yönettiği ırkçı bir rejime karşı onun mücadelesine haksız diyemezdi. Ama onun hikayesi,  mağdurların nasıl zalime dönüşebildiklerinin, haklı bir mücadele veriyor olmanın nasıl bütün hataları ahlaken meşrulaştıran bir kılıfa dönebildiğinin, haklı bir mücadelenin nasıl haksız yöntemlerle kirlenebildiğinin de hikayesi.

Hak mücadelesi veya siyasi dava, sosyal ve sınıfsal bir hınç ve rövanş isteğinden başka bir şey değildi.

Hınç ve rövanş duygusu, siyasi ve ahlaki ilkelere yani id, süper-egoya baskın gelmiş, tarihsel olarak yenmiş bir hakkın geri alınması isteği, tarihsel haklılık iddiası, her türlü uzlaşma, müzakere, siyaset ihtiyacını değersizleştirmişti.

Halbuki daha sonra ortaya çıktı ki o kibritli, benzinli, araba lastikli açıklamasını hapisteyken Nelson Mandela da onaylamıştı. Mandela’nın mücadelesinin tamamı pasifist bir mücadele değildi, uzun yıllar terör yöntemleri kullanmışlardı.

Fakat, barış imkanı belirdiğinde Mandela’nın en büyük mücadelesi başta eşi olmak üzere partisindeki uzlaşmaz, öfkeli kesimlere karşı oldu. Siyasi ve sınıfsal hıncın, rövanş isteğinin, siyasetlerinin ana rotasını belirlemesini engellemeye çalıştı. Çünkü bu duygular üzerine sağlam ve kalıcı bir iktidar kurmak, rıza üretmek mümkün değildi. Bu hislerle Güney Afrika, ilk katılımcı sivil anayasayı yaptı, beyazların da kendilerini ev sahibi hissettikleri bir rejim kuruldu.

Bu yüzden Nelson Mandela küresel bir barış kahramanı haline gelirken, onun 38 yıllık yol ve dava arkadaşı Winnie Mandela kibrit kutulu ve benzinli açıklamasıyla hatırlanacak...