HDP ve Kürtler

Taha Özhan

VAN 18.04.2015 10:50:53 0
HDP ve Kürtler
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Vesayet rejiminin Kürtlere reva gördüğü birçok zulmün yanında, ret ve asimilasyon politikalarının trajik zirvesi, Türkçe sözlüklere yansıyacak kadar müstehzi hale gelen “Kürtlerin, dağ Türk’ü” olduğu tarifiydi. ‘Ret, inkar ve asimilasyon’ üçlüsünü aynı anda hayata geçirmenin de en kestirme yolunu ifade eden bu ‘tarifin’, hakaret ederken yaslandığı zemin, büyük ölçüde ‘Kürtlerin akılsız bir nesne’ olduğu varsayımına dayanıyordu. 

BDP’nin kapatılıp HDP’nin ve DBP’nin kurulmasıyla birlikte, vesayet rejiminin ‘ret, inkar ve asimilasyon’ yaklaşımının ilginç bir siyasal tenasüh ile yeniden arz-ı endam etmeye başladığını görür olduk. Öncelikle, BDP’ye oy verenlerin ne düşündüğünü zerre umursamadan, en tepe elitler nezdinde hayata geçirilen bir siyasi mühendislikle parti kapatılıp, yeni bir isimle HDP olarak seçmenin karşısına çıkıldı. Kürtler için en doğrusunu düşünüp karar verme makamında olduğuna kanaat getirenler, bu yeni partinin ne olacağını ve nasıl bir kimlik edineceğini de çoktan tayin etmişlerdi.

Vesayet rejiminin herkesten fazla ‘Türk ve Türklük’ telaffuz edip, Türklüğün tarihsel muhayyilede oturduğu vasattan olabilecek en büyük sapmayı hayata geçirmesine benzer bir kopuş da PKK geleneği tarafından Kürtler için hayata geçirildi. Bu sapmanın son halkası olan HDP, oy alan bir parti olma halini fazlasıyla aşacak düzeyde ‘yeni bir kimlik’ inşası projesine girişti. Kürtlerin tarih içerisindeki varoluşlarına dair temel dinamiklerin neredeyse tamamıyla kavgalı bir dünyayı, vesayet rejiminin sebep olduğu ağır maliyetlerin oluşturduğu mazeretlerin sağladığı konfora da yaslanarak, Kürtlerin en azından bir kısmının kılavuzu haline getirmeyi başardı. Türkiye’nin yaşadığı normalleşmenin geldiği aşamada, bu yeni kılavuzların Kürtlere sunabileceği tek şey, seküler bir kimlik mühendisliğinden ibaret.

Kürt’ün, bütün bölge halklarıyla ünsiyetini sağlayan ve ortak tarihsel hafızasını muhafaza eden unsurlarına, Batılı bir krizin ve tecrübenin ürünü olan ‘feodalite’ okuması üzerinden kategorik olarak mesafe konularak ‘ret’ edilen vasıfları ile vesayet rejiminin izlediği ‘ret çizgisi’ arasında özünde bir fark bulunmamaktadır. Aynı şekilde, neo-Kemalist bir yaklaşımla nevzuhur bir tarih yazımının da, yıllarca devam eden ‘inkar politikalarından’ fazlaca bir farkı bulunmamaktadır. Kaldı ki, vesayet rejiminin, ilk günden itibaren Türkiye’de hayata geçirmek için kanlı süreçleri bile göze aldığı ‘asimilasyon’ politikalarından Kürtlerin nasibine düşen hissenin yaptığı tahribatın büyüklüğünü ve hızını aratmayacak düzeyde bir asimilasyon, kurgu bir kimlik üzerinden PKK-HDP çizgisi tarafından son otuz yıldır hayata geçiriliyor.

Vesayet rejiminin elinde ‘dağ Türk’üne’ dönüştüğü ölçüde ‘makbul vatandaş’ sınıfına giren Kürtler, PKK çizgisinin elinde ise ‘HDP Kürt’ü’ veya Cihangir ve başka başkentlere payanda olduğu ölçüde ‘makbul Kürt’ olabiliyorlar. 6-8 Ekim vahşeti sırasında ya da Suriye’de KDP ile karşı karşıya geldikleri sahnelerde, makbul bulunmayan unsurlara karşı neler yapabileceklerini en açık bir şekilde sergilemekten de geri durmadılar. Kaldı ki, toplamda hayata geçirilen asimilasyonun tahribatı yanında, bu sıcak çatışma anlarında ortaya çıkan maliyetin boyutu göz ardı bile edilebilir. Çünkü Diyarbakır meydanlarında başörtülü annelerin ellerine tutuşturulan ve ancak İstiklal Caddesi’nde kullanılabilen ‘gökkuşağı sloganları’ yazılı pankartların oluşturduğu asimilasyonun şiddeti, vesayet rejiminin bile yıllarca göze alamadığı bir cürete işaret ediyor.

Bu durumu, 1990’larda askerlerin helikopterlerden bol ayetli ve ‘Anadolu’dan Görünüm’ tadında bildiriler atması gibi, parti vitrininde benzer bir rengi katan isimleri görünür kılmanın kurtarması da mümkün değildir. Aksine Kürtlerin ahlakına ve zekasına hakarettir. Hâsılı kelam, Kürt Memet yine nöbete yazılmıştır. O nöbetini tutarken, tıpkı yıllarca evlatlarını sağ salim teslim edip, şehit olarak alan acılı anaların hüzünlü bir şekilde memleketin ne hale geldiğini izlemeleri gibi, Kürtler de vesayet rejiminden sonra kendilerine musallat olan bu yeni tasallutu sessizce izliyorlar. Ama aynı zamanda derin bir vicdan da, tedrici bir şekilde ‘her şeyi’ sabırla biriktiriyor.