HAKİKAT ARAYIŞ SÜRECİ VE İSLAM COĞRAFYASINDA DURUŞ SORUNLARI

ABDULLAH PAMUK

VAN 30.06.2016 12:36:26 0
HAKİKAT ARAYIŞ SÜRECİ VE İSLAM COĞRAFYASINDA DURUŞ SORUNLARI
Tarih: 01.01.0001 00:00
Bu günkü tabloya baktığımızda, küresel sitemin İslam coğrafyasındaki temel kaygısı ve hesabı kontrolü kendi elinde tutmaktır. Bu gerçek göz ardı edildiğinde gündeme gelen proje ve temel politikalar hatalı okunmaktadır. Netice itibariyle küresel küfür siteminin bu coğrafyayı iki çıkmazdan birine (Ilımlı İslam – Radikal İslam) mahkum etme planları hayat bulmaktadır. Birisi uzlaşı diğeri tekfir ve şiddet esasına dayanan bu iki sapkın yaklaşım sonuçları itibariyle batılın değirmenine kendisine “Müslüman” diyen insanların eliyle su taşıtma projesinden başka bir şey değildir!
Ne yazık ki kendini İslam’a nispet, Müslüman kimliği taşıyan insanların büyük bir kısmı bu kimliklerinin gerektirdiği kişilikten hızla uzaklaşmaktalar…
Belirli bir tecrübeye sahip olanlar, geriye doğru bir okuma yapanlar bu vahim tabloyu görebilirler. “Müslümanların Sorunlu Tarihi”nin bazı dönemlerinde  -öze dönüş-  olarak niteleyeceğimiz hareketler oluşmaya başlamış ancak bunlar ya siyasi iktidarların gadrine uğramış ya da günümüzde örneğine rastladığımız üzere, dönemsel şartların aldatıcılığıyla büyük bir kısmı ana çizgilerinden sapmışlardır.
Değişen dünya ve bölge dengelerinde, eski modelin artık iflas ettiği, yeni modelin ise sözde evrensel(!) Batılı değerlerle İslami değerlerin telif edilmeye özen gösterilerek kurgulanmaya/kurulmaya çalışıldığına şahid olmaktayız.  Söz konusu eksende kendilerini “muhafazakar demokrat” olarak nitelemeye başlayan türedi tipler, toplum üzerinde etkili olmaya devam etmekte hatta bu unsurlar Müslümanların temsilcisi ve yegane çıkış projesinin mimarları gibi lanse edilmekteler. Ve bu anlayışlar ile bahse konu kişilerin –ideolojik- çizgisini doğru bir okumaya tabi tutmak yerine  “reel şartların” gölgesinde konuya yaklaşanlar “sistem içi” mücadele süreçlerinde yaşanan savrulmaları, yozlaşmaları, bireysel ve sistematik boyutlarıyla ele almayıp, bir şark kurnazlığı yapmaktalar. Şöyle ki; İslam’ın bireysel boyutunu ön plana çıkarıp, sistem boyutunu ise gizleyip, yada flulaştırıp kendi hatalı duruşlarını meşrulaştırmaya çalışmaktalar. Halbuki Akif Emre’nin de belirttiği gibi “bir kere dünya sistemine entegre olmaya ve bunun kısa vadeli getirisinin hazzını yaşamaya razı olanların ahlaki ve toplumsal çözülmeden şikayet etmeye hakları olamaz.” Buna rağmen hatalı okumaları ve duruşlarıyla bu şaşkın çevreler, herkesin önünde koşmakta; İslamın geleceği, ümmetin birliği, küresel haçlı ordularıyla savaş, demokrasi, ılımlı laiklik vb. konularda ahkam kesmekteki cüretkarlıklarını giderek arttırmaktalar.
Küresel sistemdeki değişime paralel olarak, 1.Cumhuriyetten 2.Cumhuriyete yani Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye evrilen ve bu değişim sürecini küresel sistemin yeni kavram ve hassasiyetleriyle paralel olarak devam ettiren, Ilımlı Laik Demokrat, Batı sisteminin bir parçası, ve bir NATO üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti, böyle bir sistemdeki ideolojik çizgiye rağmen iddialı bir duruş sergilemekte…(!)
Henüz sisteme entegre olmayan Müslümanlar(!) ise, bu manzaraya <> gözüyle değil kendilerine verilen batıl gözlüklerle bakmakta ve bu ciddi ilkesel/itikadi sorunlarla karşı karşıya olmaktan rahatsızlık bile duymamaktalar.
Oysa her sistemin kendine has bir ideolojisi, bununla uyumlu bir yöntem ve ahlak/etik anlayışı vardır. Ve çok açıktır ki toplumdaki yozlaşma ve savrulmanın esas nedeni sistemin temel nitelikleri ve bunun gerektirdiği eğitim politikalarıdır. Unutmamak gerekir ki sistemlerin üzerine inşaa edildikleri ideolojinin insan fıtratıyla uyumlu olup olmaması da esasta belirleyici bir husustur. Dolayısıyla her sistem bu tür sorunlara kendi mantığı içinde çözüm bulmaya çalışır. Ne var ki bu durum kişiyi, her şeyin sorumlusunun içinde bulunulan sistem olduğu ve dolayısıyla kendi bireysel sorumluluğundan azad olacağı anlayışına götüremez! Çünkü “Müslüman” bir şahsiyet kendi inancının getirdiği değer ve ilkeler çerçevesinde kendi iradesince <>ni her vasatta kesintisiz devam ettirmelidir.
Hakikat arayış sürecinin gereği olarak insan hangi toplumda, hangi şartlarda yaşarsa yaşasın kendi sorumluluğunun farkında olmak durumundadır. Çünkü herkes temel tercihleri ve duruşuyla zamanına şahitlik etmekle sorumludur!  Burada <> ile ilgili bazı hatırlatmalar yapalım ki ne demek istediğimiz daha doğru değerlendirilebilsin:
<>  öncelikle yaşanılan dönemde Hakk’a şahidlik edebilmek, yaratılış gayemizin gereğini yerine getirebilmek için gereken kimliğe ulaşma çabasıdır. Haliyle bu süreç insanın düşüncesinin zamanla netleşmesi ve Yaradan’ın kendisinden beklediği kulluk  bilincine ulaşma mücadelesidir. Unutulmayalım ki bu süreç hayatı ciddiye alan akıl ve irade sahibi her insan için olmazsa olmaz bir yolculuktur. Bu yola çıkan her kuluna Rabbimiz görünür ve görünmez her türlü desteği de sunmaktadır. Kendisiyle doğru yolu bulacağımız bir kitap gönderip o kitabın da nasıl hayata geçirildiğini Peygamberi vasıtasıyla örneklendiren Rabbimiz Kerim olan Kitab’ında da bildirdiği gibi “Doğru yolu göstermek Allah’a” aittir diyerek ve bu işi hiç kimsenin tekeline bırakmamıştır. Bu süreçte kula düşen ise, bu yönde bir arayış içinde olmaktır. Hiç şüphesiz doğru yerde aradığı sürece, arayan aradığını mutlaka bulacaktır…
Bu nedenle Allah biz kullarına akletmeyi, düşünmeyi emredip aynı zamanda ön yargılardan ve tabulardan uzak durmamızı, insani zaaflarımızın farkında olmamızı, toplumun kınamasından değil, Allah’ın sorgusundan çekinmemizi yani güncel ifade ile “mahalle baskısının” hesabını değil,  “hesap gününün” hesabını yapmamızı istemektedir. Kısaca hakikat arayış süreci dediğimiz kavram kuranın ifadesiyle “…sözü dinleyip en güzele uyma…” gayretlerimizin toplamıdır diyebiliriz.
Rabbimiz Kurandaki ve kainattaki ayetleriyle bizlerin ilkesel hakikatlere, temel ölçüte ulaşabileceğimizi öğretip/öğütlemektedir. Ve bu ana kaynağın rehberliğinde kendimizi sorgulamamız ve gerektiğinde düzeltmemiz için vahyin ışığı ile önümüzü aydınlatmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de milyarlarca insanın yaptığı gibi “eski-yeni” “içerden-dışardan” vb. gerekçelerle insan kendini gerçeklere karşı kilitlememeli, yeni ulaştığı doğruları kabul etmeye hazır olmalıdır.
Burada kişinin, karşısına çıkan gelişmelerin veya doğru/faydalı gibi görünen fikir ve fillerin ilkesel mi yoksa dönemsel mi olduğunun farkında olması çok önemlidir. Çünkü Müslüman kimliğe sahip insanların çoğu kendileri ve dinleri için hayırlı ve faydalı gibi gördükleri dönemsel kazanımlar uğruna asla vazgeçmemeleri gereken ilkelerinden zorla değil, gönüllüce taviz verir hale gelmiştir.
Sözünü ettiğimiz ilkesel tutum  olma vasfının olmazsa olmaz şartıyken, dönemsel değişim ve kazanımların aldatıcı ve sürükleyiciliği ise sakınılması gereken bir durumdur.
Son planda insanın <> konusunda bir netliğe ulaşabilmesi için hatalı okumalardan, algı oyunlarından titizlikle uzak durması zorunludur. Duygusal ve tepkisel çıkışlarla gündemin yani dönemsel gelişmelerin peşine takılmaktan kaçınması şarttır. İnancımızın bize yüklediği ve sahiplenmemiz gereken Kuran’daki Resullerin örneklikleri ve kıssalarıyla daima hatırlatılmasına rağmen, başka yol ve yöntem tercihleriyle kısa süreli rahatlamalar elde etmek veya edenlere özenmek en sonunda ana çizgiden/tevhidi duruştan sapmaya yol açacaktır. Tabiri caizse bu cephe kaybedildikten sonra diğer cephelere bayrak dikmenin hiçbir anlamı kalmayacaktır…
“DURUŞ SORUNLARI”
Her şeyin iç içe geçtiği, tarihi kırılma noktalarında insanımızın –ilkesel- değerlendirme yapması, yaparken de her zamankinden daha dikkatli davranması kendi akıbeti için en hayırlı davranıştır. Müslümanım diyenin “Müslümanca” bir tavır takınması Resullerin örneklediği gibi sistemin karşısında/dışında kalarak Tevhidi-Nebevi çizgide durması bu dünya ve ahiret akıbeti için tek belirleyici faktördür. Bu dosdoğru yolu sapmadan ilerleyebilmek için ana referansımız olan Kuran’daki uyarıları dikkate alıp, kişileri, olayları, süreçleri doğru tanımlamak ve doğru anlamak önemini hep canlı tutan bir hakikattir.
Ülkemiz dahil dünya üzerindeki sistemlerin hiç birinin Allah tarafından kabul görmediğini/görmeyeceğini bildikleri halde, bu sistemleri reddetmek yerine önemli bir parçası olmayı hedefleyen bir zihniyet ile karşı karşıyayız! Bu kişilerin küresel ve yerel sisteme yönelik bir takım eleştiri ve çıkışları ise konuya -esas- tan değil mevcut sisteme sistemin içinden yapılan eleştirilerdir. Bu yaptıklarına “Sistemi ıslah etme” adını veren söz konusu kadrolar, küresel küfür ve şirk sisteminin yeni bir unsuru olarak ortaya çıkıp, geniş halk kitlelerini de kolayca sisteme entegre etmektedirler. Yani halk ökse kuşu kullanılmak suretiyle tuzağa düşürülmekte, peşinde oldukları insanları kendilerinden sandıkları için de kolayca   -av- lanmaktadır. Sözde “ıslah etme” kavramı esasta avcının işini kolaylaştırmaktır!
Müslümanların sorunlu tarihine baktığımızda sorgulanması gereken birçok temel konunun yanı sıra, son tahlilde “duruş sorunları” ile karşılaşmaktayız. Hilafetin, daha sahabe döneminde ibret verici ve hızlı bir şekilde ve de savunulması mümkün olmayan yöntemlerle saltanata dönüştürülmesi ve buna bağlı olarak Kuran merkezli din anlayışının yerini iktidar odaklı din anlayışının alması günümüzdeki sapmalara da uygun zemin hazırlamış oldu.
Bu günkü tabloya baktığımızda, küresel sitemin İslam coğrafyasındaki temel kaygısı ve hesabı kontrolü kendi elinde tutmaktır. Bu gerçek göz ardı edildiğinde gündeme gelen proje ve temel politikalar hatalı okunmaktadır. Netice itibariyle küresel küfür siteminin bu coğrafyayı iki çıkmazdan birine (Ilımlı İslam – Radikal İslam) mahkum etme planları hayat bulmaktadır.
Birisi uzlaşı diğeri tekfir ve şiddet esasına dayanan bu iki sapkın yaklaşım sonuçları itibariyle batılın değirmenine kendisine “Müslüman” diyen insanların eliyle su taşıtma projesinden başka bir şey değildir!
Bu bağlamda “Arap Baharı” ismiyle bilinen bölgedeki değişim ve dönüşüm sürecinin niteliği geçirdiği aşamaları sürecin Suriye ayağında yaşananlar da haliyle hatalı okunmaktadır. Keza Suriye’de yaşanan açmazların nedenleri ve bu açmazların doğurduğu atmosferin Mısır ve Tunus’taki yansımaları da… Aynı zaman da sürecin fetret/geçiş dönemine girmesini sağlayan nedenler, özellikle DEAŞ üzerinden oluşturulan kaos ortamında küresel ve bölgesel aktörlerin dönemsel hamleleri ve yeni bir dengenin oluşması yolunda bir mutabakata varılamaması da doğru okunamamakta… Ve bu kaos dönemi, ılımlı unsurların daha da ılımlılaştırılmasını sağlamak üzere etnik ve mezhebi fay hatlarının canlı tutulduğu bir zaman dilimi olarak toplum üzerindeki tahrip edici etkisini sürdürmektedir.
Peki duruş sorunları yaşanmasına neden olan tüm bu “hatalı okuma”ların temel nedenlerini irdelediğimizde karşımıza çıkan aşağıdaki tespitler yeni hususlar mı ?
Hayır !
Lakin yine de hatırlatalım ki belki düşünülür;
Düşünsel ve siyasal net bir çizgiye ulaşılamaması ve bunun doğurduğu hatalı duruşlar.
Duruş hatalarının doğal bir uzantısı olan hatalı yöntem tercihleri.
Tarihi kırılma/kritik dönemlerde ilkesel olanla dönemsel olan gelişmelerin birbirine karıştırılmasının neden olduğu hatalı okumalar.
Değişim sürecinin ideolojik ekseni iç ve dış dinamiklerin doğru tanımlanamaması.
“Duygusal ve Tepkisel” yaklaşımların yerine, bir türlü bilinçli ve analitik değerlendirmelerin öne çıkamaması. Hatta bunların gündeme gelmesine engel olunmaya çalışılması.
Toplumun kınamasından çekinilerek net bir duruş sergilenememesi ve doğrulara şahitlik yapılamaması.
 
Fertten topluma düşünsel ve siyasal konularda bir netliğe ulaşamamanın nedeni Resullerin  “örneklediği” -sistem dışı-  ilkesel bir mücadele yolunu terk edip beşeri projelere bel bağlamaktır. Oysa ümmetin veya İslam’ın hayrına diye yapılsa da     “sonuç odaklı” çıkış arayışları aldatıcı ve saptırıcı olup sistemle uyumlu hale gelmekle sonuçlanmaktadır.
“Süreç odaklı” ilkesel mücadele çizgisi ise, her halükarda net bir duruşun ortaya konulduğu sonuçların ise Allah’a havale edildiği tek çıkar yoldur. İman edenler olarak tüm insanlığı bu yola davet ediyor, bu yolda yürümüş ve yürüyen bütün müminlere de;  Selam Olsun ! diyoruz.