Gücün Zehri

Mustafa Ekici

VAN 24.11.2014 12:11:05 0
Gücün Zehri
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Sarı Saltuk’a ömrünün son günlerinde mürşidinden ‘yedi krallıkta nam ve nişan sahibi ol’ buyruğu gelir, bunun üzerine Sarı Saltuk dervişleri toplar ve onlara vasiyet eder: ‘Ben ahirete göçünce dergahtan yedi tabut çıkarın, naaşımı hangisine koyduğunuzu belli etmeyin. Yedi tabuttan her birini ayrı bir kralın hükmündeki topraklara gömün. Gömdüğünüz yerler muhakkak küffar toprakları ola. Vasiyetimizdir ki her kim bizi seven mümin olduğunu söyler mezarımızın küffar beldede kalmasına razı gelmez, o beldeyi feth eder de başımızda bir fatiha okur’

İnsan ruhunu ve toplum maneviyatını fukaralık kadar güç de zehirler. Fukaralık birey ve toplumu derdest eder, umutdan yoksun kılar, giderek ahlak ve iradeden yoksun kılar, efendimizin mübarek ifadesi ile “Fakirlik zaman olur ki küfre yaklaşır.”

Gücün de yoksunluk gibi etkileri var, güç de insan ve toplumları ahlak ve iradeden uzaklaştırır, ilke ve inançlara, büyük ve insanın sınırlı varlığını aşan hedeflere bağlanmasına engel olur, insan ve toplumları sıradanlaştırır ve bencilce hatta bazen azgınca kendi içine kapanmaya sürükler.

Siyasi güç ve iktidar ile ilgili, insanın zaten baştan beri bir sorunu var, siyasi iktidar güç temerküzüne dayalı olduğu için temelden bir eleştiriyi hak ediyor, hemen bütün siyasi, dini, ideolojik hareketler en temelde siyasi iktidara, siyasi iktidar kavramına ve olgusuna, mahiyetinden bağımsız olarak çok temel eleştiriler yöneltmişlerdir. Ama bir de bu siyasi iktidar olgusuna eklemlenen ve temelde mahiyetleri, dayanakları ve hedefleri gereği iktidar ve güç temerküzünden uzak durmaları gereken yapıların iktidar ile kurdukları ilişkilerden dolayı yaşadıkları zehirlenmeler var ki Türkiye şu anda tam olarak bunu yaşıyor.

Cemaat, dini hareket ve gruplardan söz ediyorum. Normal şartlarda oldukça munis bir insan kaynağı ve söylem-dil-üslup sahibi bu yapıların iktidar ile kurdukları ilişkiler sonrası geçirdikleri değişim oldukça şaşırtıcı. Yerine göre bir belediye hizmetini, yerine göre bir memur atamasını ve hatta yerine göre daha basit konular üzerine geliştirdikleri yıpratıcı dil ve hareket tarzları, bu yapıların içine sıkışmış oldukları alanların darlığı, siyasi iktidarın faaliyetleri ile doldurduğu alanlarda hareket imkanı azaldıkça kendi kitleleri nezdinde azalmakta olan teveccühü canlı tutma çabaları ile ilgilidir. Dolayısı ile toplumumuz hızlı bir biçimde bu mesele ile daha ciddi bir yaklaşım ile ilgilenmek ve yüzleşmek zorunda.

Türkiye, cemaat ve dini hareket ile gruplarda birikmekte olan güç ve enerjiyi, zehirleyen bir karaktere dönüşmeden, millet ve ümmete hizmet edecek bir ihya ve irşad yoluna sokmayı cesaretle konuşmalı.

Türkiye, artık hızla bir yıpratıcı ve tahrip edici karakter kazanmaya meyl etmiş bu büyük toplumsal tabanlara, kendi muazzam enerjileri ile uyumlu geniş çalışma sahaları ve imkanları sağlamalıdır.

Artık hızla ete kemiğe bürünmekte olan İslam Milleti’nin birliği, topraktaki sınırlara aldırış etmeden, umursamadan, hiç bir kapris ve hasislik göstermeden, yüce bir genişgönüllülük ile üzerinde çalışılabilecek kıvam ve genişlikte muazzam bir imkan yaratmış bulunmaktadır.

İslam dünyasının en ücra köşelerine, bir emperyalist proje karakteri taşıyan batı destekli, ‘kuyruklu yerlileri kurtarma’ misyonu gibi hastalıklı misyonlar yüklenmiş sızma hareketlerine öykünmeden, olabildiğince bu hastalıklı tavır ve düşüncelerden arınarak, tamamen bir yardımlaşma, Ensar olma, Türkiye tecrübesini İslam Milleti’nin her köşesine taşıma, dünyanın her köşesindeki müslüman milletine yardım etmek, hizmet etmek, ön açmak ve ön almak amacı ile Türkiye; hızla zehirleyen bir güce dönüşmekte olan bu olguyu, bu büyük enerjiyi kanalize etmelidir.

Bir zamanlar kanları devrim ve savaş arzusu ile ateşlenen Türkiye’li müslüman gençleri Afganistan’a, Çeçenistan’a, Moro’ya kadar savuran heyecan ve iman, şimdi yeniden yeni bir ivme ve karakter kazanarak, emperyalizmin neredeyse köy köy, kasaba kasaba linç ettiği islam topraklarında ezilmiş, zulüm ve gadr altında inlemekte olan, fakirlik ve geri bırakılmışlık ile malul, çoğu modern anlamda bir organizasyonel devlet imkanından bile mahrum İslam Milleti’nin hizmetine kanalize edilmelidir.

Yüzyıldan beri sol, liberal, milliyetçi, sözde ihya edici hizmet hareketleri, saçma sapan kurtuluşçu ideolojiler, hiçbir gerçekliğe tekabül etmeyen uçuk ve dışlayıcı, hasis örgütçülükler eli ile sakat bırakılmış, her biri birbirine ölümüne düşman edilmiş İslam Milleti’nin bu hizmetlere, saçma sapan siyasi hedef ve yıpratan, güç tüketen uygulama ve mücadelelerinden sıyrılması gerekekir. Bunun yolu da bu saçmalıkları tekrar etmek, kaale alıp, muhatap olup mücadele etmek değil, görmezden gelip, yok sayıp gerçek işler yapmaktır.

İşte bu nedenle, Türkiye içinde artık her gün biraz daha daralmakta olan çalışma ve imkan sahaları, artan güçlerine ve enerjilerine, samimiyet ve imanlarına, fedakarlık ve adanma kapasitelerine yetmeyen ve yıpratıcı rekabetlere dönüşmekte olan cemaat olgusuna daha rasyonel imkan ve çalışma sahaları, yol ve yöntemleri çizebilmeli.

Afganistan’da 50 yıldan beri insanlık ailesinden dışlanmış, açlık ve fukaralık sınırının çok çok altında yaşamaya çabalayan, Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Mısır ve Mağrip’te gerçekte zor şartlar altında hayata tutunmaya çalışan İslam Milleti’nin içinde bulunduğu ihtiyaç envanteri çıkarılmalıdır. Sanıldığının aksine bu ihtiyaçlar sadece ekonomik değil, çoğu ekonomik bir yöne de tekabül eden muazzam insani, hemen her dalda profesyonel mesleklere dair gündelik yoksunluklar, sıradan insani ihtiyaçlardan kaynaklı sağlık sorunları, sosyal sorunlar, kadın ve çocuklara can acıtıcı şekilde yansıyan geleneksel anlayışlar…

Türkiye’li islami cemaat ve hareketler bir an evvel sıkıştıkları Türkiye cenderesinden çıkmalı, derhal islamın doğal karakteri olan sınır aşan ruhuna geri dönmeli, atama bekleyen ziraat mühendislerini, psikolojik danışmanları, makina ve inşaat mühendislerini ve her meslekten mensupları, iman ve heyecanlarını islamın mağdur halklarına hizmet etmek için sunabilecekleri islam topraklarına hemde kalıcı biçimde kanalize etmelidirler. Unutulmamalıdır ki emperyalizmin İslam, Millet ve topraklarına çizdiği sınırlar sadece buralarda değil esas gönüllerde ve kafalarda çizilidir.

Şimdi bu saçma sapan sınırları anlamsızlaştıracak, flulaştıracak büyük ve kalıcı dostluklar, aileler, beraberlikler kurma yolunda muazzam bir imkan ve saha, birbirleri ile yıpratıcı bir rekabete girmek üzere olan cemat ve grupları bekliyor. Somali’de, Yemen’de, Libya’da zor şartlar altında yaşama tutunmaya çalışan, adeta yerlerde sürünen bir yaşam ile varkalma mücadelesi veren, müslüman kadınlar, erkekler, çiftçiler, tüccarlar ile bu hareketlerin yaratacağı gerçekçi ortaklıklar, evlilikler, yerleşimler ve işbirlikleri çok kısa zamanda muazzam aritmetik değişimlere sebep olacaktır.