Gezi Olaylarını 'Dünyayı Durduran 60 Gün' Üzerinden Okumak

Cemil Ertem ile Markar Esayan’ın Gezi olaylarını irdelediği 'Dünyayı Durduran 60 Gün” kitabını Zafer Burakmak değerlendirdi.

VAN 11.09.2013 12:02:30 0
Gezi Olaylarını
Tarih: 01.01.0001 00:00

GEZİ OLAYLARINI 'DÜNYAYI DURDURAN 60 GÜN' ÜZERİNDEN OKUMAK

ZAFER BURAKMAK /

Gezi olaylarının yankıları devam ederken ODTÜ üzerinden yaşananlar ikinci bir Gezi’nin başladığını gösteriyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi arazisinden karayolu geçmesine tepki üzerine gelişen olaylar, yine Türkiye çapında bir ayaklanmaya dönüşme potansiyeline sahip.

Mayıs sonunda başlayan Gezi olaylarının iyi tahlil edilmesi, bugün ve sonra doğacak Gezi benzeri krizleri anlamamızda çok önemli bir yer tutacaktır. Kriz üzerine çok sayıda makale, röportaj vs. yayımlandı ama derli toplu olarak, daha sakin bir bakış açısını görebileceğiniz en iyi kaynak Cemil Ertem ile Markar Esayan’ın Dünyayı Durduran 60 Gün kitabı. İki yazarın da Gezi olaylarını çevre hassasiyetiyle başlayan bir eyleme, sert ve yanlış bir üslupla müdahale edildiğini düşünenlerden olduklarını belirtelim. Ancak 79 ilde yaşanan eylemlerin sadece bir çevre hassasiyetinden oluşmadığını, ilk günlerden sonra siyaset mühendisliği maharetiyle kaos ortamı yaratarak ülkeyi yönetilemez hale getirme amacı güttüğünü iki yazar da kabul etmekte…

Kitap, iki bölümden oluşuyor; Gezi olaylarının arka planındaki ekonomik gelişmelerin işlendiği birinci bölümü Cemil Ertem hazırlamış. İkinci bölüm ise, Markar Esayan’ın Türkiye yakın tarihinin sosyopolitik resmi üzerine kurgulanmış. Kitaba ismini veren Dünyayı Durduran 60 Gün’ü Cemil Ertem, enerji piyasasını düzenleyen 6449 sayılı kanunun 30 Mart’ta yürürlüğe girmesinin ardından, Gezi olaylarının başladığı 30 Mayıs’a kadar ki süre olarak belirtiyor.

Kitap, yakın Türkiye tarihinin ekonomi resmini çekerek, Batı dünyasının içerisine düştüğü ekonomik krizle beraber Türkiye ve Brezilya’nın yükselişlerine dikkat çekiyor. Gezi olayları günlerinde Brezilya’da da başlayan ayaklanmalar haliyle iki ülke arasındaki benzerliklere dikkat çekmişti. İki ülke de son dönemlerde ekonomik kalkınma yaşamakta. Ekonomik bir krizle boğuşan ülkelerin bu iki ülkeye istikrarsızlık üzerinden bir karşı hamle yapması kadar reel bir tespit olamaz.

GEZİ DESTEĞİNİN ALTINDA TÜPRAŞ MI VAR?

Türkiye’nin son 10 yılda yaşadığı ekonomik kalkınmanın Batı tarafından hazmedilemediği açık.  Buna, geçmiş siyasi iktidarlar tarafından oluşturulan ve şimdilerde ayrıcalıkları ellerinden alınan Beyaz Sermaye’yi de kattığınızda nasıl bir muhalefet cephesi oluşturduğu tahmin edilebilir. Daha muhafazakâr bir Anadolu sermayesinin büyümesiyle, TÜSİAD çevresinin AK Parti iktidarına bakışları bilinmekte. Bu yönüyle Beyaz Sermaye’nin lokomotifi olan Koç Grubu’nun Gezi olaylarına verdiği desteği anlamak da kolaylaşıyor. Ama bu temel sermaye değişiminin yanında, daha özel nedenlerden bahsediliyor kitapta. Beyaz Sermaye’nin palazlandığı enerji ve faiz alanlarında yapılan düzenlemeler dikkat çekici.

Mart ayında çıkarılan enerji piyasası düzenlemeleri TÜPRAŞ üzerinden piyasayı elinde tutan Koç Holding’e çok büyük bir darbe vurdu. Düzenleme şu sonuçları doğurdu:

-          ‘Kaçak petrol’ tanımı, ‘kaçak akaryakıt’ olarak değiştirildi. ‘Kaçak petrol’de “işlenmemiş ham petrol anlaşılır ve bunu işleyip piyasaya süren rafineri daha başından itibaren suçlanamaz.” (44) Bu değişiklikle yasal boşluk kapatılmış oldu.

-          Kaçak akaryakıt suçu işleyenlere lisans verilmeyecek.

-          “Rafinerici lisans sahipleri tesislerindeki; ham petrol, ara ürün, akaryakıt harici ürün ve akaryakıt tankları ile yurt içi ve yurtdışı satış tanklarını lisanslarına işletmekle yükümlü tutulacak ve lisanslarına işlenmiş tanklarda, belirtilen ürünler dışında başka bir ürün bulundurmayacak.”

-          “Dağıtıcı lisans sahibi, kurum tarafından belirlenen esaslara uygun olarak bayilerinde kaçak akaryakıt satışının yapılmasını önleyen teknolojik yöntemleri de içeren bir denetim sistemi kuracak ve uygulayacak. Dağıtıcı lisans sahibi, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’un bu sisteme erişimini sağlayacak.” (45)

KAMU ÇIKARI EKONOMİSİ

Ve bir diğer düzenleme ile de petrol arama ve çıkarma faaliyetleri kolaylaştırılıyor, hükümetin izin yetkileri artırılıyordu. Bunların Gezi’yle ilişkisini anlamak için Koç Grubu’nun Gezi’deki varlığına ve yine bu düzenlemelerin en büyük muhatabı olan TÜPRAŞ’ın Türkiye’nin ilk 500 şirketi sıralamasında birinci oluşu ve sonraki 7 şirketin ancak bir TÜPRAŞ ettiğini görmek yeterli sanırım. Aynı zamanda Türkiye’nin en büyük 7 şirketini cebinden çıkaracak TÜPRAŞ’ın tekelini kırmak için alternatif oluşturmaya çalışan bir iktidarın olduğunu da unutmamak gerekiyor. Yakıt sektöründe yağmacı devletçi-tekelci ekonomiden kamu çıkarı ekonomisine geçme çabalarının yanında Gezi öncesi dikkat çeken bir başka husus da, Merkez Bankası tarafından, Bankaların Kredili Mevduat Hesapları faizi tavanının yüzde 2,2 olarak belirlemesidir. Bankalar bu hesaplara aylık yüzde 5’e kadar çıkan faizler uyguluyordu.

İşte Erdem’e göre beyaz sermayedarlar, düzenlemelerin yayınlamasından sonraki kayıplarına ancak 60 gün dayanabilmiştiler.

GEZİ: İMTİYAZ KAYBINA UĞRAYAN SINIFSAL BEYAZ ÖFKE

Kitabın ikinci kısmını kaleme alan Markar Esayan ise, Gezi’yi, seçkin bir azınlığın, Müslümanları, Kürtleri ve gayrimüslimleri yok etmeye, olmadı asimile edişinin son 10 yılda sona ermesine bağlıyor.

Eseyan, Gezi olaylarının güncel ve provokatif gelişmelerini bir kenara bırakarak asıl meselenin “reformlarla imtiyaz kaybına duyulan sınıfsal beyaz Türk öfkesi” olduğunu belirtiyor.

Gezi yeni başlamış bir olay değil, AK Parti üzerinden sınıfsal ayrıcalıklarını yitiren kesimlerin başından beri yapmaya çalıştıklarının birikerek patlamış hali. Türkiye’de ekonomiyi, siyaseti, medyayı şekillendiren bir sınıfın son 10 yılda bu imtiyazlarını kaybetmesi, öfke birikmesine neden oldu. Dışlanan, horlanan dindar kesimlerin kamuoyunda görünmesi zaten zor hazmediliyordu. Bir de bu kesimlerin kendilerine biçilen mahcup yerleri zorlaması ve beyaz Türklerle eşit hale gelme istekleri bardağı taşıran son damla idi. Recep Tayyip Erdoğan üzerinden asıl bu dindar temsiliyet hedef alınmak istendi.

Aslında bu muhalefet anlaşılabilir bir durumdu. Sorun ise bu muhalefetin yıkıcı olmasına neden olan siyasi muhalif noksanlığıydı. Esayan bu durumu CHP’nin antisiyaset çizgisine bağlıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeterli düzeyde siyasi muhalefet pozisyonunu yapamaması, muhalif gençlerin enerjilerini yıkıcı bir şekilde göstermelerine sebep olmuştu.

POLİS GAZI İLE AYDIN GAZI ARASINDAKİ GENÇLER

Siyasal olarak toplumda hak ettikleri yeri bulamadıklarını düşünen tüm kesimler ve aydınlar, olaylar esnasında yıkıcı ve tahrik edici bir dil kullanmıştır. Gençlerin, polisin kimi yerlerde hoyrat olarak kullandığı biber gazı ile kimi aydınların gazına geldiklerini kaydeden Eseyan, “Hükümete karşı 10,5 yılda birikebilecek itirazlar ile Gezi sürecinde açığa çıkan aşkın enerji arasında muazzam bir fark vardır. Bu farkın analizi, sadece hükümetin hataları, üslup ve çöken kent siyaseti ile açıklanamaz. Enerji farkının, Gezi gençliğinin dışından sürekli tahkim edildiği ortadadır. Polis ve gençliğe yönelik aydın gazı adeta birbiri ile yarışmaktadır.” (231) tespitiyle aydınları da eleştirmektedir. Kimi aydınlarca o günlerde gazete köşelerinde “Erdoğan’ı, akıl sağlığını yitirmiş bir meczup gibi”  gösterilmeye çalışıldığı belirtilir.

Kitapta, AK Parti’nin kent siyaseti ile ataerkil dili de eleştirilmekte ve bu tarz olaylara zemin hazırladığı belirtilmektedir. Ancak Esayan, burada da siyaseten temsiliyet hakkı kullanan büyük bir kesimin, Cumhuriyet tarihi boyunca dışlandıkları kent mimarisine de etki etme haklarının bulunduğunu belirtir. Ancak bunun daha sakin ve halka anlatılarak yapılmasının önemine dikkat çeker.

KÜRTLERİN BARIŞANI DEĞİL, SAVAŞANI MAKBUL

Kitapta dikkat çeken tespitlerden biri de Gezi olayları ve Kürtler konusu. Çözüm sürecine dönük bir sabotajı da bünyesinde barındıran Gezi eylemleri, sürecin lokomotifi olan Erdoğan’ı da hedef almıştı. Buna rağmen BDP’nin ilkesel olarak destek verdikleri olaylara kitlesel destek vermemeleri eleştirilmişti. Esayan, uzun uzadıya çözüm sürecinden bahsettikten sonra BDP’nin, tüm eleştirilere rağmen eylemlere katılmadığını belirtir. Ancak özellikle yakın olduğu sol-sosyalist çevrelerce büyük bir baskıya maruz kalmıştır. Esayan, Cumhuriyetle yaşıt olan ve son 30 yılda kanlı bir şekilde gündemimize oturan Kürt sorununun çözülmeye çalışıldığı böyle bir süreçte, Kürtlerin meydanlara çıkmamasını eleştirenler için “Kürtlerin barışanı değil, her şartta savaşanı makbul” olduğunu söyler.

Eseyan, Gezi krizinin bitmediğini belirterek “Gezi’de aktör olmayı deneyimleyen kesimler de, krizler üzerinden siyaseti dizayn etmek isteyenler de yeni Gezi’lerin yaşanması için yeterli enerjiyi taşıyorlar. Hükümetin yapması gereken, bu enerjiyi reformlara kanalize etmek olmalı; o enerjiyi kategorize ederek kutuplaştırmayı derinleştirmek değil.” diyor. (257)