Futboldan aşçı programına medyanın ikiyüzlü sahnesi

İsmail Kılıçarslan

VAN 25.09.2018 10:01:32 0
 Futboldan aşçı programına medyanın ikiyüzlü sahnesi
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Futboldan aşçı programına medyanın ikiyüzlü sahnesi
Dün akşam Hakan Şükür isimli vatansız itin Galatasaray mağlubiyeti üzerinden attığı tweetleri okurken tabii ki “ohhh” çektim. “Keşke bir yerde yorum yapsam da neyin ne olduğunu anlatsam” falan diyordu. Bir karış vatan toprağına hasret gider inşallah. Ülkesini özleye özleye bir çukuru doldurur.

Hakan Şükür futboldan anlamaz. De ki bana “hiç mi anlamaz”, ben de diyeyim ki “hiç anlamaz.” Ekranlarda yorumculuk yaptığı dönemde dersini hiç çalışmamış bir öğrenci gibi zevahiri kurtarmak için “ıh-pıh” ettiği günleri unuttuğumuzu zannediyor ama niçin unutalım? Taktik bilgisi de, dünyadaki futbolu takip bilgisi de, hatta utanmadan “Süper” dediğimiz ligimizdeki takımlara dair bilgisi de yerlerde sürünüyordu.

Hoş, sanki Hakan Şükür bilmiyor da ekranda, özellikle “ana akım” diyebileceğimiz futbol medyasında, bize “futbol yorumcusu” diye kakalananlar biliyor mu? Elbette hayır. Türkiye’de adına “futbol yorumcusu”, “futbol uzmanı” falan dediğimiz adam teki neredeyse hiçbir şey bilmez futbolla ilgili. Tıpkı benim gibi seyrettiğini yorumlamaktan ibaret bir hayatı vardır. Tabii benimle aralarında bir fark var bu tiplerin. Ben zevkine yorumluyorum seyrettiğim maçı, onlar bu işten para kazanıyorlar.

Geçtiğimiz dünya kupasında maçlar ağırlıklı olarak gündüz oynanınca benim ofisteki oda bir çeşit “izleme odası”na dönüştü. Maçların hemen tamamını birlikte izlediğimiz Cins editörü Arda Arel, sürekli ismini o maçta ilk kez duyduğumuz kimi oyuncularla ilgili bilgi verdi bize. Sadece bu da değil, mesela Nijerya’nın niçin turnuvanın “3-5-2” oynamak zorunda kalan tek takımı olduğunu analiz etti. Danimarka’nın pas oyununun nasıl işlemez hale geleceğini anlattı. Senegal hocası Aliou Cisse ile ilgili bilgi verdi falan.

Bir de can dostum Furkan Çalışkan vardı bizimle maç izleyen. O da sürekli “Kamerun’da Roger Milla oynuyor mu?”, “İtalya kadrosunda Rossi var mı?”, “İngiltere’de Owen’a dikkat” gibi bizi bizden alan yorumlarla destek verdi dünya kupasına.

Tabii o esnada yayıncı kuruluşun yorumcuları vardı bir de. Tabiri caizse aynı maçı izlemediğimiz, bir takım modası geçmiş futbol klişeleri ile beylik birkaç cümle kurup zevahiri kurtarmanın derdinde olan çeşitli yorumcular.

Ne Furkan’daki ironi, ne Arda’daki derin bilgi… Türkiye’deki ana akım futbol medyası bu ikisini de istemiyor yanında yöresinde. Daha ziyade taraftar refleksli, başkan yağcısı, yangına körükle gitmeyi itiyat haline getirmiş, “itiyat” kelimesinin anlamını dahi bilmeyen bir canlı türüne “futbol yorumcusu” diyoruz bugün. Hele “yayıncı kuruluş” dediğimiz kuruluşun bir yorum düzeneği var ki sorma gitsin.

Ve tabii mesele şu: Bugün Türkiye’deki “profesyonel futbol medyası”, asıl meselenin ne olduğunu hepimizin önünden kaçırmak üzere var. Bırakın anlı şanlı futbol kulüplerimizin nasıl ve niçin battığına dair tek kelime konuşmayı, “altyapıya önem vermek” gibi romantik konuları bile ağızlarına almamaya ant içmişler sanki. Haksız vergi indiriminden bahseden yok. Kulüplerin yönetim düzeni yüzünden devreden borçların ortada kaldığından bahseden yok. Siyaset-futbol ilişkisinin çarpıklığından dem vuran yok.

Bakın şu: Akşamki yorum programında ne giyeceğini ne konuşacağından çok önemseyen futbolcu-hakem eskilerinin kurduğu korkunç kısır bir döngüde sıkışıp kaldı futbolumuz. Bırakın eline neşter alıp ameliyat yapmayı, sistemin devamlılığı için adam öldürmeyi göze alabilecek bir çöreklenme biçimidir Türkiye’de futbol medyası. Bir gram fazlası değil.

Makas değiştireyim.

Acun Ilıcalı, uluslararası bir televizyon formatı olan MasterChef’in Türkiye versiyonunu yapmaya başlamış. Sadece 15 dakika izleyerek edindiğim izlenim şu. Kendisine akıl hastası süsü veren üç tane koca koca şef, yine kendisine akıl hastası süsü veren yarışmacılara güya aşçılık öğretiyorlar. “Şefin biri eline sepet alıp aşçı adaylarını aşağılaya aşağılaya çöp topladı ve bunu dünyanın en önemli meziyeti gibi sundu bize” diyeyim de anlayın. “Birinin yaptığı kuru cacık için ‘o bilmem ne dokunuşu çok hoş’ dedi şefin biri büyük bir ciddiyetle” diyeyim de anlayın. “Bir aşçı adayı ‘takım kaptanına yer sildiriyorsunuz’ diyerek böğürdü” diyeyim de anlayın.

Açık konuşmak gerekirse o 15 dakika boyunca utanç duydum medyamızın içine düştüğü çukurdan. Artık bu iş reyting meyting gibi zibidilikleri de aşmış durumda. Çünkü “başkasını ezmeden, ona hakaret etmeden, onu üzmeden yükselemezsin” cümlesine iman ettirmeye çalışıyorlar bizi. “Akıl hastası taklidi yapmazsan başarılı olamazsın bu ülkede” cümlesine inanmamızı sağlamaya çalışıyorlar.

“Şu ‘yandaş-candaş’ tartışmasını yaparız elbette yapmamız gerekiyorsa da asıl bakmamız gereken, dikkatimizi asıl vermemiz gereken, acilen değiştirmemiz gereken bu ikiyüzlü sahne düzenidir. Onu gözden kaçırmayalım” diyorum özetle.

Bilmem bunu diyor olmam bir şey değiştirir mi?

Az kalsın unutuyordum. Bu Hakan Şükür’ü, magazin programlarında yaptığı ilkokul düzeyinde esprilerden hatırlar bizim kuşak. Mesela “yılan fareyi yiyince hangi türküyü söylemiş?” gibi sorular sorup cevaplarını anırmaya benzer kahkahalar eşliğinde verirdi falan. Adı o yüzden “Torinolu Şaban’a” çıkmıştı vatansız itin.