Mustafa Öztürk
***
Bütün bu tiksinç hallere rağmen bir kez daha FETÖ ve elebaşısı hakkında yazma gerekçem, son günlerde tanıklık ettiğimiz sorumsuz birtakım açıklamalar ve sululukla eşdeğer bazı yazılardır. Sorumsuz açıklamalardan kastım, devlet katında ve üst düzey sorumluluk makamında bulunan kimi zevatın, “Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde FETÖ’yle mücadele nihayete erdi”, “Askeri Okullar tam manasıyla FETÖ’den temizlendi” türünden gevşek beyanlarda bulunması ve daha dün bu tür beyanlarda bulunan birinin bugün çıkıp, “Hazırlık aşamasındaki yeni OHAL kararnamesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki üç bin kripto FETÖ’cü ihraç edilecek” şeklinde bilgiler paylaşmasıdır. Başta devletin en kritik kurumlarına sızma becerisi olmak üzere sinsilik, habislik ve lüzûcîlikte (yapışkanlık) eşi benzeri görülmedik kabiliyetlere sahip olan FETÖ’nün hangi mucizevi yöntemle kökünün kazındığı(!) hakikaten merak konusudur.
Sululuk meselesine gelince, bu tabirle kastettiğim şey birkaç gün önce ulusal bir gazetede yayımlanan “Fethullah Gülen olsam” başlıklı yazıdaki akla ziyan muhtevadır. Yazara göre Gülen, ‘Peşiman oldum, nadim oldum, bir dahi işlememeğe azm u cezm eyledim’ diye yüksek sesle ala meleinnas ahd vermelidir… Gülen, Türkiye’ye, köyüne dönmelidir. Zaten kaç yıl daha yaşar ki insan. Bildiğini de anlatır, teşkilata sadece eğitim ve öğretim hizmetinde olmalarını emreder ve bir de dünya çapında güçlü bir İslam âlimleri yetiştirme ve İslam araştırma merkezi ve üniversiteyi kurar. Bu merkez ve üniversite dünyada benzeri olmayan bir kalitede müessese olur. Türkiye’ye dönünce ve iktidar ile iyi münasebetlerini tesis edince, eminim, ona muamele de iyileşecek, böylece dış güçlerin tesirinden uzak olarak hayatının son günlerini yurtta geçirecek, teşkilatın asıl hizmeti yeniden canlanacak ve bir uluslararası İslam âlimleri yetiştirme projesi faaliyete girecektir. Malum tevbe meşrudur, itiraf ve itizar hükme medardır.”
***
Evet, tevbe meşrudur; fakat unutmamak gerekir ki tevbe ve istiğfarın raci olduğu mercii insanlar değil, Allah’tır. Ayrıca, Allah’ın hakkı ile kulların hakkını birbirine karıştırmamak lazımdır. Yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın hakkını çalan, yine sayısız insanın hayatlarını karartan, 15 Temmuz gecesi yüzlerce vatan evladının canlarına kıyan bir alçak hakkında millet ve devlet adına af teklifinde bulunmak, üstüne üstlük bu alçağın yeni bir İslam araştırmaları merkezi ve üniversite kurmasından dem vurmak, en hafif tabirle sululuk yapmaktır. Korkarım, bahse konu sorumsuzluklar ve sululuklar giderek çoğalacak, FETÖ’yle mücadele gitgide cıvıklaşacak ve belki de hepten çivisi çıkacaktır. Gerek balık hafızalı olmamız, gerekse dün söylediğimizi bugün tekzip etmekten pek hicap duymamamız FETÖ’yle mücadelenin sulandırılmasına yönelik endişelerimizi arttırmaktadır. Son olarak, iki gün önceki bir futbol müsabakasında yaşanan berbat olaylar, toplumsal kimyamızın bozulduğu yönündeki yaygın algıyı maalesef haklı çıkarmaktadır.