EY ‘HABİL RUHU’ GERİ DÖN

MUSTAFA BOZACI

VAN 26.10.2014 10:06:27 0
EY ‘HABİL RUHU’ GERİ DÖN
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Hesabını kimsenin veremeyeceği, zulüm ve hadsizlikler işleniyor, katliamlar yapılıyor, başkalarının elinde maşa olunmaya devam ediliyor; daha acayibi, herkes Allah rızasını umuyor üstelik. Hayır, hayır; fal bakmıyoruz! Ölülerden de istimdat etmiyoruz! Aklımız da başımızda çok şükür! Düalizme de düşmüş değiliz, bedenle ruhu ayıralım! ‘Habil ruhu’ derken kastımız, bilgiye dayalı, karakteristik bir davranış şekli, bir tarzı ameldir. Kasıtlı, bile isteye, düşüne taşına, üst referans sistemine dayalı, bir felsefesi, sistematiği, arka planı olan, salih amel formunda, kulluk izharıdır kastedilen. Rastgele, günü birlik, gel-geç, spontane, ruhsuz/anlamsız/amaçsız bir ‘eyleme’ değil! Muhalifinden de düşünülürse terkip ‘Kabil ruhundan’ uzaklaşmayı, sakınmayı, o tarza düşünce dünyasında dahi yer vermemeyi, onu kulluğu bozan ifsad hareketi bilmeyi de içermektedir. Meseleyi kısaca hatırlarsak: Kur’anda kurban dolayımın da, ilk kulluk/ibadet formunda, Âdem’in iki oğlu diye bilinen kardeşlerin sınanması aktarılmaktadır. Rivayetlerde birinin çiftçi, diğerinin çoban olduğu aktarılan (ki burası bizi hiç ilgilendirmemekte ve sonucu değiştirmemektedir, gaybı taşlamaya da gerek yok) iki kardeş birer yakınlık vesilesi olarak kurban sunarlar. Birininki kabul edilirken (Habil), diğerininki (Kabil) kabul edilmez. Sonrasında Habil’in dilinden ‘Allahın takva sahiplerinden kabul edeceği; değersizce, ciddiye almadan/lakaytça eldekinin çarığından çürüğünden sunulanın kabul edilmesinin kabil olmayacağı’ aktarılır. Bunu üzerine (işin kız meselesiyle, hele sözüm ona farklı batınlarda doğan, çapraz eşleşmeli kardeşlerle hiç mi hiç alakası yoktur) işin içine kıskançlık girer, tekebbür, gaflet, çekememezlik gibi nefsin fücurundan, hevanın ürünü sapkınlıklardan doğan yoldan çıkma durumu tezahür eder. Hemen özür dilenip ‘kötülüğü iyilikle savma’ hassasiyeti maalesef görülmez. Neticede ikisinin de teslim (farklı ton ve nitelikte de olsa) olduğu, kurbanla kurbiyyet/Rabbin rızasına yakınlık amaçladıkları anlaşılmaktadır! Sonuçta ‘takva’ kriterinin açığa çıkması, sınamada iddia ve imkânların testi olgusu ile karşılaşmaktayız; günümüzde de sürdüğü gibi! Kabil kardeşini öldürür ve fakat kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini bir kargadan öğrenme acziyeti ile işin nezaketini geç fark eder! Neticede karşısındaki ‘kardeş’! Ama asıl kardeşlik idrakine vakıf Habil ne diyor bakınız; ‘Sen bana beni öldürmek için elini uzatsan da ben sana seni öldürmek için elimi uzatmayacağım!’ İşte biz de yazımızı bu minval/manifesto üzere tartışmaya açıyor, dikkatlerinize sunuyoruz! Hemen peşinen söyleyelim ki; bizim söylemimizden tasavvufun ‘öteki yanağını dönme’, ‘sövene dilsiz, dövene elsiz gerek’ tarzında pasivizmine asla yol olmayacaktır. Bu, esasen açıklıkla söyleyelim ki ‘Kabil tavrının’ farklı bir versiyonudur! Zilleti kabul; ceseden yaşasan da aslen ölmüşsün demektir! Bu tarz içten çökertme, iç çürüme, manen öldürme, hiç derekesine indirme, insanlıktan beşeriyete savrulma, insanın alâmetifarikası aklı ve düşünceyi ketmetme, geleneğin kahir çoğunlukla yolu yordamı olmuştur. Bu da genellikle kavramlarla, adetlerin ibadetleştirilmesi, ibadetlerin adetleştirilmesi, olmayanın eklenmesi, olanların eksiltilmesi tarzında halen sürüp gitmektedir. Ali Şeraitinin ‘dine karşı din’ kavramsallaştırılması sürüyor, bu kanalla! ‘Kabil ruhu’ bu tarzıyla kabiliyetini gelenek üzerinden sürdürmektedir. Kişileri, kişiliği diriltmek için gönderilen kitabımız Kur’anın bu gelenek/tasavvuf çevrelerindeki karşılığıyla bunu test edebilmek, tezahürlerini müşahede edebilmek çok kolaydır! Ama iş bu aymazlıkla mücadele de tersine bir o kadar zordur! Bakınız bu tarz öldürme, inanın, fiilen/bedenen öldürmekten kat be kat daha tahripkârdır. Kur’anın ifadesi ile ‘Fitne adam öldürmekten daha kötüdür’ ikazı da bu gerçeği ifade etmektedir. Bu manada ölüme/öldürülmeye rıza mı göstereceğiz?! Habil’in tavrı bunu içerir mi?! Elbette ‘Hayır’! Buna mukabil elden gelen tüm gayretle, hikmetle, en güzel biçimde, hakkı ve hakikati hatırlatarak, yanlışları tashih etmek, doğruyu ikame etmek olmalıdır. Bunun tersine modernist söylem de; ‘hümanizm, bireysellik, sekülerizm, özgürlük, dinin dünya dışına atılması, her şeyin, ama her şeyin hak payıyla dinselleştirilmesi..’ gibi heva ve hevesi/nefsi öne çıkaran özellikleriyle farklı açıdan, zihinlerden başlayarak, ayakları kaydıran, ayartan, yoldan çıkaran, freni boşalmış araba, serseri mayın gibi ortalıkta serbestçe dolaşmayı salık veren bir diğer ana tehdit, tehlike olarak ve ‘Kabil ruhunun’ büründüğü post işlevi görmektedir! Bir başka açıdan talan, tahrip, paylama, öldürme ameliyesi sürmektedir, bu yolla! Bu tarza karşı da Habilce duruş; kendi müktesebatına, iletilen vahyin aydınlığına sığınarak/yönelerek, Kur’ani kavramları ve günümüze ışık tutacak mesajını/muradını kavrayarak, onlarla hareket etmek, yol haritasını onlarla belirginleştirmek, anlam dünyasını onlarla renklendirmektir. Konumuzun ağırlık noktası olan ‘Müslümanım diyenlerin birbirleri ile ilişkileri, iletişimleri, tavırları konusuna geçmeden şunu ekleyelim ki; bu metaforu kullanan Cevdet Said’in tezini dikkatlerinize sunuyor, ondan bazı noktalarda ayrılmakla beraber bu tezi önemsediğimizi eklemek istiyorum. Konumuzun farklı bir yerine, bağlam olarak farklı bir ilişki yol ve yöntemine dayanan, ‘öteki’ adıyla resmedebileceğimiz, tağutun ve şeytanın bedenî mümessilliğini yapan ve bunu, her türlü hile ve desiseyi, fitne ve fesadı, acımadan, ayırım yapmadan tüm imkanları ile, güç, zulüm, tehdit ve tahriple sürdüren batılın ikamesine çalışan ‘düşman/harbi/anlaşma ile bir hukuka yer vermeyen/gücün hukukunu işleten yeryüzünün müstekbirlerini, sömürgecilerini farklı bir kategoriye ayırarak söylüyoruz. Zannedersem bazı kavramların kullanımı noktasında Cevdet Said ile ayrılıyoruz. Ama şunu da ekleyelim ki onu haklı çıkaracak şekilde İslam’ın savaş hukuku başlı başına bir aşkınlık, mukayese kabul etmez bir ilkesel tutarlılık taşır. Mukabiliyet ilkesi ve özgün yapısı ile erişilmezdir. Kelime olarak ‘silm/barış/güvenlik/esenlik’ çağrısıdır. Zorlama ve zorbalık içermez, ama şartlara göre ve gereğinde izzetli ve kararlı bir duruşu, misliyle karşılığı, yerine göre şiddeti de kuşanmaktan geri durmaz! Anlaşmalara hala anlaşılamadık şekilde önem verir. Davetin önüne örülmüş zoraki engelleri kendi özgünlüğü ile kaldırmayı, insanların insanın kölesi kılınmasının engellenmesini önceler. Haddi aşmayı, harbi olmayanlara dokunmayı, çevrenin tahribini yasaklar. Yoksa fiili bir saldırı ve kalkışma durumunda en cesurcasından, şiddetin, kararlılığın en niteliklisine (cepheyi terk büyük günah addedilmiştir malumunuz) donanımı, karşılığı Müslümanlarda görmek namaz, abdest kadar olağan bir durum olacaktır. Şimdi; ‘Müslümanlar ancak kardeştirler/ancak Müslümanlar kardeştir’, ‘O’nunla/Hz. Muhammed ile beraber olanlar birbirine merhametli…’, ‘inananlar birbirlerinin velileridirler’, ‘birbirleriyle çarpışırlarsa, kardeşlerinizin arasını düzeltiniz’ vb. ilahi uyarıları eksene aldığımızda, maalesef bu ilişkilerin yolunda gitmediğini söyleyebiliriz. Burada en çok hissettiğimiz Habil ruhunu/tavrını ne yazık ki göremiyoruz. Aksine Kabil ruhu hortlamış durumda aramızdaki ilişkilerde! Diyalog aramızda değil, başkalaşanlar ve başkalaşmamızı isteyenlerle sürdürülüyor! Ellerimizle, öteki vesilesi ile kendi defterimiz dürülüyor, Kitabımızın üstü örtülüyor, aramıza kalın duvarlar örülüyor! İki türlü birbirimizi öldürüyor, Kabili neredeyse aratıyoruz! Zihinlerimiz ayartılıyor, davranışlarımız saptırılıyor! Düşmanlık aramıza döndürülüyor, içimizde döndürülüyor! Ellerimiz birbirimizin boynundan uzaklaşmıyor! Kelimelerimiz ok gibi, hedefe de yine ‘biz’ konuluyor! Hesabını kimsenin veremeyeceği, zulüm ve hadsizlikler işleniyor, katliamlar yapılıyor, başkalarının elinde maşa olunmaya devam ediliyor; daha acayibi, herkes Allah rızasını umuyor üstelik. Bakınız daha fazlasına gerek yok; eleştiriyi katlediyoruz, istişareyi de! Bir örnek size, burada yaşanan; yakın coğrafyamızda yaşananlar ile ilgili olarak Atasoy Müftüoğlu üstadımızın, bazı noktalara dikkat çektiği uyarıları, ikazları, olayın arka planına dair söylemeye çalıştıkları vardı. Bırakınız dinlemeyi, anlamaya çalışmayı, hak vermeyi, ‘söyletmen urun!’ dercesine, tabiri caizse cihad zannıyla, farklı görüşleri üslubunca serdetmek, sözün sahibini ikna etmek şöyle dursun, hakaretin bini bir para, paralamak, sözel imha ameliyesine tabi tutulmasının izahı var mı? Nerede Habil ruhu? Bu söylenmeye çalışılanlar velev ki –ki yaşananlar Atasoy ağabeyi hiç de haksız çıkarmamaktadır- yanlış olsun, Müslümana yakışan bu mu olmalıydı? Şimdilerde yaşanan vasatta bari bir özür dilense, sözler tashih edilse, hatadan dönülüp yıkılan köprülerin yeniden atılması için doğru adımlar atılabilse! Ama, nerde?! Düşünün o zaman, fiili bir durumda Kabil ruhu hortlamaz mı? Gerçi hortlamasına gerek yok, nereye dönsen bolca örnek var sürdüğüne dair, özellikle durumun farkında olması gereken bizlerin coğrafyalarında! Kişiyi, kişiliği diriltmek, sağaltmak için gönderilmiş bu din, adını ‘barış/esenlik/güven’ koymuş bu hakikat kaynağı, bırakınız sekarat halinde ecelini bekleyenin rahat ölmesi için okunur hale indirgenmesini, daha yaşarken birbirilerinin katline cevaz veriyormuş gibi algılanıyor! O cürmün mesnedi kılınıyor! Hatırlayınız, hakem olayını ve haricilik hareketini! Düşünsenize, Hucurat süresinde ‘gıybeti’ kardeşinin etini yemeye, hem de ölmüş bedenin etini çiğnemeye benzeten bu dinin müntesipleri şimdilerde ne haldeler?! Bu ne menem düşüncesizliktir!? ‘Kardeşlerinizin arasını düzeltin’ emri tersinden anlaşılarak, yeni bir kardeşlik(!) tanımı getirilmiş, ‘Birini haksız yere öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir!’ ve ‘Bir mümini/imanından dolayı kasten öldürürse ebedi kalmak üzere cehennemliktir!’ ifadeleri sanki yokmuşçasına keyfe keder hareket edilir olmuştur! Unutmadan; Habil ruhu, şartlarına göre kardeşlik hukuku içinde cereyan eden bir haslettir, öyle olmalıdır. Yoksa zalime ve zulme, kafire ve küfre, sömürene ve sömürüye, müfside ve ifsada.. sessiz kalmayı, müsamahayı, hoşgörüyü, aşağıdan almayı, teslim olmayı, eklemlenmeyi ve müdahaneyi içermez asla ve kat!a! Onlarla ilişkilerde nirengi noktası ve ilişkilerin tonu ve dozu ayrı bir hukuka dayanır malumunuz. Geri dön ey Habil ruhu aramıza, inananların arasına! Kitabınıza dönün ey inananlar, sığının sadece O’na!