Eşya kullanma ahlakı

H. Hümeyra Şahin

VAN 31.05.2016 11:01:18 0
Eşya kullanma ahlakı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İnsana, diğer canlılara ve tabiata karşı hoyratlığın zirve yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Kendi nefislerimiz dışında insana karşı kayıtsızız. Buna dair son ilan; BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden geldi; ‘Akdeniz’de son bir haftada 700 mülteci hayatını kaybetti.’ İnsan dahi, bir istatistik malzemesi haline gelirken eşyayla kurduğumuz ilişkinin daha ahlaki olmasını beklemek elbette ki zor. Tabiata karşı kayıtsızlığımızın keskin sonuçlarını ise, ilerleyen zamanlarda göreceğiz.

Evlerimizde sayısı yüzlerle/binlerle ifade edilen kişisel eşyamız var. Getirdikleri yükler, bizi birer tüketim cehenneminde yaşamaya mecbur ederken, eşyanın hakikatine karşı da körleşiyor ve sağırlaşıyoruz. Bu konular üzerinde düşünürken, posta kutuma bir ışık vurdu; İslam/İktisat Tarihçisi Prof. Dr. Cengiz Kallek’in ‘İnsanın Metalaştırılmasına, Metaı Kişiselleştiren Hz. Peygamber’den Reddiye’ adlı bir makale. Gönderen arkadaşım, 2010’da basılmış makaleyi dijital kütüphaneme hibe niyetiyle postalamış, başka metinlerle birlikte. Makaledeki bilgiler, İslam medeniyetinde metaların kişileştirilerek, bir şahsiyet kazandırılması ve eşyayla kurduğumuz ilişkiye rehberlik etmesine dair ilkelere işaret ediyor.

Öğreniyoruz ki İslam Peygamberi, emtiaya kişilik kazandırırken, aslında ona insani bir yaklaşımla değer de atfediyordu. Bu elbette, eşyayı tüketim nesnesi olmaktan çıkarıyor, ona dair korumacı bir tavrı da beraberinde getiriyordu. Aynı zamanda eşyanın tesbihatını duymamızı, ondan hikmetler devşirmemizi mümkün kılıyordu.

İsimlendirme, canlı/cansız, bir eşyanın taşıdığı ayırıcı vasıflar yanında isim koyanın yaşadığı toplumun psiko-sosyal kodlarını da gösterir. İslam Peygamberi’nin, binek hayvanlarına ve kullandığı eşyalara koyduğu isimler üzerinden de, bu kodların izini sürebiliriz. Sözgelimi, atlarından birisinin adı, müravih’ti mesela; ‘rüzgar gibi esen’ anlamında. Bir başkası, izlediği hedefe adeta kilitlenmişçesine hızla yaklaşmasından dolayı ‘lezaz’ olarak isimlendirilmişti. Bu isimlendirmeler, gündelik hayat içindeki dil zenginliğine de işaret ediyordu. Atın cinsine, özelliklerine bakmaksızın, her seferinde ‘atla gittim’ demek yerine, vasıflarına göre isimlendirdiği atın adını zikretmek, dile dair nüansların gündelik hayat içinde yaşamasına imkan veriyordu. Bu kişiselleştirme elbette, kıymet vermenin neticesi olarak koruma, muhafaza etme ve nihayetinde israfın önüne geçme tavrını da güçlendiriyordu.

Oysa bugün bizim metaları kişiselleştirmemiz, daha çok bir statü göstergesi olarak, markalaştırmak üzerinden gerçekleşiyor. Falanca marka çanta, o çanta modasının güncelliği ile sınırlı bir değere sahip. İsimlendirme eylemimizin tek ölçüsü neredeyse bu. Hal böyle olunca, kurduğumuz ilişki de haz ve tatmin duygusunun bitişiyle sona eriyor, vefa ortadan kalkıyor. Elimizdekini hemen elden çıkarmak gibi tüketim merkezli bir ilişki kuruyoruz eşyayla da. 
Eşyayla kurduğumuz ilişki, insana ve tabiata bakışımızla doğru orantılı. Birine bakışımızı değiştirebilirsek, diğeri de bundan nasiplenebilir.