ESKİ VAN ÜZERİNE ESTETİK BİR DENEME

Eski şehrin ayakta kalmış eserlerindeki mimari incelik ve zarâfet dost yüzündeki gülücükler gibi varlığın âşina yüzleridir.

VAN 18.06.2015 14:22:56 0
ESKİ VAN ÜZERİNE ESTETİK BİR DENEME
Tarih: 01.01.0001 00:00
  

Uzun bir gecenin gecesinde bütün âhalisi göçüp gitmiş dört bir yanı baştan başa sularla çevrilmiş bu şehirde sular muttâsıl bir zamanın sükûnetine bürünmüş gibidir. Bir akşam dönüşü şehrin esrârlı bağlarından geçen yolcunun viranhâneye dönmüş hârap bir şâdırvanın başında şehrin bahtiyâr zamanlarından kalmış eski günlerini bir bir yâd ettiği yerdir burası. Şehr-i dilarânın bir zamanlar hayat ve neşe dolu zamanlarının günbatımında suya düşen hayallerinde varlık bulduğu yerdir burası

    Viranhânden gamhâneye dönmüş bu eski şehrin günbatımı semtlerinde varlığın his dünyasında sonsuzluğa bezer bir hatırayı Beste-î Nîgâr makamında yarı türkü yarı dua karışımı efkârın, merâretin, hâsretin geçmiş baharları yâd eden mâbedlerin çehresinde kıvamını bulmuş duyarlılığın ve incelmiş bir zevkin hayat bulduğu yerdir burası.

       Hasta yâri için sılada bir evin bacası olmayı dileyen dilnâçar bir aşığın inanmanın samimiyeti içinde artık göçüp gitmiş bütün bir yaşamın sükûnetini söğüt gölgesinde, kavakların serinliğinde su başlarında dinlendirdiği yerdir burası

 

Bir zamanlar sokaklarından, pencerelerinden, bahçelerinden bağlarından hayat saçan bu şehir şimdi artık sessizliğin senfonisine gömülmüştür. Sanki geçmiş burada topraktan yorganını bütün evlerin bütün sokakların bütün bir hayatın üzerine çekmiş de tarihin en derin uykusuna dalmış gibidir.

       Şâdırvanları hârap olmuş, suları başı boş kalmış virân olmuş bu semtin beş âsırlık yasını tutan suları, geçmiş zamanın sûkûnetinin müeddep dinleyicisi gibi şimdiki zamanın yüzüne hayatın fâniliğini olgun ve duru nazarlarla en ince perdeden söyler gibidir.

 

 Geçmiş zamanın iki efendisi,  iki hâkikî gururu Kaya Çelebi ve Hüsrev Paşâ Camiîleri çoluk çocuğuyla şehrin bütün ahâlisini bir sabah serinliğinde orta kapıdan uğurlamış bu iki mâbet hâla gözleri saray kapısında zamanın içinden çıkıp gelecek eski sakinlerini, eski sahiplerini bekler gibidirler. Hüsrev Paşa,  Koca beylerbeyi kendi eserinin yanı başında asırlık uykusuna bütün bir şehrin ahalisiyle birlikte dalmış gibidir.

 

 Bu hârabe şehri gezerken içimizdeki bir taraf nedense bu iki mâbedin geceler boyunca bir biriyle konuştuğuna inanır. Bu hissetme biçiminin varlığın zaman kavrayışındaki en derinden hissedildiği vakit ise bu semtin en çok sevileceği ikindi vaktidir. Bu vakitlerde şehir bütün kapılarını dışarıdaki zamana kapatmış gibidir. Bu saatlerde bu şehir varlığın sûkut denizine dalmış melâle âşina olan gönüllerin eski şehrin bir zamanlar hayat ve neşe dolu bağlarını bahçelerini sokaklarını bir bir gönlünde dolaştırıp da bir su başında dinlendiği demlerdir. Bu vakitlerde eski şehrin hârebelerinde uçan kuşlar bile su seslerinin içten içe bestelediği sûkutun musîkisine uymuş gibidir.

       Bu saatlerde eski şehrin bütün semtlerine bütün mahallerine uğrayıp Horhor bahçelerinin gölgesinde soluklanmak vardı. İskele kapının yanı başında mecalsiz horhor bahçelerinin serin koynunda yatan Horhor Camiî. Tebriz kapı mahallesinde ömrünün son demlerini yaşamakta olan Ulu Camiî ki bu Camiî’yi onyedinci asırda Evliya Çelebi güzelliğini öve öve bitirememektedir. Bu camii’nin hüsn-ü letfetinin, kân-ı zerafetinin vâsıfdan hariç ve beyândan âric bir cami-i rûşen olarak tanımladığı camiî Ulu camiîdir.

 

   Bugün yaşadığımız Van’da geçmiş zamanın hatırasını geçmiş zaman duygusunu yaşatacak birkaç eski iki katlı kerpiç evin dışında geçmişe ait bir köşe kalmamıştır. Tarihi duyarlılık bu semtde yitik bir yaşamın bütün köşe bucağını yüzyıllardan sonra tekrar kavuşmanın dile geldiği bir anda bir mâbedin virân halleri karşısında eşiğine yüz sürülüp affına mazhâr olma duyarlılığının dile geldi müheyyâ bir ürperti içinde hissettirir kendini

 

     Bu şehir, bu bağ, bu bostan, bu şadırvan Horhor bahçelerinde geçmiş zamanın güzellerinin yanaklarına sinmiş mahcup bir gül letâfetindedir. Zaman bu bahçelerin, bu bağların değirmen yürüten sularında kanallar boyunca sıralanın asırlık söğütlerin korteji gibi, bütün geçmiş asırları hâla aynı nizami duruş içinde selamlamaktadır. Geçmiş zamanın ihtiyarlarının Ulu camiinin avlusunda geçmiş günleri yâd ettiği yerdir burası.

 

  Cana kuvvet veren Sergiloğlu Şirek Ermeni bağları, Mallı Kayaçelebi bağları, Paşa bağları Evliya’nın 16 bin bağ ve bağbandan bahsettiği yerdir burası. Bağlar bahçeler bostanlar içindeki bağ-ı irem içinde meşk meclislerinde şehnaz-ı nevâ makamında inceden ince geçmiş zaman duygusunu bir zevk, bir hissetme biçimi yeşilin, ağacın mimarinin iç içe estetik bir bütünlüğü oluşturduğu yerdir burası.

       Kimbilir bu eski şehrin hangi köşesinde devrilmiş bir möhrenin devrilmiş bir duvarın altında kalmış geçmiş zamanın hangi şetaretli neşeli günleri yatmaktadır.

 

             Bir şafak vakti Erek dağının sol omuzundan doğacak güneşi kalın duvarlı  dikdörtgen pencereli kerpiç evlerin pencerelerinden ışıyacak güneşi gümüş ışıltılar içinde bir renk cümbüşü takip edecektir. Eski şehrin eskide kalmış iki katlı kerpiç evlerinin cumbasından alt katındaki kilerin penceresinden her dem tazeliğin muştulandığı ekmeğe sürülen taze yoğurdun kaymağı tadındaki bir nesâfeti  ve letâfeti hatırlatır bize. Bir zamanlar bu şehrin suları ab-ı latifleri Bala burcundan kayaların içinden akan sular Nakkaşlı Hamamda Mezgitli Hamamda tenperver bir serinliğe dönüşürdü

 

       Zamanı kendi inancına göre beş farklı parçaya bölen inancın yekpâre hale gelmiş bütün hayâtı ince nâzenin bir uslûba dönüştüren kerpicin, kavağın söğüdün, hemhâl olduğu; her şeyin toprak olduğu her şeyin topraktan geldiği yine ona döneceği hakikati üzerine temellendirilmiş bir inanç içindeki her şey bir birine eşit ölçüde, eşit büyüklükte  eşit küçüklükte, şekillenmiştir.  Bu geçmiş zaman şehrinde bütün evler, bütün hayat aynı renkte aynı ölçülü orantılı bütünlük içinde yaşayıp ve ölmüş gibidir.

   Eski şehrin ayakta kalmış eserlerindeki mimari incelik ve zarâfet dost yüzündeki gülücükler gibi varlığın âşina yüzleridir. Yeni şehirde yeni Van’da binalarının şahsiyeti yoktur. Ne çehrelerinde eski zamanın tedâilerini yaratacak üslûp, ne yüzlerine baktığınızda hayalinizde incelmiş bir zevki estetiği selamlayacak sanatkâr tarafımıza hitap edecek bir füsûn bulamazsınız.

 

   Bütün Anadolu şehirlerinde olduğu gibi eski Van şehrinin de bir zamanlar meşhur çayır çimeni kentin doğal peyzajını ve mimarisini tamamlayan çok önemli unsurlardı. Çayır çimenler artık sadece türkülerin pastoral dünyasında yaşayan söz ve sestir artık.  Emrah’ın tam da “Hazan ile geçti Gülşen-ı Bustan eylen şimdi geru var garip garip dediği”  yerdir  burası. Geçmiş zaman duygusu fetiş halinde nostaljik serâpların  tutkunun aklı değil aklın önemli bir tutkusudur. Geçmiş zaman duygusu sadece toplumsal değişmenin gelişmenin yönüne kurban edilmeyecek kadar bir his ve duyarlılığı geliştiren terbiye araçlarıydı. Bu duygu  estetik değerlerin incelmiş rafine bir uygarlığın ve kentlilik bilincinin gelişmesinde önemli işlevler görmekteydi. Kentlerin tarihsel peyzajı, tarihsel değerleri, tarih bilincinin vefa duygusunun hatır bilirlik gibi insani duyguların nesilden nesile aktırıldığı terbiye araçlarıydı. Ağaç, mimari, kent sokak mahalle hayatı, bunların bütünü kuşakların yaşamında estetik değerlerin gelişmesinde kazanılmasında aktarılmasında önemli işlevler görmekteydi.

 

            Geçen güzel yazların, sevme tarzının, hissetme biçiminin ince bir duyarlılığın sessiz ve içten içe tüten ses, söz üslûp senfonisi halinde sökün edip geldiği bir türküde bütün bir eski yaşamın eski kentin sokaklarını gezmek için bu türküyle yola revan olmak vardı.Ne zaman bu türküyü dinlesem kaledeki eski şehrin sessizlik senfonisinin eşliğinde Tebriz kapı mahallesinden başlayarak Ulu Camii Mahâllesine doğru yol alırım.  Yaz akşamlarının serinliğinde küçük bahçeli iki katlı kerpiç evlerin geniş duvarları içindeki dikdörtgen pencerelerin içinden Erek dağından gelen suyun,  rüzgarın hasbahçedeki güllerin mayıs sonlarında her makamdan her dilden açan Van güllerinin gönülleri hercâi bir gülistana dönüştürdüğü iklimde varlığın en sanâatkar tarafının dile geldiği anlardır bu anlar.

 Yaz gecelerinde tahta merdivenli iki katlı kerpiç evlerin pencerelerinden duyulan kavak ağaçlarının hışırtıları. Erek dağından gelen buz paresi suların rüzgarın bahçedeki cırcır böceklerinin sesi, dağ reyhânın kokusu  bütün bu estetik bütünlüğü tamamlayan unsurlardı.