ENBİYA 30. AYET BİG-BENG’DEN Mİ BAHSEDİYOR?

Hârûn Görmüş

VAN 5.05.2016 10:32:01 0
ENBİYA 30. AYET BİG-BENG’DEN Mİ BAHSEDİYOR?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Modern zamanlardaki “bilime endeksli” meâl-tefsirciler, bu âyeti, bilimsellikten uzak bir şekilde çeviremiyorlar ve tefsir edemiyorlar. Bunun nedeni tabî ki bilimin ve modernizmin etkisinde kalmaktır. Hâlbuki kısa bir araştırma zahmetine katlanıp 1.900’lü yıllara kadar yapılan tefsirlere bakıldığında, ilgili âyetleri şerh eden tefsircilerin çoğunun açıklamalarında modern bilimsel teorilerle uzaktan-yakından bir ilişki kurmadıkları ve 1.900 yılı öncesi tefsircilerin yaptıkları yorumların-meâllerin yabana atılacak gibi olmadığını görebilirlerdi.
“O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer bir-biriyle bitişik iken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 30).
Batılı teorilerin büyüsüne kapılmış olanlar Enbiyâ 30. âyette “bitişik iken ayırdık-ayırıyoruz” diye çevrilerek anlatılan olayı, belli bir zamâna (modern zamâna) hasretmekle “farklı bir târihselcilik” yapıyorlar. Hâlbuki Kur’ân’ın lafzı târihsel olsa da, mesajları evrenseldir ve her âyeti bize tüm zamanlarda ve mekânlarda hitâp eder. Evet; her gözlem, yerlerle gökleri ayırmak demektir. Bu, çıplak gözle de yapılsa, dev teleskoplarla da yapılsa fark etmez. Zâten Kur’ân bunu “görmüyorlar mı” yâni “görüyorsunuz”, “gözlemliyorsunuz ya”, böylece “ayırıyorsunuz” diyerek söylüyor. Ayırma devâm ediyor yâni.
Modern zamanlardaki “bilime endeksli” meâl-tefsirciler, bu âyeti, bilimsellikten uzak bir şekilde çeviremiyorlar ve tefsir edemiyorlar. Bunun nedeni tabî ki bilimin ve modernizmin etkisinde kalmaktır. Hâlbuki kısa bir araştırma zahmetine katlanıp 1.900’lü yıllara kadar yapılan tefsirlere bakıldığında, ilgili âyetleri şerh eden tefsircilerin çoğunun açıklamalarında modern bilimsel teorilerle uzaktan-yakından bir ilişki kurmadıkları ve 1.900 yılı öncesi tefsircilerin yaptıkları yorumların-meâllerin yabana atılacak gibi olmadığını görebilirlerdi. Meselâ Fahruddin Er-Râzi tefsirinde, Enbiyâ 30. âyetin konusu olan kâinâtın yaratılışı ile ilgili -bizce de isâbetli olan- şöyle bir yorum yapılmıştır:
“Gökler ve yerler ilk-önce karanlıktı. Derken Allah onları, aydınlatan gündüzü ortaya koymak sûretiyle bir-birinden yarıp ayırmıştır”.  
Bu yorum bizce de uygun bir yorumdur. Allah âlemleri karanlıkta/ışıksızlıkta yaratmış ve üzerine ışığı (foton enerjisini) vermekle âlem görünür hâle gelmiş ve hareket etmeye başlamıştır. (Işığın mutlak yokluğu hâli olan zifiri karanlıkta eşyâyı bir-birinden ayırmak mümkün değildir, her-şey, “tek bir şey” gibi görünür çünkü).
Kur’ân, ilk vahyedildiği zamandaki insanların bilmediği bir şeyden bahsetmez. Zâten Enbiyâ 30. âyet de “bilmezler mi?” diyor. Peygamberimize ve sahabeye diyor. Hani okuma-yazma bile bilmeyen fakat îmanları zirveleşmiş olan şahısların oluşturduğu mü’minler topluluğuna.
Yukarıdaki tefsirde Fahruddin Er Râzi’nin yorumu da târihseldir aslında. “İlk yaratılış”ı anlatır. Peki âyetin her çağa söylediği, her çağdaki ve her seviyedeki kişilerce idrâk edilebileceği yorumu nedir bu âyetin?. Her insanın gözlemleyebildiği ve seyredebileceği işâreti nedir?.
İlk önce âyeti tekrar verelim:
“O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer bir-biriyle bitişik iken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 30).
Mustafa Öztürk bu âyete şöyle bir yorum yapar:
“Bu âyetteki “enne’s semâvâti ve’l arda kânetâ ratkan fe-feteknâhümâ” ifâdesi genellikle sanıldığının aksine, kâinâtın yaratılış aşamasındaki iki farklı duruma değil, yağmurun yağıp-yağmamasına, dolayısıyla bolluk ve kıtlığa işâret eder. Daha açıkçası, “ratk” kelimesi gök-yüzünden yağmur yağmaması ve yer-yüzünde kuraklık olması, “fetk” ise yağmurun yağdırılması ve bu sâyede bolluğa vesîle kılınmasıdır. (Bkz. Tâberi, Câmiu’l Beyân, IX. 20-21). İkrime, İbn Zeyd tabiûn müfessirlerden gelen ve Taberî tarafından da tercih edilen bu yorumun aksine, âyetin gerçekte evrenin oluşum aşamasıyla ilgili bilimsel bir gerçeğe işâret ettiği ileri sürülürse, Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemdeki insanların bu modern bilimsel gerçeği bildiklerini de kabûl etmek gerekir. Çünkü âyet “evelem yerallezîne keferu (o kâfirler görmezler mi, bilmezler mi..)” ifâdesiyle başlamaktadır. İlâhi hitâbın ilk muhâtapları konumundaki insanların evrenin oluşumuyla ilgili modern bilimsel teorileri bildiğini söylemek abestir. Şu-hâlde, Kur’ân burada onların bilip-gördüğü bir şeyden söz etmektedir ve bu da yağmurla ilgilidir” der. 
Evet; meâlde parantez içindeki “başlangıçta” ifâdesi, orijinâl metinde olmadığı için parantez içine alınmıştır. Orijinâl metinde olmamasına rağmen yapılan bu ilâvede, bilimin etkisi ve baskısı vardır. Bu ilâve çok yanlıştır, zîrâ âyetin mânâsını değiştiriyor, bambaşka bir anlam veriyor. Bu nedenle böyle bir ilâve yapılması ayıptır ve de günahtır.
Âyette “gökler” çoğul gelmesine karşın, “yer” kelimesi tekil gelmiştir. Bilimsel yoruma göre; sâdece Dünyâ mı göklerden ayrılmıştır bu sözde ayırma işinde?. Mustafa Öztürk’ün de dediği gibi âyet, Dünyâ-dışı gök-bilim (uzay) ile ilgili değildir. Gök-bilim ve uzaydan bahsetmiyor bu âyet. Hattâ bu konuyla, atom-altı parçacık kadar bile bir alâkası yoktur âyetin. Her yıl defâlarca gözlemlediğimiz bir tabiat olayı ile ilgilidir..
Enbiyâ 30. âyetin Big-Bang Teorisi ve “ilk-yaratılış” ile atom-altı parçacık kadar, bir iplikçik (string) kadar bile bir ilgisi yoktur. Yağmurla ilgilidir âyet. Âyete parantez içinde bir “ilk başta” takdir edilerek, güyâ bilimsel bir tefsir-meâl şekline sokulmuş ve âyet, “bilimsel bir âyet” yapılmaya çalışılmıştır.
“Görmüyorlar mı” denilen sözde; Yılın büyük bir bölümünde her kesimden her insanın kolaylıkla gözlemleyebileceği ve gözlemlediği olay şudur: Orta Anadolu’da “kırk ikindi yağmurları” denilen süreçte de hârika bir şekilde izlenir bu âyet. İlk-başta her yer günlük-güneşliktir. Genelde öğleden sonra başlayan olayda, ilk önce bulutlar toplanıp gelir ve yoğunlaşır; sonra her taraf kapkara bulutlarla dolar ve daha bir saat önce masmâvi olan gökyüzü ve dağlar-bayırlar-tarlalar net bir şekilde görülebilirken, bulutlanmadan sonra gökler-dağlar ve tarlalar arasında ayrım kalmaz, her yer “tek bir yer” gibi görünmeye başlar. Göklerle yer bitişik hâle gelir. Yâni “gökler ile yer bir olur”. Sonra şimşek çakar ve yağmur başlar. Bir sağanak olur ve her yer ıslanır, sulanır. Kısa bir süre sonra yağmur diner, bulutlar dağılır ve gökler, dağlar, ovalar, bayırlar, tarlalar netleşir ve aralarındaki sis kalkınca da her yer net olarak görülmeye başlar. Yâni gökler ile yer ayrılır. Hemen akşamında ve ertesi gün tâze otlar çıkmış, çaylar-dereler suyla dolmuş, insanlar ve hayvanlar rahatlamıştır. Her yere bir canlılık gelmiştir. Yâni her-şey sudan yaratılmıştır. Her-şey yeniden “su”dan yaratılmıştır.
İşte olay bu kadar basittir. Tüm insanlar bunu gözlemleyebilir. Gerçi şehirlerde yüksek binâların aralarında oturanlar, binâlar yüzünden ne yağmuru, ne de yeşillikleri görebiliyorlar ve bu nedenle de bu âyete başlıyorlar bilimsel, teknik, uzmanlık isteyen yorumlar yapmaya, okumaya. Hâlbuki bir tepe-dağ başından bu âyeti seyredebilirlerdi. Evet evet; bu âyet, “seyredilebilen bir âyet”tir. O yüzden “görmezler mi” diyor.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
İKTİBAS DERGİSİ