Ekserunnas Neden Şükretmez?

Mehmed Durmuş

VAN 3.12.2017 10:11:11 0
 Ekserunnas Neden Şükretmez?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Ekserunnas Neden Şükretmez?
İnsanların ekserisinin şükretmemesinin sebebi ne olabilir?Bu meselenin kökenine dair cevapları Kur'an’dan almak mümkündür...
 
Kur'an beş ayette insanların ekseriyetinin şükredici olmadığını bildirmektedir. Bir ayette de, ekserunnâsın şükredici olmayışının kökenine dair ‘bilgilendirici’ açıklama yapılmaktadır.
 
EKSERUNNÂS ŞÜKRETMEZ
 

 
“Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara ‘ölün!’ dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır fakat insanların ekserisi şükretmezler.” (Bakara, 243).
 
“(Yusuf:) Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır fakat insanların ekserisi şükretmezler.” (Yusuf, 38).
 
“Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, görmeniz için de gündüzü yaratandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır fakat insanların ekserisi şükretmezler.” (Mü’min, 61).
 
“Allah'a karşı yalan uyduranların kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir fakat onların ekserisi şükretmezler.” (Yunus, 60).
 
“Şüphesiz Rabbin insanlara karşı lütuf sahibidir fakat onların ekserisi şükretmezler.” (Neml, 73).
 
İNSANLARIN EKSERİSİ NEYE ŞÜKRETMEZLER?
 
*Bakara suresinde boşanma hukuku, mehir, namaz, korku namazı ve vasiyet gibi konular işlendikten sonra, sibakla ve siyakla alakası pek de aşikâr olmayan bir konuya değinilmekte; ölüm korkusuyla yurtlarından çıkıp gitmek isteyen binlerce kişiden oluşan bir insan kümesinden bahsedilmektedir. (Bakara, 243). “Allah onlara ‘ölün!’ dedi, sonra da onları diriltti” sözü, doğrusunu Allah bilir ama herhalde şunu anlatmaktadır: Allah o kavme ölüm korkusunu yaşattı, adeta onları ölümün kenarına kadar götürdü ve sonra geri döndürdü yani ölümden kurtardı. Hayatlarını bağışladı. Bu da onları kurtarmak oldu.
 
İşte bu bağlamda Allah buyuruyor: “Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır lakin insanların ekserisi şükretmezler.” (Bakara, 243).
 
Bu ayetteki mesaj çok açıktır. Allah insanlara her zaman lütuflarda bulunmaktadır. Ayette anlatıldığı üzere, nice zamanlar fertler olsun, toplumlar olsun ölümün eşiğine kadar gelmekte ama bir sebep/bahane ile fert ya da toplum ölümden kurtulmakta, daha doğrusu hayatları bir süreliğine daha bağışlanmaktadır. İşte bütün mesele o vesilelerle ölümden kurtuluş noktasında düğümlenmektedir. Çünkü insanların çoğunluğu (ekserunnâs) o sebeplere odaklanmakta, o sebepler ekseninde ölümden kurtulmanın hikâyesi anlatılmakta; daha doğrusu, ölümden kurtulma hadisesi sebeplere atfedilmekte, belki biraz da ilgili insan/lar kahramanlaştırılmaktadır. Asıl olarak o sebepler vesilesiyle kişiyi/topluluğu ölümden kurtaran büyük irade ise göz ardı edilmektedir. Günümüz şartlarına göre söyleyecek olursak, medya araçları olayın üzerine abanmakta, sırtlanların, aslanın öldürdüğü ceylandan kalan artıkların üzerine çullanmaları misali, herkes kendi meşrebince durumdan vazifeler çıkartmaya çalışmaktadır. Ama ekserunnâs, elbette olaydaki sebepleri görmek gerektiğini teslim etmekle beraber -ki bu zaten doğal, gayet insani bir ‘görüş’tür- oradaki, ölümü fert ya da toplumdan uzaklaştıran asıl gücü, Allah'ın kudretini hesaba katmamakta; Allah'ın hesabının bunu gerektirdiğini görememekte, idrak edememektedir.
 
Bu anlamda Musâ (a.s) ile kendisine ilim verilen kul kıssası, bilhassa öldürülen çocuk olayı Allah'ın her an (sebepler vasıtasıyla) hayata müdahil olduğunu anlatması bakımından güzel bir örnektir. Allah insanları hayata getirirken lütufta bulunmakta, hayattan tekrar mezara gönderirken de lütufta bulunmaktadır. Hayatımıza ne zaman, nerede, ne şekilde son verecek olması da O’nun lütfudur. Kıyamet gününde yeniden diriltmesi de O’nun en büyük lütuflarındandır.
 
*Yusuf (a.s) zindan arkadaşlarının rüyalarını yorumlarken, onlara kavl-i leyyin ile güzel bir tebliğde bulunmuş, insanların neden Allah'a şükretmeleri gerektiğini usulünce açıklamıştı. Yusuf, ataları İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uyduğunu, dolayısıyla Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmasının asla yaraşmayacağını belirtiyor; bunun da, Allah'ın hem ona, hem de bütün insanlara bir lütfu olduğunu dile getiriyor, insanların ekserisinin ise şükredici olmadığını söylüyordu. (Yusuf, 38).
 
İbrahim, İshak ve Yakub’un yoluna uymak… Bu yola uyduğu için Allah'a şirk koşmayı kendine asla yakıştırmamak… İbrahim-İshak ve Yakub’un yoluna uymakla şirk koşmayı hiçbir şekilde bağdaştırmamak… İşte Yusuf’la ekserunnâsın yollarının ayrıştığı nokta burasıdır. Tam bu nokta Yusuf için bir şükür vesilesidir. Nasıl şükür vesilesi olmasın ki? İbrahim-İshak-Yakub tevhid yolunun ana durakları, heybetli istasyonlarıdır. Bir istasyondan diğerine kadar şirk tamamen bertaraf edilmiştir. Bu duraklardan geçen tevhid (sırât-ı mustakîm) yoluna şirk asla uğrayamaz. O yolda her ne isim altında olursa olsun, insan insanı putlaştıramaz. İnsan insanı ilah ve rab edinemez. İnsan sadece Allah'ı ilah edinir. İbrahim-İshak-Yakub gibi ataların çocuğu olarak, kendisinin de yeni bir tevhid durağı olarak aynı silsileye eklenmesi, Allah'ın Yusuf’a en büyük lütfu idi.
 
İbrahim-İshak-Yakub’a Yusuf’u ve Muhammed’i (sav) de ekleyerek diyebiliriz ki, bu şerefli elçilerin yolunu bize tanıtmakla ve bizi o yola davet etmekle bize de Rabbimiz Allah en büyük lütufta bulunmuştur.
 
İşte bu lütuf, bütün insanlar için şükür vesilesi iken, insanların ekserisi, hep olduğu gibi, duygularını köreltmiş, kalbini karartmış, Allah'ın, önüne serdiği onca uyarıcı ayeti görmezden gelerek, şükürsüzlüğü, nankörlüğü, küfrân-ı nîmeti seçmiş ve Seyyid Kutub’un En’am suresinin 55. ayetinin tefsirinde kategorize ettiği gibi, yollarını müminlerin yolundan ayrıştırmışlardır.
 
Tıpkı Yusuf’un Mısır’daki hayatı misali, ekserunnâsla fizikî olarak aynı ‘gemide’ olmak, İbrahim-İshak-Yakub-Yusuf-Muhammed çizgisinde giden müminlerin aynı yolda oldukları anlamına gelmemektedir. Fiziken ‘gemimiz’ aynı olsa da din olarak tamamen ayrıdır. Allah'ın verdiği lütuflara şükredenle, şükretmeyenler nasıl aynı yolda sayılabilirler?
 
*Allah, insanın arz denilen bu kürede sağlıklı, huzurlu ve rahat yaşayabilmesi için burayı her türlü nimetle donatmış, insan hayatı için gereken bütün koşulları temin etmiştir. İnsanın biyolojik ve psikolojik olarak rahat etmesi için hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Mümin suresinin 61. ayeti bunun çok az bir cüzüne değinmektedir. Ayette, gecenin insanın sükûnu yani dinlenmesi, gündüzün de, insanın her şeyi görmesi için aydınlık şekilde Allah tarafından yaratıldığı hatırlatılmaktadır. İşte dünya hayatını bu şekilde kurgulamak Allah'ın insanlara bir lütfudur lakin insanların ekserisi buna şükretmezler. İnsanların ekserisi, burada böyle bir şükür sebebi bulunduğunun farkında bile değildirler.
 
Mü’min suresinin 61. ayetinde anlatılan ve başka onlarca ayette tekrarlanan şey, aslında kâinatın nizamı ve Allah'ın yegâne yaratıcı, yegâne nizam koyucu olduğu hakikatine dair, yani aklın almayacağı kadar devasa bir hakikate ilişkin küçük bir hatırlatmadır. Bütün insanlardan istenen, bu büyük hakikati tefekkür edip, Allah'a şükretmek ve bu şükrü fiilî ibadete/kulluğa dönüştürmektir. Mümin suresinin 60-68. ayetleri tam da bu meseleyi insanın dikkatine sunmakta, Allah'ın yarattığı bütün her türlü nimete karşılık, insanın da Allah'a kulluk etmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Kur'an’da gece ile gündüz, yeryüzündeki su, bitki, meyve, hayvanlar gibi nimetlerle denizlerin, ırmakların, dağların hep insana musahhar kılındığına dair nimetlerin anlatımı çok fazladır. Sürüleşmemenin bir yolu da, işte bütün bu nimetleri tefekkür ederek, Allah'a şükretmektir.
 
*Allah kıyamet günüyle de insanlara büyük lütufta bulunmuştur fakat insanların ekserisi (yani sürü) bu lütfu anlamamakta, kavramamaktadır. Allah insana dünyada yeterince bir ömür tayin etmiş, o ömür içerisinde insandan, Allah'ın öğrettiği şekilde iman ve salih ameller işlemesini istemiştir. Allah insandan tamamen, yapabileceği şeyleri istemekte, gücünün yetmeyeceği hiçbir şeyi talep etmemektedir. İnsanın, gücü dâhilindeki bu doğru (sahih) iman ve doğru (salih) amel, ölümden sonra yeniden diriliş demek olan ahiret hayatında insana ebedi saadeti kazandıracaktır. İnsan ebediyen cennet hayatında en büyük nimetlerle mutlu olacaktır. Fakat ekserunnâs bunu da anlamamakta, geçici hayattaki süflî arzuların peşine düşmekte, kalıcı ve gerçek mutluluğu şeytanın ayartmaları eşliğinde elinin tersi ile itmektedir. (Yunus, 60).
 
Neml suresinin 73. ayetinin bağlamı da tıpkı Yunus suresinin 60. ayeti gibi, kıyamet konusudur. Kâfirlere, vaat edildikleri azabın yakında başlarına geleceği hatırlatılmakta ve Allah'ın, insanlara lütuflarda bulunduğu ama insanların ekserisinin şükredici olmadığı belirtilmektedir.
 
*Kur'an bazen bizzat şükür kelimesini kullanmaksızın, Allah'ın verdiği çeşitli nimetleri hatırlatarak, zımnen insanları şükre davet eder. Mesela Al-i İmran suresinin 103. ayeti müminlere, birbirlerine düşman iken Allah'ın, nasıl da gönüllerini birbirine ısındırıp kardeşler yaptığını; bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten kurtardığını (Muhammed’e sahabe olmak gibi şerefli bir hayata kavuşturduğunu) hatırlatır. Burada telkin edilen, bu nimetler için Allah'a şükretmektir. Rahman suresinde 31 kere tekrarlanan “Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” ayetleri, en az otuz bir nimeti hatırlatarak, Allah'a şükretmenin bir kadirşinaslık olduğuna dikkat çeker.
 
İNSANLARIN EKSERİSİNİN ŞÜKREDİCİ OLMAMASI YAZGI MIDIR?
 
İnsanların ekserisinin şükredici olmamasının acaba ontolojik bir sebebi var mıdır? Bir başka anlatımla, ekserunnâs’ın şükredici olmaması kader midir? Öyle ya, Rabbimiz burada zikrettiğimiz ayeti kerimelerde mütemadiyen ekserunnâsı olumsuz olarak anlattığına göre, acaba bu, insanların ekserisinin yaratılıştan getirdiği fıtrî bir özellik midir?
 
Bu sorunun cevabı kuşkusuz ‘hayır’dır. Çünkü Allah'ın, iman etmeyecek ve şükretmeyecek özellikte yarattığı insanların iman etmemelerini ve şükretmemelerini kınaması ve ardından da buna ceza vermesi abes olurdu. Bu, O’nun şanına yakışmaz. İman etmemek, şükretmemek kader değil, insanın kendi seçimidir. Daha doğrusu ‘seçemeyişi’dir. ‘Seçme’ işinde sapla samanı karıştırmasıdır. Tıpkı iman etmenin ve şükretmenin de bir kader olmadığı gibi.
 
Peki, insanların ekserisinin şükretmemesinin sebebi ne olabilir?
 
Bu meselenin kökenine dair cevapları Kur'an’dan almak mümkündür. Bunlardan biri A’raf suresinde, ilk insanın yaratılışının ve cennette (‘dünya cenneti’nde) yerleşmesi hikâyesinin anlatıldığı 11-25. ayetler arası pasajda bulunmaktadır. Bilindiği üzere Allah meleklere, Âdem’e secde etmelerini emretmişti. Bütün melekler secde emrine anında uymuşlar, sadece İblis uymamış, Âdem’e secde etmemişti. Allah Teâlâ’nın, “Emrettiğim halde neden secde etmedin?” sorusunu, “Ben ondan daha üstünüm; beni ateşten, onu çamurdan yarattın” şeklinde cevaplamıştı. Bunun üzerine Allah Teâlâ İblis’i kovmuştu. İblis ise Allah'tan izin (ruhsat) istemiş, kıyamet gününe kadar insanları azdırmaya kendisini memur eylemesini talep etmişti. Allah da bu isteğini yerine getirmişti. İblis’in görevi kendi lisanından şu şekilde açıklanmıştı: İblis Allah'ın sırât-ı mustakîmi üzerine oturacak (insanlara pusu kuracak), onların ön, arka, sağ ve sol yanlarından kendilerine sokulacak, onları azdıracak. Sonuç itibariyle İblis, insanların ekserisini, Allah'ın, onları şükredici olarak bulmayacağı bir kıvama erdirecekti. İblis’in vazifesi buydu. (A’raf, 16-17).
 
İsra suresinin 61-65. Ayetlerinde bu mesele daha çarpıcı ifadelerle anlatılmaktadır. 62. ayette İblis, “…Yemin ederim, eğer beni kıyamet gününe kadar bırakırsan, pek azı dışında onun (Âdem’in) neslini gemleyeceğim” demektedir. (İsra, 62). Bu ayetteki ‘ha-ne-ke’ fiili, karganın gagasıyla bir şeyi çiğnemesi anlamına gelmektedir. İkinci bir anlamı da, hayvanın çenesini yular ya da gem ile bağlamaktır. (Rağıb el-İsfahanî, el-Mufredât). Demek ki İblis, Âdem’in zürriyetinin ekserisinin kafasına bir yular/gem geçireceğini vaat etmiş bulunmaktadır. Ardından Allah Teâlâ İblis’e şöyle seslenmektedir: “Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan insanlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.” (İsra, 64). Allah'ın İblis’e cevabı ise, İblis’in bu aldatmasının bir kader olmadığını açıklamaktadır:
 
“Şurası muhakkak ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir gücün olmayacaktır. Vekîl olarak Rabbin yeter.” (İsra, 65).
 
Demek oluyor ki insan, İblis’in aldatmalarına, malı ve çocukları ile korkutmalarına maruz kalacaktır. İblis insana dört bir yandan sokulacak, sağ duyusuna, sol duyusuna hitap edecek, önden ve arkadan onu vesveselere boğacaktır. Bu bir imtihandır. İblise aldırmayanlar, malını, bedenini Allah yoluna adayabilenler; eş ve çocuk sevgisini Allah yolunda yürümeye engel yapmayanlar (eş ve çocuklarına tapmayanlar) imtihanı kazanmış olacaklar, diğerleri (yani ekserunnâs) ise imtihanı kaybetmiş olacaktır. İşte bugün de yaşanan bundan ibarettir.
 
Sa’d suresinin 82-83. ayetlerinde aynı konu açıklanmaktadır. İblis şöyle demektedir: “Senin izzetine yemin ederim ki, onlardan ihlâslı kullarının dışında, hepsini mutlaka azdıracağım.” (Sa’d, 82-83).
 
Tıpkı Kur'an’ın, muttakiler (Allah’tan sakınanlar) için bir hidayet olması gibi (Bakara, 2), İblis’in ayartmalarından korunmak da, Allah'ın ihlâslı kulları olmakla mümkündür. Bu korunma, az sayıdaki bu kulların (Allah'ın yardımını da hak eden) kendi tercihlerinin sonucudur. Bundandır ki, insanın cenneti hak etmesi haktır, cehennemi hak etmesi de haktır.
 
Sonuç itibariyle, Allah buyurmaktadır ki, “Kullarımdan şükredenler azdır.” (Sebe, 13). Önemli olan, nefis ve İblis engelini aşarak, Allah'a şükredenlerden olmaktır.
 
Venhar Haber