Edi bese!

Zeynel Çakır

VAN 24.10.2014 11:47:46 0
Edi bese!
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Daha önce hiç leylek görmemiş olan Nasrettin Hoca’ya bir leylek getirmişler. Hoca uzun gagası ve bacakları olan bu kuşu görünce çok yadırgamış. Hoca da leyleğin gagasını ve bacaklarını bir güzel kesivermiş. Sonra da karşısına geçmiş ve yaptığı işten memnun, mutlu bir şekilde kuşa seslenmiş: “Bak işte şimdi kuşa benzedin” demiş.

Tarihin akışına yön veren galipler insan zihnine müdahaleyi keşfettiklerinden beri insanın kendi fıtratına dönmesi zorlaştı. Âdemoğlunun kendini tanımasına fırsat vermeyen suyun başındaki kurtlar canı ne zaman kuzuları yemek istiyorsa o zaman katliama başlıyor. Ancak insanoğlu, tarih boyunca doğayı ve tabiatı iyi okuyan bilgelerin nasihatleriyle zulmü az olan hikmetli yöneticileri sayesinde bir nebze huzur dolu yıllar geçirmiştir. Söz kültürünün değerli taşıyıcısı olan halkın gönül dili ile dilden dile bize ulaşan kısa bir Nasrettin Hoca fıkrasının ne kadar etkili olduğunu biz doğu toplumları çok iyi farkındayızdır.

Batıda ortaya çıkan pozitif dediğimiz bilimler ile büyüyen geçtiğimiz yüzyılın nesli kendi toprağını keşfedene kadar birçok değerini yitirmek zorunda kalmıştır. Maalesef Anadolu’nun sözlü kültürünün ürünleri, sosyal sorunlarımıza merhem olabilecekken şifayı batıdan almaya devam etmişiz. Hikmet dolu söz ve hikâyelerden istifade etmeyi azalttık. Küçük bir nükte bile gündelik hayatımızı işgal etmiyor. Sosyal medyada bile okunan küçük bir nasihat sadece okunup hızla tüketilen bir sakız oluyor kimi zaman…

Kendi kalıbına uymayanları şiddetli bir şekilde cezalandıran sistemler insanı kuşa çevirmek için hep var olagelmiş. Nihayetinde illa etinden ve bilumum her yerinden faydalanılan bir kuş formatı olmak istemeyen kuşlar da bu anlayışın karşısında her daim olmuştur. İnsanlığın her döneminde itirazlarını seslendiren vicdani çığlıklar ve bilge kişilikler var olagelmiştir. Richard Bach’ın Martı kitabındaki bir karakter bu kahramanlardan biridir. Martı Jonathan Livingston pislikle beslenmek istemeyen özgürlük rüyasını gerçekleştirmek isteyen bir kuştur. Derdimiz Jonathan karakteri ile batıda çokça bilinen bu küçük bu kitap gibi kendi hikmet pınarımızdan beslenmeyi öğrenmemişliğimiz değil mi? Köksüz tarihleriyle her zaman güçlünün zayıfa zulmettiği, öldürmenin sıradan bir olaymış gibi sunulduğu kirli anlayışlarıyla sarhoş edilen bir neslin uyandırılması gerekmektedir.

İnsanımızın serencamını anlatan nice hikâyeler dururken yıllarca bize çok uzak olan diyarlardan yaralarımıza derman olmayan batı kaynaklı çözümler üretmeye çalıştık. Sonra da kuşa çevirdiğimiz insanımızı tanıyamadık ve : “Bu çocuklar da kimin çocukları?” diye ağlaşmaya başladık.

Bu çocuklar bizim çocuklarımız. Onları bu hale biz getirdik. Ayrıca birileri halen suyunu kuruttukları bu topraklarda çeşitli bataklıklar yaratarak sinekleri başımıza bela edip duruyorlar. Sanki suçlu olan sadece bizmişiz gibi mücadele etmemizi de öğütlüyorlar. “Mücadele edemiyorsan” deyip kendilerinin belirledikleri mücadele yöntemlerini üzerimizde denemektedirler. Bu duruma da “Artık dur” diyen birilerini de ağır bir şekilde cezalandırıyorlar. İşte bütün kavgada pis bataklıklara doğru akmayı kabul etmeyen birilerinin artık suyun akışına kendilerinin yön verme itirazından neşet olmaktadır. Bu menfi durum biraz zaman alacak olsa da inşallah öz dinamiklerini yeni yeni keşfeden Anadolu insanının sabrıyla güzel günler yakın olacaktır.

Yaşanan olaylar da şunu göstermiştir ki; insanımızın feraseti ve derin aklı, oturdukları sırça köşklerde tahlil yapanları mat etmiştir. Akıl, ortalık sakinleştikten sonra duygulara galebe gelmiştir. Kendilerine öğretilen şeyleri durmadan papağan gibi tekrar etmeyi bünye taşıyamadığı için bir noktadan sonra bünye: “Ben nerde duruyorum” diye sorduğu için toplumumuzun vicdanı bu duruma itiraz etmiştir. Zaten toplumsal değişimler de Sünnetullah’ın bir sonucu olmakta değil midir? Biz ne kadar müneccimlik yapsak da, halkın derin aklı o kadar köşe yazısı ve televizyon yorumcularının tahlillerini dinledikten sonra kendi vicdanın sesini dinlemiştir. Allah’ın her daim mukim olduğu vicdanımız çığlığımız olmuştur.

Modern sistemlerin tek tipçi ta’lim etme tartışmaları artık geride kaldı. İster sanal olsun isterse de capcanlı ortamda yeni şeyler söylemek isteyenlerin heyecanını kimse durduramayacaktır. Totaliterliği evlerinde hiç hissetmeden büyüyen yeni nesil sosyal medya kuşağı, vicdani sesine kulak verip eksikleriyle beraber güçlü bir şekilde itirazını da dillendirmektedir. Evlerinde yalnız kalan sosyal medya çocuklarının iniltileri dünyanın bir ucundan diğer ucuna çok kısa bir süre içinde ulaşmaktadır. O çocuklar bomba haline getirip üzerimize salınıyor. Avrupa ve Amerika aileyi kaybettiğinden beridir bir türlü çıkamadığı buhrandan bir çıkış yolu aramaktadır. Aynı buhrandan geçmemizi isteyen sosyal bilimler uzmanlarımız kendi değerlerini ön plana çıkaracak anlayışlar geliştirmesi gerekmektedir. Aileyi güçlendirici her projeyi desteklemek gerektiği gün geçtikçe önemini arttırmaktadır.

Bizi illa da kendi istedikleri formata sokmak isteyenlere itiraz etmeye devam edeceğiz. Anlaşılan biz itiraz ettikçe de bizi rahat bırakmayacaklar. Onlar. kuşa çevirmek istedikleri halkın itirazlarına faklı planlar yapıp dursunlar. Elbet toplumun vicdanında makes bulan Allah’ın da bir planı olacaktır. Bütün sorun, tiyatrolarında artık senaryo bulamamalarından kaynaklandığı için de kavga daha da şiddetlenmektedir. Ne mutlu ki; bu topraklarda resmin görünen yüzüne aldanmayan arka planda ne olduğunu sezinleyen bir ruh hiç eksik olmamış. Görünen o ki; bu müsamerenin senaryosu hiç değişmeyecek. Biz kuklacıyı keşfettiğimizden beri aradaki kuklalara sabretmeyeceğiz. Bize deli gömleği giydirmek isteyenlere daha gür bir sesle “Edi Bese! (Artık yeter)” diyeceğiz.