Dolmabahçe’den Kandıra’ya bir Ankara hikayesi...

Yıldıray Oğur

VAN 8.12.2018 10:21:46 0
Dolmabahçe’den Kandıra’ya bir Ankara hikayesi...
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Tarih 17 Mart 2013.

Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan yardımcısı, İçişleri Bakanı, AK Parti Meclis Grup Başkanvekili ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı’nın yanında Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma çağrısını okumasından iki yıl önce.

Devletin organizasyonu, izni ve ayarladığı kosterle BDP’li üç vekille birlikte İmralı Adası’na götürülüp Öcalan’la tanıştırılması ve görüştürülmesinin üzerinden ise sadece bir ay geçmiş.

Yine devletin organizasyonu ve imkanlarıyla, uçak korkusu olduğu için karayolu üzerinden Kandil’e gidip, PKK liderleriyle tanıştırılması ve görüştürülmesine ise üç ay var.

Başbakan’ın İmralı’yla görüşüldüğünü açıklamasının iki ay sonrası. Askerin operasyona çıkış yetkisinin valilere bırakıldığı protokolün imzalanmasının ise bir ay öncesi.

Kandil’de Anadolu Ajansı’nın da aralarında olduğu yüzlerce gazetecinin katıldığı bir basın toplantısıyla canlı yayında Karayılan’ın PKK’nın Türkiye’den çekilme takvimini açıklamasına da sadece bir ay var.

Paris'te 3 PKK'lı kadının öldürülmesinden, Diyarbakır'da onlar için büyük bir cenaze düzenlemesine valiliğin izin vermesinden, Başbakan yardımcısının taziye bildirmesinden, Başbakan’ın cinayetler için “İyi niyetli adımları kesmeye dönük ” demesinden, Paris’te öldürülenlerden eski PKK yöneticisi Sakine Cansız’ın annesinin barış mesajının Yeni Şafak’ta manşet olmasından, cenaze töreninin Sabah gazetesinde “Hepimiz barışız: Kürsüden barış sloganları haykırıldı, beyaz güvercinler uçuruldu. Diyarbakır’daki barışın gövde gösterisi tüm Türkiye’nin umudunu yansıttı” diye manşet olmasından da iki ay sonrası.

MİT’in Öcalan’la yürüttüğü görüşmelerin sonucunda, Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma çağrısı için yazdığı mektubu, bütün kanalların canlı yayınladığı Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarında okumasına dört gün, o mektubu almak için devletin resmi kosteriyle İmralı’ya gitmelerine ise bir gün var.

İstanbul Zeytinburnu’ndaki Kazlıçeşme Meydanı’nda yüzbinlerin katılımıyla Newroz kutlanıyor.

Kürsüdeki konuşmacılar BDP eş başkanları Sabahat Tuncel, Selahattin Demirtaş ve BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder.

Konuşmalar yapıldı. Çoşkulu kalabalık, olaysız dağıldı.

Gözler esas olarak dört gün sonra Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarındaydı.

Ertesi günkü gazetelerin birinci sayfalarında İstanbul’daki mitingle ilgili çıkan haberler de çözüm havasına uygundu. Konuşmalar pozitif, mesajlar barışçıl bulunmuştu:

Hürriyet: Barış Nevruz’u-İstanbul’da BDP’li Sırrı Süreyya Önder ve Sebahat Tuncel barış mesajları verdi.

Sabah: Meydanlarda Barış Yemini- Şölen havasında geçen kutlamalar, barış özlemiyle yüklüydü. İstanbul Kazlıçeşme Meydanı’nda 100 bin kişiye seslenen BDP’li Demirtaş, “Çözüm için herkes elele” dedi.

Yeni Şafak: Meydanlarda Kardeşlik Havası- Terör sorununu bitirmek için başlatılan çözüm süreci, erken kutlanan Nevruz’a da yansıdı. Şiddetten uzak, çoşku içinde geçen kutlamalarda kalabalıklar halaylar çekerken, kürsülerden pozitif mesajlar geldi. İstanbul Kazlıçeşme’deki kutlamalarda ateşi BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş yaktı.

Star: Nevruz’da Çözüm Havası- Binlerce kişi şarkılarla, halaylarla Nevruz’u kutladı. Meydandan çözüm sürecine destek mesajları yükseldi. Nevruz ateşini yalan BDP Eşbaşkanı Demirtaş “Eğer çözüm öneriniz yoksa susun, gölge etmeyin” dedi. BDP’li vekil Sırrı Süreyya Önder de “Barış iradesini yere düşürmemek için elimizden ne gelirse yapacağız” diye konuştu.

Cumhuriyet: Savaş Cinayettir- İstanbul’da onbinlerce kişinin katıldığı konuşan BDP Lideri Demirtaş, gençler birbirini öldürmesin diye çözüm sürecini desteklediklerini belirtti.

Mitingi izleyen polisler de bir suç tespit etmemiş, savcılık suç unsuru bulup soruşturma başlatmamıştı.

Ama o günlerde Bakırköy Adliyesi’nde kimsenin dikkatini çekmeyen bir suç duyurusu yapıldı.

Yaptıkları suç duyurusunu sosyal medyadan “Sırrı Süreyya Önder ve Selahattin Demirtaş iti hakkında vatani görevimizi yaptık, suç duyurusunda bulunduk” diye paylaşan Türk Solu Dergisi genel yayın yönetmeni ve Ulusal Parti Genel başkanı Gökçe Fırat’tı.

Mitingde bölücülük yapıldığının iddia edildiği savcılık suç duyurusunu aynı partinin yöneticisi ve milletvekili adayı avukat Cafer Özsoy ve emekli öğretmen Hasan Fırat imzalamıştı.

Suç duyurusu üzerine harekete geçen Bakırköy Savcılığı, Emniyet’e bir yazı yazarak mitingde suç unsuru olabilecek konuşmalar yapılıp yapılmadığını sordu.

Gelen yazıda mitingde hiçbir taşkınlık olmadığı belirtildikten sonra miting alanında açılan Öcalan resimleri nedeniyle mitingin yasadışı bir eyleme dönüştüğü belirtilmekteydi.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan savcı Ü.Z.Ç. soruşturmayı bir fezlekeye çevirdi ve Demirtaş, Önder ve Tuncel'in dokunulmazlığının kaldırılması için Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu.

25 Haziran 2014 tarihinde Bakanlık, fezlekede hangi suçun oluştuğu belirtilmediği için savcının başvurusunu iade etti.

Bunun üzerine dosyayı Bakırköy Adliyesi’nde başka bir savcı aldı. Savcı M.K, Emniyet’e tekrar yazı yazdı ve mitingle ilgili görüş istedi. 12 Ağustos 2014 tarihinde İstanbul Emniyeti Terörle Mücadele’den gönderilen raporun üst yazısında mitingle ilgili anlatılanlarda da ortada bir suç görünmüyordu:

“17-03-2013 tarihli Nevruz etkinliğinde konuşma yapan Selahattin Demirtaş’ın konuşmasında daha çok barış sürecine verilen destekten bahsederek “Ama barış süreci barışın dili ve insanların ölmeyeceği gençlerin birbirini öldürmeyeceği bir müzakere masasını desteklemeye devam edeceğiz” şeklinde söylemleri kullandığı, yaşanan sürecin devam etmesi gerektiği, Türk ve Kürt halkının barıl içerisinde birlikte yaşayabileceğini siyasetçilerin konuşarak çözüm üretebileceğini aktardığı tespit edilmiştir. Sırrı Süreyya Önder konuşmasında yapılan mücadele neticesinde barış sürecine geçildiği, barış sürecinin sürdürülmesi gerektiğinden bahsettiği, “Bundan sonra barış mücadelesini devam ettirmek için elimizden ne gelirse her türlü mücadeleyi yan yana omuz omuza yapacağız” şeklinde konuşma ile barış sürecine verilen desteği aktardığı...tespit edilmiştir.”

Ama savcı ısrarlıydı. Bir kere daha, bu kez sadece terör propagandası suçundan değil, “örgüt üyeliği” suçunu da ekleyerek Tuncel, Demirtaş ve Önder hakkında Adalet Bakanlığı’na fezleke gönderdi. Ama bu talep de dokunulmazlık engeline takıldı.

Bu arada milletvekilliği düşen eski BDP Eş genel Başkanı Sabahat Tuncel, mitingde yaptığı konuşma yüzünden yargılanmaya başlandı. Tuncel, Mayıs 2016’daki duruşmasında mitingde yaptığı konuşma yüzünden yargılandığı terör propagandası suçundan beraat etti.

Bu arada 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı.

Soruşturmayı başlatan şikayetin sahibi Gökçe Fırat, FETÖ iddiasıyla tutuklandı.

Soruşturmayı ilk açan savcı Ü.Z.Ç. darbeden bir ay sonra meslekten ihraç edildi.

Soruşturmayı sürdüren ikinci savcı da Ağustos 2016’da FETÖ iddiasıyla meslekten ihraç edildi.

Soruşturmanın üzerine kurulduğu ilk polis tutanağını hazırlayan polis memuru F.D de Kasım 2016’da FETÖ’den ihraç edildi.

Ama artık çözüm süreci bitmiş, hendek olayları yaşanmış ve HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmıştı.

Bu sırada Adalet Bakanlığı’nda bekleyen diğer fezlekelerle birlikte şikayet eden ve soruşturma açan herkesin FETÖ’den soruşturulduğu, Sebahat Tuncel’in beraat aldığı 2013 İstanbul Newroz soruşturması fezlekesi de Meclis’e geldi ve bu soruşturmadan da Önder ve Demirtaş’ın dokunulmazlığı kaldırıldı.

Bakırköy’de görülen ilk duruşmada iki müşteki de hazır bulundular. Duruşmaya katılan Sırrı Süreyya Önder iki müştekinin Türk Solu dergisi çevresinden olduğunu açıkladı.

Bunun üzerinde müştekilerden avukat Cafer Özsoy söz almadan bağırmaya başladı. Daha sonra iki müşteki mahkemeyi terk etmeye çalıştılar. Biri gitti, diğeri mahkeme başkanı tarafından durduruldu.

İddianame Önder ve Demirtaş’ın mitingde söylediği ikişer cümle üzerine kurulmuştu. İddianameye göre mitingde şöyle demişlerdi:

“Şüphelilerden Selahattin Demirtaş'ın söz konusu Nevruz etkinliğinde yaptığı konuşmada "...Ben bu vesileyle Sakine, Leyla, Fidan arkadaşlarımızın şahsında bütün şehitlerimizi saygı ile anmak istiyorum... Bir nöbet kulübesinde bir gece yarısı nöbet tuttunuz mu? Kandil'i dümdüz ederiz diyenler kendilerini davet ediyorum, omuzuna G-3 takıp gitsinler. Bir gece Gabar'da nöbet tutsunlar bakalım. Kandil dümdüz oluyor mu? Olmuyor mu?" şeklinde ifadelere yer verdiği, şüpheli Sırrı Süreyya Önder’in ise aynı etkinlikte yaptığı konuşmada "Size Kürt halkı önderi Sayın Öcalan'ın selamını getirdim... Bugün de PKK'lılarla Kürdistan'da onun onurlu evlatlarıyla onur duyuyoruz." şeklinde beyanlara yer verdiği, konuşma yapılan alanda teröristbaşı Abdullah Öcalan posterleri ile yasadışı terör örgütünü övücü dövizlerin kullanıldığı, konuşmaların bu posterler ve dövizlerin bulunduğu ortamda ve terör örgütü ile elebaşısı lehine atılan sloganlar eşliğinde yapıldığı, incelenen etkinliğe ait görüntüler, görüntülerin çözümü sonucu elde edilen fotoğraflardan anlaşılmıştır.”

İki isim de savunmalarında iddianamede konuşmalarının çarpıtıldığını, bu yüzden ses kayıtlarının tam dökümünün mahkemeye getirilmesini talep ettiler.

Demirtaş, savunmasında Paris’te öldürülen üç isimle ilgili o günlerde hükümet yetkililerin açıklamalarını ve gazetelerin cenazeleriyle ilgili haberlerini sıraladı.

İkinci cümlesinin ise iddianameye bağlamından koparılarak girdiğini aslında bu sözlerin üç gün önce çözüm sürecine karşı sert açıklamalar yapan Devlet Bahçeli’ye bir cevap olduğunu söyledi. Konuşmanın başında “siyasetçi misin dozer operatörü mü, gençler artık ölmek istemiyor, anlayın” dediğini, ama konuşmanın bu bağlamından koparılarak iddianameye girdiğini iddia etti.

Bahçeli’nin aynı konuşmasına o günlerde Başbakan da sert bir cevap vermiş, MHP liderini “terörden nemalanmakla” suçlamıştı.

Mitingde sadece üç dakika yirmi saniyelik bir konuşma yapan Sırrı Süreyya Önder ise kendisine atfedilen cümleleri kabul etmedi ve mitingdeki konuşmaların kayıtlarının bilirkişiye inceletilmesi talebini her duruşmada tekrarladı.

Ama mahkeme bütün oturumlarda tekrarlanan bu talebi bir türlü yerine getirmedi.

Son karar duruşmasında Önder, son savunmasını yaparken mahkemeye Habertürk televizyonun mitingle ilgili görüntülerini izletti.

Görüntülerde Önder’in kalabalığın, “Kürdistan sizinle gurur duyuyor” diye bağırması üzerine, “Biz de HDK olarak, Kürdistan ve onun onurlu evlatlarıyla gurur duyuyoruz” dediği, alanı PKK adına değil, HDK adına selamladığı cümleleri mahkeme kayıtlarına da girdi.

Polis fezlekesinde Halkların Demokratik Kongresi (HDK) geçen yer yerde, HDK, PKK olarak yazılmıştı. “Biz o kabristanı Gülistan ederiz” sözünde de gülistan da kabristan olmuştu.

Ama mahkeme bu savunmaları da dinlemedi ve mahkumiyet kararını verdi. İstinaf Mahkemesi’ne giden dosya, AİHM’in Demirtaş kararının ardından adalet ortalamasının bir hayli üstünde bir hızla karara bağlandı ve iki isme mahkumiyet verildi.

Çözüm sürecinde Ankara’da sık sık hükümet yetkilileriyle görüşen, devletin organizasyonuyla İmralı ve Kandil arasında gidip gelmiş, uçak korkusu yüzünden binlerce kilometre yol yapmış, son olarak Dolmabahçe Sarayı’nda bakanlarla birlikte o mektubu okumuş Sırrı Süreyya Önder, bütün bu yaptıkları yüzünden değil, 2013 yılında aslında söylemediği bir cümle yüzünden Kandıra Cezaevi’ne girdi.

Çözüm sürecini desteklemeyebilirsiniz, sürecin bitmesinde PKK ve HDP’ye haklı olarak kızabilirsiniz, Demirtaş ve Önder’in siyasi çizgisini beğenmeyebilirsiniz.

Ama sonuç itibarıyla devletin yürüttüğü, aktörlerin de buna güvenerek içine girdiği, sonunda maalesef başarısız olmuş bir projede risk alıp yer almış iki ismin, çözüm sürecinin başında edilmiş (hatta edilmemiş), o günlerde herkesin daha da ilerilerini ettiği cümleler yüzünden beş yıl sonra hapis cezası alması sadece hukuk açısından değil, bir devletin güvenirliliği açısından da çok vahimdir.

Dolmabahçe’den Kandıra’ya uzanan bu hikayeden en çok Ankara’nın rahatsız olması gerekir...